VEDA YERİNE
VEDA YERİNE
17.10.2005 - 18:21:55
HULUSİ ÜSTÜN
Yazmak; yerine göre kaçmak, yerine göre savaşmak... Bazen kelimelerin ardına sığınır, kalemin gölgesinde dinlenir yazar, bazen kalemi kargı gibi savurur. Her iki durumda da kalemkarın patronu yoksa, bir yerlerden emir almıyorsa, okyanus gibi geniş bir yüreği varsa, o toplumun hem terazisi, hem pusulası olma onuruyla taçlanır. Yazmanın hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek ödülü de işte bu taçlanma anı...
Ha, an gelir sizi en çok anladığını sandığınız tanrıkullarından ipe sapa gelmez sözler işitirsiniz. An gelir yazmakla sivrisineğe kurşun sıkmanın aynı şey olduğunu fark eder, yazdığınız sorunları çözmeye ne mürekkebinizin ne de kanınızın yetmeyeceğini anlarsınız. Her okuyucu sizi tartmaya kalkar, hayatında mektup yazmamış adamlar yazdıklarınız hakkında fikirlerini söyler, anlamak istediği şekilde anlar sizi. En korkuncu da budur. Hiçbir yerde, hiçbir ortamda birlikte olamayacağınız, yaşadıklarınızın hiç birini yaşamamış, gördüklerinizin hiç birini görmemiş olanlar ahkam keser sizin hakkınızda.
17-10-2005 - 5 kez okundu
'Bir çingenenin kıllı siyah bir örümceğe benzeyen eli...' diyor ya Nazım... evet yazarın boynuna urganı geçiren el de çoğunlukla onun kavgasını hiçbir zaman anlayamayacak olan bir adama aittir. Anlamadığı için cellatlığa en çok onlar heveslidir.
Hiçbir şeyle kıyaslanamaz yazının tacıyla taçlanmak. Her şeyi göze almayı gerektirecek kadar büyük bir hazdır bu. Doğru, 'yazmak kötü yola düşmek gibidir' fakat iki yanı ıhlamur ağaçlarıyla gölgeli bir hıyaban gibidir yazmanın kötü yolu. Sonu belki bir idam sehpasında biter Hallac gibi, belki Sakıncalı Piyade gibi kurşunlara uğrar yazar, Lorca gibi vurulur, Zweig gibi düşer ama yazmanın o tarifsiz hazzı var ya, işte o, işte o kurşun yarasından daha büyük iz bırakır yürekte.
Ve yazarın terazisinde tartılır toplumlar. İster fildişi kulesinde oturup ilham bekleyen bir şair olsun, ister keskin nişancılardan gövdesini saklamaya çalışarak not defterini karalayan bir savaş muhabiri olsun, insanlığın terazisi yazarların elindedir en çok. Ve kaleminin bedeli olmadıkça, ve buyruk almadıkça, ve göğüs kafesinde taşıdığı yürek susmadıkça terazi onun elindedir daima. O teraziyi elinde tutan siyasiler gelip geçer, sermaye sahipleri iflas eder, amirler azil olunur, sanatçının yüreği ise kıpırdandıkça ışık olur halkına...
Çoğunlukla rüzgara karışıp gidiyor yazıp çizdiklerimiz. Kimi zaman posta kutusunda mektup, kimi zaman telefonun diğer ucunda ses, kimi zaman bilgisayar ekranında görüntü olup bize dönüyor. İşte onlar fikir veriyor insanların koştuğu yön hakkında. Bu günlerde nefret var çoğunlukla. Sahi ne kadar nefret ediyor insanlar birbirinden. Ve ne kadar kolay değişiyor her şey olumsuz yönde. Hep sürmekten, öldürmekten, bitirmekten bahsediyor insanlar. Ve dağılıyorlar, ayrışıyorlar, restleşiyorlar. Reddediyorlar başkalarıyla kendilerini bir arada tutan değerleri.
'Ermenileri öldürdük ama bir sorun bunu niye yaptığımızı? diyor birisi. Diğeri, 'Çeçenler ölümü hak ediyorlar, çağın Don Kişot'u onlar' diyor ve ele veriyor kendisinin Şanso Panzo olduğunu, bir başkası 'süreceğiz sizi geldiğiniz yere, dönerken balıklar yiyecek cesetlerinizi yine' diyor, Kürtlerin nasıl azaltılacağına dair fikirlerini söylüyor öteki, bir başkası Kürtlerin çoğalıp Türkleri nasıl yutacağını anlatıyor, birileri İsa'nın ümmetinden, başkaları Muhammed'in ümmetinden rahatsızlığını dile getiriyor. İnsanlar nefret ediyorlar başka insanlardan, insanların insanlara tahammülü yok artık.
Şimdiye dek kalem bir kargıydı benim için. Kalemle, klavyeyle savaştım internet sitelerinde, dergilerde, kitaplarda... Hiçbir ordunun askeri, hiç kimsenin lejyoneri değildim üstelik. Tek başıma arsıza arsız, namussuza namussuz, mazluma mazlum dedim. Kimileri rahatsız oldu yazıp çizdiklerimden, ışık görmüş kargalar gibi çığrıştı çirkin adamlar. Kimi zaman aldığımız tebrikler, teşekkürler izleyiciler arasındaki prensesin matadora gülümseyişi gibi güç verdi yorgun kollarımıza. Daha bir sanatçı duruşuyla durduk o zaman, daha istekle bağırdık doğruları 'oley !'diye...
En çok geçmişe ilişkindi yazdıklarım. Her geçen gün daha az zihinde canlanan hatıraları yazdım. Görkemli, heyecanlı, tatlı anılarla dolu kitap yığınları, mektuplar, makaleler, masallar birikti içi geçmişle dolu... bitti galiba söylenecek sözler. Belki de hatırlanacak anı kalmadı...
'Ve günün birinde yıllardır tapınıp durduğumuz putların aptal taş parçalarından ibaret olduğunu öğrendik,' diyor Hattab'ın oğlu Ömer... Bunun ne kadar tarifsiz bir ıstırap olduğunu aslında uzun zaman önce keşfettim. Konuşup durduğun can dostunun ustaca çizilmiş bir portreden ibaret olduğunu fark ediyorsun. Homeros'un cennetine düşüyorsun o an, sarıldığın herkes kayboluyor kollarının arasında, kucaklayınca yok oluyor her şey. Uzandığın eşya parmaklarını arasında gölgeye dönüşüyor. Bir şeyler acıyor içinde, boğuluyorsun kaleminden dökülen mürekkebin ırmağında, Uğraşılarına, emeklerine, yazdıklarına, çizdiklerine acıyorsun. İşte orada silip yeni bir mecraya akıtmak gerek mürekkebi. Hala şansımız varken yaşamak ve değişmek için... yeniden Mevlana'ya kulak vermek gerek.
'Şimdi yeni şeyler söylemek gerek cancağızım!'
Kaleminden başka silahı olmayan ve okuyucunun uykun en derininde olduğu saatlerde arenada dolaşıp duran şövalye yazar neyi keşfetti ve kalemini kırmaya karar verdi Neydi onun apansız susmaya karar verişinin nedeni? Neden kalemini kırıp çirkin adamları mutlu etti, Bir halkının olmadığını keşfetti uzun zaman önce. Yazar, dilinden anlayan bir halkın olmadığı gerçeğiyle bir aslanla yüzleşir gibi yüzleşti. Halk yok, gökyüzüne çekilmiş herkes bir gece ansızın sanki. Artık savaşçının dilini bilen hiç kimse yok... ve bu arena lejyoner dolu... para sesiyle galeyana gelen, ıslıkla yönlendirilen lejyonerlerle dolu her taraf... Çirkin kıyaslayıcılar var, çirkin yargılayıcılar var, hayatları boyunca hiçbir mevzuda muvaffakiyet sağlayamamış Molla Kasımlar var. Ve arenadakiler savaşçının dilini unutalı çok zaman olmuş. Hiç kimse hatırlamak istemiyor o dili üstelik, hiç kimse...
'Susmalı!' demem o yüzden... Susmalı ve başka tarafa akıtmalı mürekkep ırmağının mecrasını. Susup kırmalı kalemi... İlm-i layenfa'dan tanrıya sığınır gibi kaçmalı kalemden kağıttan klavyeden. Bırakmalı arenayı başkalarına. Hayat yaşayıp öğrenilen bir sanat ve sen yolun başındasın hala... ne demişti Mevlana,
'Herkesi ez zani hod şud yari men
Vez deruni men necust esrarı men
Sırr-ı men ez nale-i men dur nist
Lik çeşm i goşra an nor nist!'
Hulusi Üstün
margusey@yahoo.com
Etiketler:
veda yerine