'SÜRDÜLER SÜRGÜN OLDUM' RADİKAL-KİTAP EKİNDE
Yzarımız Hayri Ersoy'un son kitabı Sürdüler Sürgün Oldum' un yankıları devam ediyor. Son olarak geçtiğimiz cumartesi günü Radikal gazetesinin Kitap ekinde kitaptan ve 'KAFKASLARIN SÜRGÜN HALKI'ndan bahsedildi.
14-03-2005 - 5 kez okundu
KAFKASLARIN SÜRGÜN HALKI
Kafkasları balık istifi doluştukları bir gemiyle terk eden sürgünlerden birinin torunu olan Hayri Ersoy, Çerkeslerin Anadolu'daki tarihini romanlaştırmış
2005-03-11 (46 defa okundu)
(DİNÇER SEZGİN)
SÜRDÜLER SÜRGÜN OLDUM
Hayri Ersoy, Epsilon Yayınları, 2005, 292 sayfa, 9.95 YTL.
Karadeniz'in hırçınlığıyla, kızgınlığıyla, onları yutmak ister gibi saldıran dalgalarıyla boğuşa boğuşa bilmedikleri bir kara parçasına ulaşmaya çalışıyorlardı. İrili ufaklı balıkçı teknelerinde binlerce insan vardı... Fırtınalı ve karanlık bir geceydi. Soğuktu. Fırtına ve dalgalar, bu teknelerden birini "sahilin yumuşak kumsalına oturtarak, belki de son yolculuklarını" yaptırmıştı onlara. "Bu çok eski ve dağılmaya yüz tutmuş tekneden mucize eseri sağ çıkabilen", bu kara parçasına savrulan yüz yirmi kişiydiler. Ayak bastıkları yer, neresiydi? Hangi ülkenin topraklarında karaya çıkmışlardı? Bilmiyorlardı. Birçoğu hastaydı. Haftalar önce Kafkasya'nın Sohum sahillerinden yola çıktıklarında, hemen hepsi güçlü kuvvetli ve sağlıklıydı. O sağlıklı insanlardan geriye yüz yirmi kişi kalmıştı. Bilmedikleri o kara parçası, Trabzon'un Kefken kıyılarıydı. Sürdüler Sürgün Oldum romanı, bu yüz yirmi kişinin, yüz yirmi Çerkes'in öyküsünü anlatır bize. Onlar tekneye bindirildiklerinde iki yüz yetmiş altı kişiydiler. "Yüz kişilik tekneye hayvan gibi tıkıştırılmışlardı. Sağlıksız koşullar içindeydiler. Yola çıkıldıktan kısa bir süre sonra, tifo salgını başlamıştı. Bir bir ölüyorlardı. Bu yüzden ancak yüz yirmi kişi karaya ayak basabilmişti. Kulaklarındaki eski şarkılar, yüreklerindeki anılar ve eskinin binlerce fotoğrafı da karaya çıkmıştı onlarla birlikte..."
Göç
Rusların Kasfkasya'yı işgali dört yüz yıl sürmüş. Son direniş noktası; Kafkas dağlarındaki Kbaada köyüdür. Rus kuvvetlerine aylarca karşı koyan bu köyün alınışı ile Rus işgali tamamlanır... Rusya 1864 yılında Osmanlı Devleti ile anlaşır ve Kafkasya'nın kuzeyinde oturan Adige, Ubıh ve Abhazların, yani Çerkeslerin Osmanlı topraklarına göç etmesine karar verir. "Bir taşınma, bir yangına bedeldir" diyen bir sözümüz vardır. Evinizi üç sokak öteye taşısanız bile hemen bu söz akla gelir. Çerkeslerin sürgün acılarını anlayabilmek için bize; bir evin değil, binlerce evin yerinden söküldüğünü, üç sokak, üç kent öteye değil, ülkeler ötesinde ve bilinmeyen bir ülkeye göç etmenin kaç yangına bedel olduğunu düşünmek, yani hayal etmek kalıyor. Böyle bir göç yangından da beter elbette, yok olmak gibi bir şey. Bunu hayal etmek bile sanırım çok zor. Çerkesler, hayal bile edemeyeceğimiz bu göçü, bu gerçeği yaşıyorlar, silinip, yok olup gitmiyorlar tarih sahnesinden. Tersine, açlığa, yokluğa, yersizlik ve yurtsuzluğa, yıkımlara, kırımlara, üzerlerinde oynan bir sürü politikaya, çarpışmalara, savaşlara, ölüme bile direniyorlar ve ayakta kalmayı başarıyorlar. Bunu nasıl başarıyorlar?
Üçüncü kuşaktan torun
"... dünya tarihinin en büyük trajedilerinden biri olan Çerkes sürgününde, Kafkasya'dan yola çıkıp Anadolu'ya varabilmiş bir ailenin; tifo, tifüs, sıtma gibi bir çok salgın hastalığa karşın hayatta kalabilmiş bir bireyinin üçüncü kuşaktan torunu" olduğunu söylüyor, romanın yazarı kendini tanıtırken. İşte onun yazdığı bu roman, Çerkeslerin insanla, doğayla, kurallarla, afetlerle, hastalıklarla nasıl savaştıklarını ve nasıl ayakta kalabildiklerini birinci elden dile getiriyor, açıklıyor diyebiliriz. Çünkü yine yazar yaşlıların sürgün anılarını dinleyerek büyüdüğünü belirtiyor, romanın önsözünde. Anlattıklarını elbette kendisi yaşamamış, ama anlattıklarının doğru olduğuna inandırıyor okuru. Halkın sözlü geleneğinin gücünü bilirsiniz. Onların destansı boyutlar taşıyan bu göç öyküleri de, elbette ki kuşaktan kuşağa aktarılmış ve bugünkü kuşaklara kadar gelmiştir Yine bildiğiniz gibi, toplumları en çok sarsan birkaç olaydan biridir göç olayı. Kaldı ki Çerkesler yalnızca göçü değil, göç içinde öteki büyük sarsıntıları da yaşamışlardır. Bu nedenle onların kuşaktan kuşağa aktardıkları söylenceler, halk öykülerinden, masallardan, deyişlerden, mani ve şiirlerden daha gerçekçi, daha etkili, daha boyutlu ve daha kalıcıdır bana göre. Ama kuşaktan kuşağa geçişleri aynen bizim halk öykülerimiz, anonim şiirlerimiz, manilerimiz gibi, söze dayalıdır. Kaldı ki Çerkesler için anlatılanların gerçeklikleri tarih kitaplarında da yazılıdır. Ben Sürdüler Sürgün Oldum'u okurken, yer yer masalsı havaya bürünen bölümleri de sanırım bu 'inandırıcılığı'nedeniyle, (anlatılanların geçmişte yaşandığını bilmeme karşın) sanki bugünkü olaylar anlatılıyormuş gibi bir tazelik, bir canlılık duyumsayarak okudum.
Bir dünyaya yolculuk
Hayri Ersoy, dört ciltte tamamlanacağını söylediği sürgün dizisinin bu ilk kitabında sizi yepyeni, bambaşka bir dünyaya; Çerkeslerin dünyasına götürüyor. Bu sözlerimden romanın 'didaktik' bir iç yapısı olduğu anlaşılmasın. Çerkesleri bize olaylar içinde tanıtıyor yazar. Biz bu sürgünlerin Kefken kıyılarındaki ilk sabahlarından başlayıp, kendilerine mesken olarak verilen, Düzce civarındaki bir ovaya gidişlerine ve orada yerleşmeye, yurtlarını (sonradan adı Marisa köyü) oluşturuncaya kadar yaşadıkları olayları okuyoruz romanda... Olaylar işte bu süreç içinde 'cereyan' etmektedir. Bu olaylar yaşanırken sık sık geri dönüşlerle, Kuzey Kafkasya'da yaşayan Abhazların, Adigelerin, Ubıhların, yani Çerkeslerin yaşamlarından fotoğraflar da girer anlatımın içine. Yaşananlardan ve anılardan Çerkeslerin kültürlerini, ilişki ve iletişim biçimlerini, armonikalarını, insanın başını döndüren danslarını, kadın erkek ayrılıklarının, 'kaç-göç'ün olmadığını, dost ve sadık kimseler olduklarını öğreniriz. Öyle ki, dost dedikleri için canlarını vermekten çekinmezler. Kendilerine yapılan bir iyiliğin, gösterilen saygı ve sevginin, güzel bir davranışın mutlaka değerini bilir ve karşılığını verirler. Çok iyi savaşçıdırlar. Büyüklerine inanılmaz saygıları vardır. Kendilerini yöneten liderlerine saygı ve bağlılıkları sonsuzdur. Romanın başkişisi Paçkuk Bey'e gösterilen saygı ve buyruklarının koşulsuz yerine getirilmesi bunun bir örneğidir. Paçkuk Bey'in ölümünden sonra yerine seçilen eşi Marisa Hanım için de aynı bağlılık ve duyarlık söz konusudur. Ama liderler de, yönettikleri insanların çıkarlarına ters düşecek hiçbir davranışta bulunmamaya çalışırlar.
Alacakları kararları, hele hele herkesi ilgilendiren kararları kesinlikle, herkesin sevip saydığı büyüklere (gizli liderlere), danışarak alırlar. Çerkesler ölümlerde, düğünlerde, acılarda ve sevinçlerde birbirlerine müthiş dayanak olurlar. Bu güvence nedeniyle onlar yaşlansalar, yalnız kalsalar, elden ayaktan düşseler bile yaşama sıkı sıkıya bağlılıklarını sürdürürler. Aslında Çerkesler iç yapı olarak romantik insanlardır. Armonikaları daima ellerindedir. Sevinçlerini ve üzüntülerine onunla dile getirmeyi severler. Ama yurtlarına, topraklarına, geleneklerine çok bağlı oldukları için, iyi savaşçı ve iyi birer döğüşkendir her biri. Her erkeğin belinde tabancası vardır ama, o silahın yanlış kullanıldığına hiç tanık olmayız. Hayri Ersoy bu romanı ile adeta, Çerkesleri hiç tanımayan birine Çerkesleri anlatmayı, tanıtmayı amaçlamış ve bu amacını da başarıyla sonuçlandırmış.
Önsözü yazan Dr. Erdam Atabet'in söylediğini katılıyorum; "Çerkesleri tanımak isteyen herkes bu romanı okumalıdır".
Anımsamalar
Romanın şimdiyle geçmişi, gerçekle anımsamaları birleştiren, ikisini bir kapta sıcaklıkla bir araya getiren sıkıntısız, çepersiz bir dili var. Büyük boyutlu 'merak öğesi' olmamasına karşın, yine de ilgiyi yitirmeden sonuna kadar götürüyor okuru. Kendisi de Çerkes olan yazar, nesnelliğini daima korumuş. Ufacık bir abartmada "Çerkesleri övüyor" denmesinden çekindiği için, övgü denilebilecek hiçbir anlatıma yer vermemiş satırlarında. Tarihi anlattığı halde, tarihi bir roman değil Sürdüler Sürgün Oldum romanı. Çünkü tarih dersi vermeye kalkışmıyor yazar. Kurgusal bir yapı ve dil oluşturmaya çalışmış ve çabası da romanının, nesnel bir gerçeklik çizgisinde başlayıp sürmesini sağlamış. Bundan sonraki romanlarda Ersoy'un işleyişinin ve dilinin daha çok olgunlaşacağını, başarı çıtasının daha da yükseleceğini hissettiriyor bu roman. Çerkesleri daha yakından tanımanın tadını yaşatan Sürdüler Sürgün Oldum'un devamını merakla bekleyeceğiz.
Etiketler:
sürgün oldum radikal-kitap ekinde