ÇANAKKALE KAHRAMANLARIMIZIN AZİZ HATIRASINA] GÖMELİM GEL SENİ TARİHE DESE
(Çanakkale de ölen binlerce çerkes gencinin ve tüm şehitlerin anısına hepsinin ruhu şad olsun)
Tarih sahnesinde yer alan, boy gösteren devletler ve milletlerin hepsi, şu veya bu şekilde; irili veya ufaklı savaşlara katılmışlar; alınan galibiyetler ve bunların olumlu sonuçlarıyla sevinmişler; aksi durumda, yani mağlubiyetin getirdiği o ağır neticelerle de üzülmüşlerdir. Kazanan devletler ve milletler varlıklarını sürdürmüşler, kuvvetlerine kuvvet katmışlardır ve tarih sahnesindeki ömürlerini daha da uzatmışlardır.
Mağlup olanlar ise, savaşta alınan yenilginin o duygusal ezikliğini hissetmekle birlikte, ilk etapta topraklarını kaybetmişler; belli bir süre sonra ise, tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir. Tarihin tozlu sayfalarına bakılırsa bunlarla alakalı sayısız örneği bulmak mümkündür. Nitekim, tarihisüreç bu ve buna benzer misallerle oluşmuş veya şekillenmiştir. Savaşsız bir dünya isteği, her ne kadar arzu edilen doğru ve güzel bir talep olsa da, bunun gerçekleşmesi maalesef pek de öyle kolay olacak gibi gözükmemektedir. Bu türden bir tespit yapmaya sevk eden düşünce ise önümüzde duran o tarihisüreçtir.
Savaşların tabiisonuçlarıyla elde edilen olumlu veya olumsuz kazanımlar dışında, bir de bu savaşlarla birlikte milletlerin tarihleri zenginleşir; devletler/milletler gösterdikleri kahramanlıklar ve fedakârlıklarla anılırlar. Buna göre de kendilerine has birtakım özelliklerin tespit edilmesi ve bunlarla hatırlanmasına vesile olurlar. Hatta bazen öyle olur ki, savaşın ismi ve cismi unutulur; bunun yerini milletlerin gösterdikleri kahramanlıklar ve fedakârlıklar alır. Bir de buna savaşın cereyan ettiği sıralarda taraflardan birinin içerisinde bulunduğu sosyal, iktisadive askerişartların olumsuzlukları katılırsa, gösterilen kahramanlık ve fedakârlığın kıymeti daha da ehemmiyet kazanır.
İşte o zaman, savaşın ismi ve cismi unutulur; sayısız örnekleriyle o kahramanlık ve fedakârlık numûneleri ön plana çıkar. Halkın gönlünde ve tarih kitaplarında bunlar kalır ve anlatılır; yazılır ve çizilir. Savaşın cereyan şekli veya savaş stratejileri âdeta unutulur, geriye sadece adlarıyla anılan kahramanların o akıl almaz olayları kalır. Bunlar daha sonra menkıbe olarak halk arasında yayılır ve dilden dile dolaşırlar; şayet yazıya geçirilirseler, destanlar ve efsaneler halini alırlar. Zaten destanlar da bu şekilde oluşmuyor mı ?
18-03-2005 - 5 kez okundu
Birinci Dünya Harbi öncesi
İşte Çanakkale Savaşı/Savaşları böylesine bir harptir. Osmanlı Devleti, uzun süredir içerisinde bulunduğu o ağır siyasİ, iktisadİ, sosyal ve askerimeseleler cenderesinde uğraşıp durduğu ve bir çıkış yolu aradığı bir sırada; maddive maneviolarak henüz daha hazır olmadığı, belki de hiç hazır da olamayacağı bir harbe girmiştir, daha doğru bir tabirle âdeta sürüklenmiştir. Fillerin kavgaya tutuştukları ve birbirleriyle tepiştikleri; tozun dumana karıştığı ve ezenle ezilenin pek de öyle belli olmadığı bir arenanın tam ortasında, fillerin arasında kendisini bulmuştur.
Osmanlı Devleti, müsebbibi olmadığı ve altyapısını Batılı sömürgeci devletlerin uzun bir zaman diliminde oluşturdukları; ve bir noktada kendi aralarındaki hesaplaşmanın/restleşmenin neden olduğu, bir savaşa girmiştir. Savaşa girmek veya girmemek aslında asıl sorun değildi: Buradaki esas mesele, ne Osmanlı Devleti devlet olarak mevcut sivil ve askerikurumlarıyla, ne de halk halet-i ruhiye olarak böylesi bir cihan harbine hazır olmamasıydı. Hazırlık bir tarafa; takriben bir sene önce, 'Batılı büyük devletler'in müsaadeleriyle Balkan devletlerinin Osmanlı Devleti'ne saldırmalarıyla başlayan Balkan Savaşları'ndan (1912-1913) çok ağır bir mağlubiyet almış; bunun sonucunda 500 yıllık ecdat toprağı o güzelim Balkanlar'ın önemli bir kısmını kaybetmekle birlikte, geride kalan yüz binlerce Müslüman hunharca ya katledilmiş ya da memleketlerinden sökülüp atılmış ve Anadolu'ya göçe zorlanmışlardı.
Böylesine bir trajedinin ve ağır mağlubiyetin neden olduğu sosyo-psikolojik ezikliğin henüz tam olarak atlatılamadığı ve Balkanlar'dan kopup gelen o göç dalgasının sosyo-iktisadiyaralarının henüz daha sarılamadığı bir vakıa idi. Daha da önemlisi bu savaşlar sonucu askeribirliklerin, askeribakımdan ne kadar zayıf ve yetersiz olduğu ortaya çıktığı gibi, o ağır mağlubiyet nedeniyle de moral olarak iyice yıpranmışlardı. Bunların yanı sıra bir de, beklenilmeyen yenilginin etkisiyle başkentteki siyasidengeler de altüst olmuştu. Bütün bu olumsuzlukların üst üste yaşandığı bir sırada, devlet aygıtını yönlendiren iki veya üç askerive sivil ekâbirin Almanlar tarafından yönlendirilmesiyle Birinci Dünya Savaşı'na girilmiştir. Fakat, bütün bunların gösterdiği gibi, ne Osmanlı orduları, ne siyasİleri ne de kamuoyu bu savaşa hazırdı.
Çanakkale Savaşları
Osmanlı tarafındaki bu olumsuz şartlara karşın, başta 'Batılı büyük devletler' olmak üzere hazırlıkları tam olarak yerindeydi. Özellikle de sanayi devrimi sonrasında başlayan, Avrupa dışındaki coğrafyaların yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin paylaşılmasına yönelik sömürgecilik yarışından dolayı başlayan o rekabet ortamında, taraflar gerekli hazırlıklarını fazlasıyla yapmışlardı. Buradaki hazırlıktan maksat sadece askerideğil, aksine devletin bütün kurumları ve halkın psikolojik olarak savaşa hazırlanmasıdır. Bu bağlamda özellikle de başta Almanya ve İngiltere gibi sömürgeci devletlerin içerisinde bulundukları rekabetin, er veya geç bir harbe neden olacağını bilmelerinden dolayı, başta askeriolmak üzere birçok noktada buna karşı tedbirler aldıkları gibi, kendi kamuoylarını da bu yönde hazırlamışlardı.
Taraflar arasındaki mevcut durumun bu nâmüsait şartlarına rağmen, Osmanlı Devleti bu savaşa girmiş ve orduları bir bütün halinde Birinci Cihan Harbi'nin hemen hemen bütün cephelerinde fedakârca çarpışmışlar; kanları ve canlarını ortaya koymuşlardır. Bunlar arasında özellikle de 19 Şubat 1915-9 Ocak 1916 tarihlerinde cereyan eden Çanakkale Savaşları ayrı bir yere ve ehemmiyete sahiptir.
Saldırgan İngiltere ve Fransa'nın komutasındaki müttefik birliklerinin asker sayısı İngiliz, Fransız, Yeni Zelanda, Kanada, Hindistan, Yunanistan ve Yahudilerden oluşan 480.000 kişiydi; 18 zırhlı, 12 kruvazör, 27 muhrip, 12 denizaltı, 1 uçak gemisi, 1 balon gemisi, 36 mayın gemisi, 2 hastahane gemisi, 86 nakliye ve 222 çıkarma gemisi ile 42 uçağa sahiptiler.
Çanakkale Savaşları fiilen 19 Şubat 1915'te başlamakla birlikte, etkili bir sonuç elde edilmemesi üzerine asıl saldırı, 18 Mart'ta 18 büyük zırhlı, birçok muhrip ve denizaltıyla gerçekleşmişti. Müttefik birlikleri toplam 506 topa sahip olmasına karşın, savunmadaki Osmanlı cephesinde sadece 150 top vardı. Bu üstünlüğe rağmen düşman saldırıları başarılı olamamış ve boğazın denizden geçilemeyeceğini anlayarak, kara savaşlarını başlatmak için geri çekilmişlerdi.
Kara savaşları, 25 Nisan 1915'te düşman birliklerinin Seddülbahir ve Arıburnu'na, 70.000 kişi ile 109 harp gemisi, 308 taşıt gemisi desteğiyle çıkarma yapmasıyla başlamıştı. Arıburnu'na çıkan ve Conkbayırı'na doğru ilerleyen İngilizleri, Mustafa Kemal komutasındaki birlikler Conkbayırı'nda durdurmuştu. Ardından Alçıtepe ve Arıburnu'na yapılan diğer saldırı da 5. Ordu'nun büyük kayıplar vermek pahasına, geri püskürtmüştü.
Haziranda en kanlı siper savaşları başlamıştı. 50.000 kişilik Fransız ve İngiliz orduları top ateşi desteğinde, 25.000 kişilik Türk birliklerine karşı hücuma geçmişti; fakat bunda da ilerlemeyi bir türlü başaramamışlardı. Bunun üzerine, İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda yeniden saldırıya geçmiş ve Suvla kıyılarına baskın halinde çıkarma yapmışlardı. Fakat, Mustafa Kemal'in emriyle başlatılan süngü hücumuyla düşman siperlerinde bastırılmış, ağır kayıplar verdirilerek geri püskürtülmüştü. Böylelikle, 9-10 Ağustos Anafartalar Zaferi kazanılmış ve bunu 17 Ağustos Kireçtepe, 21 Ağustos II. Anafartalar galibiyetleri takip etmişti.
Ağır mağlubiyetlerin ardından artık bir başarı elde edemeyeceklerini anlayan İngilizler ve Fransızlar, kademeli olarak 8-9 Ocak 1916 tarihine kadar Çanakkale'yi boşaltarak çekilmişlerdi. Böylelikle başlangıçta sadece üç gün içinde Çanakkale Boğazı'nı geçeceklerini sanan müttefik devletleri, bunu başaramamışlar; çok ağır mağlubiyetler alarak 213.000 ölü ve yaralı kayıp vererek geri çekilmek zorunda kalmışlardı.
Buna karşın 700.000 askerle savaşan Osmanlı ordularının kaybı ise 190.000 ile 350.000 arasında değişmekle birlikte; Genelkurmay Askeri Tarih ve Strateji Etüt Başkanlığı'nın kayıtlarına göre, 213.882 askerimiz bu harplerde şehit düşmüştür.
Osmanlı askerinin ve komutanlarının gösterdikleri emsalsiz fedakârlıklarla kazınılan bu savaşlar, sadece altın harflerle tarihe geçmemiş; aksine günümüze kadar gelen çok daha önemli sonuçlara neden olmuştur: Küller arasından fışkıran kıvılcım ve İstiklâl Harbi.
Diğer İttifak Devletleriyle birlikte Birinci Dünya Harbi'ni kaybeden Osmanlı Devleti, topraklarının hemen hemen tamamını ya doğrudan kaybetmiş, ya da geride kalanları galip devletler tarafından işgal edilmişti. Bu şekilde Osmanlı Devleti âdeta yıkılmış küller arasında kalmıştı; hâlen ayakta durmasının nedeni ise, sadece galip devletlerin isteği ve kendi siyasetleri dolayısıylaydı.
Fakat manzara-i umumiye hiç de öyle değildi: Aradan fazla bir zaman geçmeden, küller arasından bir kıvılcım fışkırmış ve zamanla bütün Anadolu'yu sararak İstiklâl Harbi halini almıştır. İşte Çanakkale Savaşları'nda alınan o zaferler; gösterilen kahramanlıklar ve fedakârlıklar, yıkılan Osmanlı Devleti'nin külleri arasından kalan kıvılcımdır. Daha da önemlisi, bu kıvılcımı tutuşturacak ve Anadolu'ya taşıyacak lider de, yukarıda anlatıldığı gibi, aynı şekilde yine bu harplerden çıkmıştır: Mustafa Kemal Paşa.
Kurtuluş savaşının kıvılcımı...
Böylelikle Çanakkale Harpleri, hem İstiklâl Savaşı'nın moral olarak altyapısını oluşturmuş, hem de ona liderlik edecek kahramanın/kahramanların yetişmesine, kendini/ kendilerini göstermesine vesile olmuştur.
Nitekim Mustafa Kemal'in bu başarıları, İstanbul'da büyük takdir toplamış ve kendisinin Anadolu'daki İstiklâl Harbi'ne komuta etmesi için, Sultan VI. Mehmed Vahdeddin tarafından daha sonra Samsun'a gönderilmesini sağlamıştır. Böylelikle Çanakkale'de başlayan bu süreç, İstiklâl Harbi'yle devam etmiş; bağımsızlığın kazanılması ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla hedefine ulaşmıştır.
Evet, Çanakkale Savaşları bu noktada çok önemlidir. Bu savaşlarda kazanılan o eşsiz zafer/zaferler Türk askerinin ne kadar kahraman ve fedakâr olduğunu göstermekle birlikte, Osmanlı Devleti'nin Cihan Harbi'ni kaybetmesine ve devamında tarih sahnesinden silinmesine engel olamamıştır. Fakat, unutulmamalıdır ki, İstiklâl Savaşı'na moral olarak zemin hazırlaması, onu sevk edecek bir lideri çıkartması ve nihayetinde dolaylı da olsa Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına yardımı olmuştur. Böylelikle uzun vadede görevini yerine getirmiştir. Çanakkale'nin bu bağlamdaki öneminin göz önünden kaçırılmaması gerekiyor.
90. sene-i devriyesini idrak ettiğimiz şu günlerde, Çanakkale Harbleri'nde şehit düşen yiğitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle yâd ediyoruz. Allah, bu millete bir daha Çanakkale Savaşı/Savaşları yaşatmasın; temennisini ifade etmekle birlikte, şu gerçeğin de altının çizilmesi gerekiyor:
Dünya döndükçe savaşlar var olagelecektir ve toplumlar, hatırlayacakları şehitleri olduğu sürece, galip gelecek ve varlıklarını sürdürebileceklerdir. Aksi durumda ne mi olacaktır? Bu sualin cevabını, tekrar başa dönersek, girişte belirttiğimiz tarihin o tozlu sayfalarındaki sayısız misallerde aramak gerekiyor.
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
18.03.2005
YARD. DOÇ. DR. NECMETTİN ALKAN
Etiketler:
çanakkale kahramanlarımızın aziz hatırasına gömelim gel seni tarihe dese