DÇB'Yİ VE İST. KONGRESİNİ TARTIŞMAK 1-2-3-4
İstanbul BKD'nin 2003 Ağustos'unda yayınladığı DÇB Dosyası'nın üzerinden yaklaşık üç yıl geçti. Dosya'nın ilk aylarda oluşturduğu şok dalgası ve tartışmalar bir süre sonra zaman değirmeninin yok edici çarkları arasında dağıldı ve geri plana itildi.
06-05-2006 - 5 kez okundu
DÇB dosyası çok iddialı ithamlarda bulunmuştu. Cevap vermesi gereken kişi ve kurumlar ise dosyanın büyük bir kısmına cevap vermediler. Buna tek istisna, 08.12.2003 tarihinde Yusuf K. Taymaz'ın Muhittin Ünal ile yaptığı "KAFDER ve DÇB" konulu söyleşidir. Muhittin Ünal söyleşi de soruların birkaç tanesine cevap vermeye çalışmış ve "DÇB dosyasının asıl muhatabı"nın ise "Nalçık kentindeki DÇB Genel Merkezi" olduğunu belirterek diğer soruların ve çelişkilerin cevaplandırılmasından kaçınmıştı. Bu durum ortadaki onlarca sorunun ve çelişkilerin "soruların ve çelişkilerin muhatapları" tarafından zımmen kabul edildiği anlamına gelmektedir.
O zaman problem daha da büyük demektir.
Çünkü DÇB dosyası, örgütü son tahlilde "Moskova'nın Kafkasya'daki Yeni Eli" olarak tanıtmakta ve "bizzat Rus gizli servisi KGB/FSB yöneticileri tarafından oluşturulan bu şer örgütünün asıl fonksiyonunun", "Moskova'nın çıkarları doğrultusunda", "Büyük Rusya"nın çıkarlarına hizmet etmekten ibaret olduğunu hatırlatmak"taydı.
DÇB, Kafkasya ve diasporası üzerinde bir "huyela" gibi durmaktadır. Gözlerimizi kapayarak yaşayamayacağımıza veya zihnimizdeki yığınla soruyu cevaplamadan hafızamızdan silemeyeceğimize göre, DÇB fenomeni tartışılmalıdır.
DÇB zaten tüm süreci ile tartışılmaya o kadar müsaittir ki.
DÇB'ni "kutsal inek" olarak görenlerin haricinde hemen hemen herkes, örgütün tüm çalışmalarını yakından incelediğinde, kuruluşundan İstanbul kongresi ilanına kadar geçen süreç içinde bir sürü çelişkiyi kolaylıkla fark edecektir veya fark etmiştir.
DÇB'ni tartışmaya açarken ilk aydınlatılması gereken bölüm örgütün kurulma gerekçesi ve kuruluş sürecidir. Öyleyse iki soru sorarak konuya girebiliriz.
1. DÇB neden kuruldu?
2. Kuruluşu süreci nasıl gerçekleşti?
DÇB NEDEN KURULDU?
Boriş Akbaşev, Dünya Çerkes Birliği'nin "Günümüz Dünyasındaki değişikliklere ve halkımızın kendi manevi birliğini yeniden elde etme isteğine dayanarak" kurulduğunu açıkladığı "Birlik Yolu" adlı makalesinde örgüt üyelerine hedefi de gösterir: "Bugün Çerkes halkının kültürel ve tarihi açıdan yeniden canlanması ve manevi birliğinin sağlanması hepimizin ülküsü olmalıdır".
Yukarıdaki sözler lafzen çok güzel cümlelerdir. Her ne kadar "Çerkes Halkı"ndan kastedilen tüm Kafkas halkları değil de, bazen sadece Adigeler bazen de sadece Adige ve Abhazlar da olsa...
Ama Boris Akbaşev satırlarını sadece böyle güzel ve süslü cümlelerle bitirmez. DÇB'nin kuruluş gerekçesini açıkladığı makalesinde şunları yazmayı da ihmal etmez:
"Tarihin geri dönmeyeceğinin farkındayız, sınırların yeniden çizilmesi, bütün Çerkeslerin vatanlarına dönmesi ve bir devlet kurulmasının imkânsız olduğunun farkındayız."
Kaynak : Birlik Yolu, Boris Akbaşev, Çerkes Dünyası (Uluslararası Çerkes Birliği Dergisi), Bahar 98, Sayı : 1, sf: 7.
Örgütün asıl amacını bu satırlarla ifşa eden Boris Akbaş onca süslü, "vatan ve millet edebiyatı"ndan sonra tüm milliyetçi satırlarını sıfırlayan yukarıdaki cümleleri neden yazma gereği hissetti acaba?
Cevabı bana göre tek: Görevi gereği.
Akbaşev, tribüne oynarken, "avam"ın gönlünü, ideallerini ve milliyetçi hedeflerini okşamakta bir beis görmemekte, bir yandan da bağlı olduğu "merkez"in yani Kremlin'in"kırmızı çizgilerini" örgütün "ekabirine" ve biz avama hatırlatmayı da ihmal etmemektedir.
"Kırmızı Çizgiler" Kremlin'in asıl amacını da ortaya koymaktadır:
SSCB sonrası Kafkasya'da ve eski SSCB coğrafyasında ortaya çıkan "milliyetçi talepler"in önlenmesi, olmaz ise kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi.
1990'lı yıllardaki süreci incelediğimizde Moskova'nın bunda oldukça başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu durum şaşırtıcı da değildir. Tüm bu olup bitenler "derin" ve köklü sömürgeci devlet geleneğinin bir sonucudur.
Kremlin, SSCB sonrası Kafkasya'da ortaya çıkan "milliyetçi talepler"in önlenmesi, olmaz ise kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi için DÇB'ni bir "Truva Atı" olarak bölgeye yerleştirdi. Bununla bir taşla iki kuş vuracaktı.
Birinci hedef, bölgede 1989 Mayıs'ından beri "Kafkasya'nın Birliği ve Bağımsızlığı" adına ortaya çıkan Kafkas Dağlı Halkları Birliği'nin (daha sonraları adını Kafkas Dağlı Halkları Konfederasyonu ve Kafkas Halkları Konfederasyonu olarak geliştirdi.) önünü kontra bir örgütle kesmekti.
İkinci hedef, Kafkasya için her zaman milliyetçi bir sinerji besleyen ve yönü hep anavatanına dönük olan Kafkas diasporasının ilgi ve hamlelerini Kafkas Dağlı Halkları Birliği yönünde kullanmasını engellemek, diaspora önüne kendisinin de kuruluşunda ortak olduğunu vehmedebileceği bir örgütlenme oluşturmak ve diasporayı bu örgüt vasıtasıyla kontrol ve pasifize etmekti.
DÇB bu gerekçelerle ortaya çıkarıldı.
Bu arada öncelikle Kafkas Halkları Konfederasyonu kontrol altına alındı, pasivize edildi ve tarih sahnesinden çekildi. (Bu konu da ayrıca incelenmesi ve tartışılması gereken bir süreçtir).
Bir süre sonra Kafkasya'daki sosyo-politik ortamda rakipsiz olarak tek başına bırakılan Dünya Çerkes Birliği, içinde aktif hale gelmek isteyen tüm yerel milliyetçi kişi ve grupları, en son 2000 Nalçik Kongresi'nde örgüt dışına attı. DÇB Nalçik kongresi sonucu, sahibinin uysal ve sadık kölesi, aparatı olduğunu tüm Kafkasya'ya ve diasporaya gösterdi.
Bu bölümü bitirmeden önce, kendilerini Türkiye dışında sözde"Türkiye Çerkeslerinin Temsilcisi" olarak lanse eden ve DÇB toplantılarına son dönemlere kadar ancak gözlemci olarak katılabilen bir grubun, DÇB'nin kuruluş düşüncesindeki rolleri ile ilgili vehimlerini de burada açıklamak gerekmektedir.
Ortaya çıkışında kendilerinin de payı olduğunu vehmettikleri için duygusal bir tepki ile DÇB'ni her türlü şartta savunan Kaf-Kur (daha sonraki süreçte Kaf-Der ve Kaf-Fed örgütlenmeleri) grubu yıllardır, DÇB fikrinin kendilerinin düzenlediği "125. Yıl Kültür Haftası" etkinliklerinden ilham alınarak oluştuğunu iddia ederler. Muhiddin Ünal, Yusuf K. Taymaz'ın kendisi ile yaptığı "KAFDER ve DÇB" konulu söyleşide şunları söylemektedir.
"...125. yıl Ankara etkinlikleri; uluslar arası nitelikli olarak Kafkaslı toplum temsilcilerinin bir araya geldiği ve Anavatan temsilcileriyle ilk kez bir arada olunması nedeni ile heyecanın doruğa ulaştığı bir etkinlikti. Günlük programlar tamamlandıktan sonra kalınan evlerde o zamanın yöneticileri ve konukların konuşmalarının konusu bu tür birliktelikleri her yıl tekrarlamak için neler yapmak gerektiği idi. Öneriler arasında adı konularak resmen yok idiyse de insanları bu konuda düşünmeye yönelten ilk etkinlik Ankara toplantısıdır..."
Muhiddin Ünal doğru söylüyor. O döneme ait süreli yayınları ve Kaf-Kur bildirilerini incelediğimizde böyle bir örgütlenmenin resmen ve alenen iması bile yoktur. Ama Kaf-Kur fikir babalığından yine de vazgeçmez.
Bir an için o dönem Kaf-Kur yöneticilerine hak vererek, böyle bir düşünsel hazırlığı kabul edersek durum daha da vahimleşmiyor mu
Kafkasya'da 1989 Ağustos'unda yeni bir umut olarak ortaya çıkan Kafkas Dağlı Halkları Birliği'nin birlik ve dayanışma çağrılarına kulak tıkayarak, KDHB'ni yok sayarak, tüm Çerkesler adına yeni bir örgütlenme talebine neden gerek duydular?
Bugünden geriye doğru baktığımızda; "125. Yıl Kültür Haftası" etkinliklerine, Kafkasya'da yeniden ortaya çıkan yerel milliyetçi aktörleri çağırmak yerine, Rodina Derneği referanslı işbirlikçi, nomenklatura artıklarını, "Anavatan temsilcisi" olarak davet etmenin ve ağırlamanın tarihsel bir hata olduğu gün gibi ortadadır.
Tarihsel hatalar burada durmadı, süreç içinde tekrarlayarak devam etti.
Bugünde devam ediyor.
5-8 Mayıs tarihlerinde İstanbul'da düzenlenecek DÇB kongresi'ne ev sahipliği yapmakta aynı vahim hatanın devamı niteliğindedir. Adigey Cumhuriyeti'nin son dönemlerdeki en yiğit sesi "Çerkes Kongresi"ni, Kabardey Balkar Cumhuriyeti'nin ve diğer cumhuriyetlerin vatansever aktörlerini görmezden gelerek DÇB'ye çöreklenmiş Neo-Çar Putin'in kapı kullarını bando mızıka İstanbul'a davet etmek ve ağırlamak ve de en vahimi Kafkasya üzerine ahkam kestirmek bu talihsiz ve yetim millete karşı yapılmış en büyük hakarettir.
"Tarihsel hata"lar bir kez yapıldığında iyi niyetle bunun bir "hata" olduğu kabul edilerek, konu eleştiri düzeyinde tutularak geçiştirilebilir.
Ama "hata"lar mütemadiyen tekrarlanıyorsa bu durum ya "cehalete" işarettir ya da HIYANETE!...
...
DÇB'nin kuruluş sürecini bir sonraki yazıya bırakıyorum.
DÇB'Nİ VE İST. KONGRESİNİ TARTIŞMAK (2)
Tarih ibretlerle doludur ama yine de hep tekerrür eder.
Mehmet Akif'e şu soruyu sordurur: "Hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi?"
Hegel de "Tarihte büyük olaylar iki defa tekrar eder" derken
Marx, Hegel'e itiraz ile: "Ancak" der "Hegel'in unuttuğu bir şey var:
Birincisinde trajedi olarak yaşanan ikincisinde komedi olarak yaşanır."
Coğrafyadan İbret Almak, Yasin Aktay, Yeni Şafak Gazetesi, 29 Nisan 2006.
DÇB'nin kuruluş sürecine geçmeden önce, birinci yazımıza birkaç ekleme yapmanın ve bazı soruları tekrar tekrar sormanın yararı var sanıyorum.
"DÇB neden kuruldu?" başlığı altında örgütün kuruluş gerekçesini açıklamaya çalışırken kurucu iradeyi de özellikle ön plana çıkarmaya özen göstermiştik. Özetleyecek olursak tezimiz şöyleydi:
DÇB, Kafkasya'da ve diasporasında ortaya çıkan milliyetçi taleplerin ve örgütlenmelerin kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi için Moskova tarafından"Truva Atı" olarak bölgeye yerleştirildi. DÇB örgütünün doğumuna, SSCB döneminde Rodina derneği aracılığıyla sıcak ilişkiler kurulan bazı diaspora derneklerinin ve üst yapılarının da (Türkiye için Kaf-Kur) de ortak edilmesi ile 30-35 yıllık senaryo tamamlanmış oldu.
30-35 yıllık senaryo diyorum çünkü, Kremlin'in Kafkas diasporasını kontrol ve pasivize etmek için uygulamaya koyduğu "yakın markaj" yöntemleri bana göre DÇB ile başlamadı. Bu konu esasında ayrı bir yazı konusudur. Detaylara başka bir zamanda girmek üzere kısaca özetleyecek olursak;
Moskova'nın Kafkas diasporası üzerindeki pozitif (Kremlin açısından) etkileri ilk defa 1960 yılların sonlarına doğru ortaya çıkmaya başlamış, 1980'li yıllara gelindiğinde Kremlin Kafkas diasporası üzerinde uyguladığı senaryoda belirli bir mesafe almıştı. Moskova'nın "Kırmızı Çizgileri"yle ve Kafkas cumhuriyetlerinin "nomenklatura"sıyla uyumlu bir "kadro" Türkiye diasporasının "amiral gemileri" sayılan belli başlı birkaç metropol derneğinde söz sahibi olmuşlardı. Ayrıca başta Suriye olmak üzere Kafkas diasporasının yaşadığı birçok bölgede Kafkas örgütlenmeleri benzer kaderi paylaşıyorlardı.
Bu Moskova için tarihsel bir fırsat ve başarı idi. Ama bu yeterli değildi. Çünkü Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti ve Kafkasya Dağlı Halklar Partisi'nin politik mirası ve hedefi yani "Birlik ve Bağımsızlık" ideali, diaspora örgütlenmelerinin ve Kafkas toplumunun toplumsal hafızasında en önemli yeri işgal ediyordu. Bunun tamamen bertaraf edilmesi ve tüm diaspora örgütlenmelerinin tek elden Moskova'ya bağlanması için bir üst örgütlenme gerekiyordu. Bu da kendisi ile (Kremlin) daha önceki süreçte uyumlu hale getirilen Türkiye'deki "kadro" ve Kafkasya'nın "nomenklatura"sı aracılığıyla gerçekleştirildi ve DÇB doğdu.
DÇB'nin doğumu için Moskova'ya cesaret veren ve geçmişteki "emeklerinin" boşa gitmediğini gösteren ilk işaretler, Kafkas Dağlı Halkları Birliği'nin milliyetçi duruşuna verilen tepkilerde ortaya çıkmıştır.
KDHB'nin 25-26 Ağustos 1989 tarihinde Abhazya'nın başkenti Sohum'da kurulması, Kafkasya'da olduğu gibi Türkiye diasporasında büyük bir heyecanla karşılanmış ve İstanbul Kuzey Kafkasyalılar Kültür Derneği (Şimdiki İstanbul BKD) yayın organı Kuzey Kafkasya Dergisi de örgütün ilk kongresini, alınan kararları ve birliğin tüzüğünü yayınlayarak tarihe önemli bir kayıt düşmüştü.[1]
1989 Temmuz'unda Kafkasya gezisine Moskova'daki Rodina Derneği Merkezi'ni ve Rodina Başkan Yardımcısı (gerçekte fiili başkanı) Peter Vassiliev'i[2] ziyaret ederek başlayan Ankara KKKD'nin yöneticilerinin ve derneğin yayın organı Kafdağı Dergisi'nin KDHB'den kerhen bahsetmesi için 1991 yılı başlarını beklememiz gerekecektir.
KDHB'nin tüzüğünde ve aldığı ilk kongre kararlarında, Ankara KKKD'nin yıllarca önderliğini yaptığı "Kafkasya'ya Dönüş" konusunda oldukça net bir tavrı vardır:
KDHB tüzüğünün 1. maddesinin 4. fıkrası:
Çarlık Rusyası'nın koloniyal politikası sonucu ülke dışında kalan soydaşlarımıza tarihi vatanlarına dönmelerinde yardımcı olmak.[3]
Kongre kararının 5. maddesi:
Çarlığın sömürgeci politikası sonucu anavatanları dışında bulunan soydaşlarımıza, uluslararası insan hakları sözleşmesine uygun olarak tarihi anavatanlarına dönmelerinin sağlanmasını S.S.C.B. Yüksek Sovyeti'ne teklif verilecektir.[4]
Bu iki madde de KDHB'nin "Kafkasya'ya Dönüş" konusunda tavrını açıkça ortaya koyarken neden Ankara KKKD, KDHB'ni görmezlikten geldi? Neden örneğin, 125. Yıl Kültür Haftası"na KDHB'nin kurucu kadrolarından birkaç aydın çağrılmadı?
Çağrılamazdı. Çünkü Kremlin'in "Kırmızı Çizgileri"yle Rodina'nın "hasasiyetleri" buna engeldi. Uzun bir süredir kurulan sıcak ve samimi ilişkiler hatırana ancak Rodina'nın referans verdiği "görevli kişiler" çağrılabilirdi.
İşin başka hazin bir boyutu daha var. DÇB'nin doğumuna öyle veya böyle katkıda bulunan ve Kafkasya'daki milliyetçi ve yurtsever dalgaya Moskova'nın "Kırmızı Çizgileri" hürmetine sırt çeviren Kaf-Kur ve devamı örgütlenmeler hiçbir zaman Moskova'nın gerçek güvenini kazanamamış olacaklar ki, bu ilişkiler sürecinde hep edilgen durumda kaldılar ve hep ikinci plana itildiler. Yoksa DÇB'nin kuruluş sürecindeki aşağıdaki çelişkili durumlar ortaya çıkmazdı herhalde.
Boris Akbaş, DÇB fikrinin nasıl oluştuğunu anlatırken, Fethi Recep (Hollanda Çerkes Derneği), İhsan Saleh (Almanya Çerkes Derneği), Zaure Naloeva (Nalçik Adige Derneği), Anatoli Kadzokove (Nalçik Rodina Derneği), Cilahstan Efendiev'i (Nalçik Rodina Derneği), kurucu öncüler olarak tanıtır, teşekkür eder ve ekler " Birliğin temel fikirlerini atan onlardır. 1989 yılında Hollanda'daki görüşmeleri, ileride yapılacak değişiklik ve eklere rağmen temel prensipleri ile günümüze kadar muhafaza edilen UÇB Tüzüğünün kabul edilmesine imkan hazırlamıştır." [5] Boris Akbaş'ın yazısında, yıllardır DÇB fikrinin ilk mimarlarından olduğu ileri sürülen Ankara K.K.K.Derneği'nden veya Kaf-Kur'dan hiç bahsetmemesi oldukça dikkat çekicidir.
Halbuki o dönemde Kaf-Kur Başkanı olan Necdet Hatam ve geçen dönem Kaf-Fed Başkanı Muhiddin Ünal DÇB'nin fikir olarak ortaya çıkışını Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği'nin Ekim 1989'da düzenlediği "125. Yıl Kültür Haftası"na[6] bağlarlar. Necdet Hatam, Marje Dergisi'nde kendisi ile yapılan röportajda şöyle demektedir:
"Dünya Çerkesleri Derneği'nin başlangıç noktasını, Ankara'da düzenlenen 125. yıl etkinlikleri olarak alabiliriz. 125. Yıl Etkinlikleri ve Dünya Çerkesleri Derneği'nin kuruluşunu halkımızın anavatanına dönme çabasında bir dönüm noktası olarak kabul etmemiz mümkün. Bir yıl sonra Hollanda'da benzer bir toplantı yapıldı, ardından Mayıs 1991'de de anavatanımızda, Dünya Çerkesleri Derneği kuruldu."[7] Muhiddin Ünal ise "Nalçik Kongresinden İzlenimler" adlı makalesinde, bu süreci şöyle aktarır. " Ankara'da 1989 Ekiminde yapılan 125. yıl Kültür Haftası ile başlayan, 1990 yılında Hollanda'da devam eden toplantıyla olgunlaşan "Dünya Çerkes Kongresi" nihayet anavatanın Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti'nin başkenti Nalçik'ta 19-20 Mayıs 1991 tarihlerinde yapıldı. Dernekler yasamız imkan vermediğinden Türkiye Çerkesleri, seçilmiş delegelerle değil, misafir statüsündeki gönüllülerle kongreye katıldı." [8]
John Colarusso[9] ise Boris Akbaş'ın ifadesine paralel şeyler söylemekte ve, "Kültür Politikadan Güçlü Olduğunda" adlı makalesinde "Kafkasya'da temelli bir Çerkes toplumu oluşturma kararı" ile harekete geçtiğini iddia ettiği Fethi Recep'i DÇB'nin kuruluş sürecinin baş aktörü olarak tanıtmaktadır.[10]
Baturay Özbek'de "circassiancanada.com" adlı sitedeki yazısında; "DÇB'nin başlangıcı Hollanda'nın Den Allerding Seminer ve Eğitim Tesislerinde Avrupa'da yaşayan ve onların kurdukları Çerkes derneklerinin inisiyatifi ile olmuştur" diyerek Boris Akbaş'ı ve John Colarusso'yu teyit eder.[11]
Peki neden Kaf-Kur ve Ankara KKKD yöneticileri ısrarla DÇB'nin başlangıç noktasını Ankara'daki 125. Yıl etkinliklerine bağlamaya çalışıyorlar? Bu soruyu üç sene önceki tartışmalarda da sormuştuk ve cevap alamamıştık. Soruyu yine tekrarlıyoruz.
DÇB'NİN KURULUŞ SÜRECİ
DÇB'nin resmi kuruluş süreci 4-6 Mayıs 1990 tarihinde Hollanda'da, Çerkes Derneği'nin organize ettiği uluslararası toplantı ile başladı. Toplantıya Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Nalçik Rodina Derneği ve Adige Derneği'nden, Türkiye ve Almanya'da bulunan çeşitli derneklerden, 61 kişi katıldı. Türkiye'den bu toplantıya Süleyman Yançatoral Kaf-Kur adına katılmıştı. Bjemate Gazetesi'nde yapılan bir söyleşi de Sönmez Baykan, bu konu ile ilgili bir soruya cevap verirken kimlerin katıldığını belirtmez ama temsilcilerin seçilişini, "Bu toplantıya Türkiye'den katılan şahısların seçimi tamamen bireyseldi" diyerek eleştirir.[12]
Hollanda toplantısında Nalçik'te 21 Mayıs 1991 tarihinde bir kongrenin toplanması sonucu çıktı. Bu konu ile ilgili taslak ve tüzüğün oluşturulması görevi Hollandalı Çerkes temsilcilere verildi.[13] Çalışmalar Fethi Recep başkanlığında bir komisyon tarafından yürütüldü.
Hollanda toplantısında alınan diğer kararları John Colarusso, şöyle özetler :
"...Her ülke kendi bünyesindeki Çerkeslerin faaliyetlerini yerel Çerkes organizasyonlarının bir federasyonu olarak merkezi bir yapıyla koordine edecekti. Şubat 1991'de Nalçik toplantısının programıyla birlikte tüzük de belirlenecekti. Son anda şüpheci yöneticilerin engellemesiyle bir topluluğun kongreye katılamaması durumunda bir diğer topluluk tarafından temsil edilmesi önerildi. Aslında bu kural, 1991 yılındaki kongreye katılamayan bir grup için uygulanmalıydı. Yürütme kurulunun yöneticileri 4 yıllık süreler için seçilecekti ve federasyonlarını kurmamış toplumlar için delege sayıları da belirlenmişti. Son olarak da Ankara deklarasyonu[14] da yeni oluşturulan tüzüğün ana maddesi olarak belirlenmişti. Diğer hedefler de tespit edilmişti: İlk olarak Çerkeslerle ilişkili ülkelerde faaliyete geçmek üzere bir lobinin kurulması, ikinci olarak yönetimin kaynaklarının tespit ve organize edilmesi, üçüncü olarak lobi faaliyeti ve -gerekirse- kaynakların yönetilmesi için profesyonellerin tutulması, ve son olarak da birliğin merkezinin Hollanda'da kurulması..." [15]
Hollanda toplantısı ile ilgili çelişkili bir durumda Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Rodina Derneği temsilcilerinin tutumu ile ilgilidir. John Colarusso, Hollanda toplantısında "Sovyet delegasyonu gelecekte yapacakları faydalı işleri müjdeleyen bir şekilde işbirliği yaptılar. Khabardey'in "Rodina" adlı kurumunun delegeleri kurumlarının Kafkasya'daki konumu ve görevi hakkında çok açıktılar. Çerkeslerin tarihiyle ilgilenen araştırmacılara arşivlerini açmaya varıncaya kadar, ellerindeki tüm yetkiyi kullanacaklardı" der. Ama Baturay Özbek'de "Efendıyef ve Kozokof böyle kuruluşa karşı çıktıkları halde çoğunluğun kararıyla kurulmuştur" diyerek tersini iddia eder. [16]
Hollanda toplantısında, Nalçik kongresi hazırlıkları için yetkilendirilen Fethi Recep 1990 Ekim'inde, kongre hazırlıklarını tamamlamak ve "Sovyetlerden izin istemek amacıyla Nalçik'e" gitti. Daha önce sormayı tasarladığı "doğal haklardan ve uluslararası kanunlardan hiç bahsetmedi. Sadece SSCB'den ayrılmak isteyen onca gruba karşın geri dönmek isteyen tek grubun kendileri olduğunu söyledi. Dönemezler miydi? Sovyetlerin cevabı yumuşak ve kesin bir "evet" oldu. Sovyetler anayurda dönüş fikrine katılmakla kalmayıp 1991 kongresine de olumlu baktılar ve hatta delegeler Sovyet topraklarına vardıktan sonraki bütün masraflarını da karşılamayı taahhüt ettiler."[17]
Bir yıl sonra 19-20 Mayıs 1991 tarihlerinde Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti'nin başkenti Nalçik'de, I. Dünya Çerkes Kongresi toplandı ve DÇB resmen kuruldu.
...
Yazımız çok uzadı. Şimdilik burada kesmek zorundayım.
[1] Kuzey Kafkasya Dergisi. sayı:76-77-78, s: 11-12-13, İstanbul 1990.
[2] Muhaceretin 125. Yılında Atayurt Kuzey Kafkaya'dan Gezi İzlenimleri, Huvaj Fahri-Jaji Suzan-Tlişe Süleyman, Kaf Dağı Dergisi, Sayı 31-32, sf: 44, Ağustos-Eylül 1989.
[3] Kuzey Kafkasya Dergisi. sayı:76-77-78, s: 11-12-13, İstanbul 1990.
[4] Kuzey Kafkasya Dergisi. sayı:76-77-78, s: 11-12-13, İstanbul 1990.
[5] IV DÇB Kongresine sunulan Çalışma Raporu, Boris Akbaşev, Çerkes Dünyası (Uluslararası Çerkes Birliği Dergisi), Yaz 98, Sayı : 2, sf: 4-5.
[6] Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği'nin organize ettiği 125. Yıl Kültür Haftası, 21-27 Ekim 1989 tarihleri arasında Kafkasya (Adige Özerk Bölgesi, Kabardey Balkar Özerk Cumhuriyeti), Suriye, Ürdün, ABD, Batı Almanya ve Türkiye derneklerinden gelen misafirlerin katılımıyla gerçekleşti. Geniş bilgi için bkz: Kafdağı Dergisi, Sayı: 33-36, Ekim 1989-Ocak 1990, sf: 72-108, Ankara. Kuzey Kafkasya Dergisi, Sayı: 74-75, Kasım Aralık 1989, sf: 4-5, İstanbul.
[7] Marje Dergisi, Sayı 3, sf: 13, Temmuz 1992 Ankara.
[8] Nalçik Kongresi'nden İzlenimler, Muhiddin Ünal, Kafdağı Dergisi, Sayı 51-52, Haziran - Temmuz 1991, sf: 21, Ankara.
[9] John Colarusso, Kanada'daki Mc Master Üniversitesinde Antropoloji ve Modern Diller ve Linguistik bölümlerinde görevli bir profesördür. Harvard Üniversitesi'nde bir dilbilimci olarak eğitim aldıktan sonra, son yirmi yıl boyunca Çerkesler ve diğer Kafkas halkları üzerinde çalışmıştır. Dilbilim, Kafkas dilleri ve karşılaştırmalı mitoloji ile ilgili makaleler ve kitaplar yayınlamıştır.
[10] Daha geniş bilgi için bkz. : Kültür Politikadan Güçlü Olduğunda, John Colarusso, Bu makale, "Dünya ve Ben" Kasım 1991, (Washington D.C), s.656-669'den Türkçe'ye M. Nesij Huvaj tarafından çevrilmiştir. (Nart Dergisi, Sayı 10, sf: 35-42, Kasım Aralık 1998, Ankara.)
[11]Batıray Özbek,http://www.circassiancanada.com/tr/mektup/tartisma_platformu
[12] Geniş bilgi için bkz: Dünya Çerkes Kongresi Üzerine Bir Sohbet, Bjemate, Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Gençlik Kültür, Haber, Düşünce Gazetesi. Sayı. ?, s: 11-17. Ankara.
[13] Dünya Çerkes Kongresi Üzerine Bir Sohbet, Bjemate, Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Gençlik Kültür, Haber, Düşünce Gazetesi. Sayı. ?, s: 11-17. Ankara.)
[14] Ankara Deklarasyonu olarak ifade edilen bildiri, 21-27 Ekim 1989 tarihleri arasında Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği'nce organize edilen 125. Yıl Kültür Haftası sonuç bildirisidir. (Çerkes Kültür Haftası Deklarasyonu). (Geniş bilgi için bkz: Kafdağı Dergisi, Sayı: 33-36, Ekim 1989-Ocak 1990, sf: 92-94, Ankara. )
[15] Kültür Politikadan Güçlü Olduğunda, John Colarusso, Nart Dergisi, Sayı 10, sf: 38, Kasım Aralık 1998, Ankara.
[16]Batıray Özbek,http://www.circassiancanada.com/tr/mektup/tartisma_platformu
[17] Kültür Politikadan Güçlü Olduğunda, John Colarusso, Nart Dergisi, Sayı 10, sf: 39, Kasım Aralık 1998, Ankara.
DÇB'Nİ VE İST. KONGRESİNİ TARTIŞMAK (3)
19-20 Mayıs 1991 tarihlerinde Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti'nin başkenti Nalçik'de kurulan "Dünya Çerkes Birliği"nin ilk genel kurulu hakkında Muhiddin Ünal, Kafdağı Dergisi'nde[1] DÇB'nin Türkiye diasporasına yönelik "resmi" söylemini aktarıyor. Bu yazıda bize ilginç gelen bir şey yok. Ama Ankara KKKD Gençlik Kolu'nun çıkardığı "Biemate" adlı "duvar gazetesi"nin sayfalarında ilk kongre hakkında "resmi" söylemin "unuttuğu" ilginç ayrıntıların aktarıldığı bir söyleşi var. Sönmez Baykan ile yapılan "Dünya Çerkes Kongresi ve Düneyıpso Çerkes Hase (Dünya Çerkes Örgütü) Üzerine Bir Sohbet" adlı söyleşiden[2] ilginç olan bölümleri sizlerle paylaşmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Bjemate: Dünya Çerkes Kongresine nasıl gelindi, D. Ç. K. düşüncesi nasıl ortaya çıktı?
S. Baykan: Olayın iki yönü var. Dünya ve Türkiye yönü. İki buçuk sene önce Hollanda'da bir toplantı yapıldı. Bu toplantı bütün Dünyadaki Kuzey Kafkasyalıların temsilcilerinin çağrıldığı bir toplantıydı. Bu toplantıya Türkiye'den katılan şahısların seçimi tamamen bireyseldi.
Oturum sonucu Nalçik'te 21 Mayıs 1991 tarihinde bir kongrenin toplanması kararı alındı. Bu konu ile ilgili taslak ve tüzüğün oluşturulması görevi Hollandalı Çerkes temsilcilere verildi. Fethi Recep başkanlığında bir komisyon tarafından çalışmalar tamamlandı.
Bunu takiben Türkiye'de dernekler arası toplantılar yapılıyordu. Ankara dernek tabanı olarak biz "Ankara olarak bütün Türkiye'nin yükünü kaldıramayız" dedik. Anavatandaki gelişmeler, bunun artık bir kadro meselesi olduğunu, derneklerimizin birleşmeye gitmesi ya da bir üst kurul oluşturulması gerektiğini ortaya çıkarttı. Bu dönemde Kayseri ve Ankara'da iki toplantı yapıldı. Birinci toplantı da hukukçular konuyu hukuksal açıdan incelediler. İkinci toplantıda bir komisyon oluşturuldu. Bu komisyon iki sayfalık rapor-tüzük karışımı bir belge hazırladılar. Bu esas alınmak üzere bir dernekler arası toplantı yapıldı. Bugünkü koordinasyon kurulu seçildi.
Tabanın taleplerinden tamamen farklı bir sonuç çıktı ve koordinasyon kurulu oluşturuldu. Düzce'de yapılan ilk toplantıdan yarım saat sonra, 21 Mayısta Nalçik'te yapılacak toplantıya katılacak delegeler seçildi. Bu delegelerin ismi Hollanda'ya bildirilerek kesinleşti. Dernekler arası toplantıya katılanlara hiç bir açıklama yapmadan, alınan diğer kararlar açıklanıp, isimler Nalçik ve Hollanda'ya bildirildi. Üç ay sonra yönetim kurulunda büyük dayatmalarımız sonucunda, temsilcilerin seçildiğini öğrendik ve bu seçiliş biçimine büyük tepki gösterdik.
Bjemate: Türkiye'den giden temsilcilerle, diğer ülkelerden gelen diğer delegeler arasında ne gibi bir statü farkı vardı?
S. Baykan: Bizim T.C. yasalarıyla göre böyle bir kongreye delege göndermemiz mümkün değildi. Bu yüzden misafir statüsünde gittik. Ancak orada oluşturulan divan heyetine verilen bir önergeyle Türkiye'den gözlemci olarak katılan şahıslardan 5'inin delege olarak atanması kararlaştırıldı.
Bjemate: Koordinasyon kurulu tarafından 4 kişi seçilmesine rağmen neden 5 kişi delege olarak atandı?
S. Baykan: Bu hazırlanan 4 kişiyle beraber, Rodina'yla aramızdaki bir anlaşmaya dayanılarak yapılan misafir mübadelesinin bu tarihe getirilmesiyle oraya gidecek insan sayısı 8 oldu. Bu sekiz kişiden biri de bendim.
Daha önce yönetim kurulunda bu toplantıya katılacak delegelerin seçimine yapılan itirazlar görüşülürden, delege listesinde benim de ismimin yer almasını bir sus payı olarak değerlendirdik.
Yıllardan beri bu mücadelenin içinde yer alan bizlerin halkımızın somut problemleri varken ve bu problemlerin çözümünde bir oldu-bitti yaratılmaya çalışılırken Kafkasya'ya turistik bir seyahati red etmemiz, Ankara derneği tabanının ve temsil ettiği herkesin düşüncelerini anlatmak, A.K.K.K.D.'nin mücadele içindeki konumunu dile getirmek, halkımızın somut hak ve taleplerini dile getirmek ve Türkiye'nin böyle bir örgütlenme içindeki gerçek yerini alabilmesine katkıda bulunabilmek (çünkü bunların yeterince gündeme getirildiğine inanmıyorduk.) için oy, konuşma hakkı olmak kaydıyla, oy birliği ve temsil yetkisiyle bu toplantıya katılmam kararlaştırıldı.
Ama maalesef yola çıkmadan endişelerimizin bir çoğunda haklı olduğumuz ortaya çıkmaya başladı. Üç gün süren seyahatimiz boyunca ve seyahatimiz öncesi bir günde Ankara'da yaptığımız tartışmalarda sorunlarımızın gündeme getirilişinden temsil olayına, kültürel temaslardan kurulacak siyasi ve politik ilişkilere kadar bir çok konuda ancak son anda bir fikir birliğine varıldı.
Bütün bunlara rağmen, Nalçik Rodinası'na adım attığımızda, kongreye 12 saat kala, durumun hiç de öyle olmadığını gördük.
Kongreye delege olarak katılacakların kırmızı, sadece izleyici olarak katılacakların ise beyaz olan kartlarının bile hazırlanmış olduğunu, aylardır süren bütün çalışma ve çabalarımızın, yaptığımız toplantı ve tartışmaların boşa olduğunu gördük.
Bu olayın üzerine Rodina'ya koordinasyon kuruluna ve delegasyona kesin bir dille sert bir tepki gösterdik. Kongrede konuşma ve temsil hakkımızın engellenemeyeceğini, gerekirse kongreye katılan diğer ülkelerden gelen bütün delegelere olanları tek tek anlatacağımıza ve en geç kongrenin başlama saati olan 7:45'e kadar, beyaz olan izleyici kartımızın kırmızı delege kartına çevrilmesini talep ettik.
Önce, Türkiye'de temsil yetkisinin yanlış tanıtılmış olmasından dolayı ciddiye alınmadık. Ancak diğer ülkelerden gelen delegasyon üyeleri ile yaptığımız ilk kulis çalışmaları sonunda sabah sekize çeyrek kala, kırmızı delege kartımı aldım. İşte bunun için 4 kişi yerine, 5 kişilik delege atandı.
...
Bjemate : Biz Kuzey Kafkasyalılar için oldukça önemli olan bir girişim ve bu girişimin sonuçları neden tabana yeterince ulaştırılmadı?
S. Baykan: Biz de bu konudaki çalışmaları yeterli bulmuyoruz. Olayın tabana en fazla ulaştığı yer Ankara ve İzmir.
D.Ç.K. ve D.Ç.H. koordinasyon kurulu tarafından gizli tutuldu. Biz ise bütün tabana ve kamuoyuna duyurulması gerektiğini savunduk.
Yalova da yapılan dernekler arası toplantıda Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Demeği olarak cumhurbaşkanı, başbakan, muhalefet liderleri, içişleri, dışişleri ve kültür bakanlığı ziyaretlerini sağlamak, koordinasyon kurulu tarafından yapılan toplantının sonuçlarını ayrıntılı bir rapor hazırlanarak derneklere bildirilmesi, konuya ilişkin bir basın toplantısı yapılması ve benzeri öneriler getirdik.
Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği'nin basın ve halkla ilişkiler komisyonunun ön hazırlık ve alt çalışmalarını yapabileceğimizi söylememize rağmen ve bundan önce söylediklerimizin hararetle desteklenmesine rağmen, her nedense Ankara'nın bu işe girmesi istenmedi.
Yapılan oylama sonucunda D.Ç.K. ve 3 diğer tanıtım olaylarının koordinasyon kurulu tarafından yapılması karara bağlandı. Bizde elimizden geldiğince yetersiz olmakla beraber, tabana ulaşmaya çalışıyoruz.
...
Yukarıdaki özet söyleşi DÇB hakkındaki haberlerin "resmi" söylem dışındaki ender örneklerden birisidir. Son zamanlara kadar DÇB hakkında, örgütün Türkiye ayağı tarafından bizlere bahşedilen "resmi" bilgiler dışında haber kaynağımız hiç olmadı.
Son yıllarda Kafkasya'dan Rodina referanslı kişiler haricinde de konuya vakıf kişiler gelip gitmeye başladıktan sonra işin rengi değişmeye başladı. Hatajuko Valeri, İbrahim Yağan ve Abrec Almir gibi bölgenin yurtsever çocukları örgüt hakkında, DÇB'nin Türkiye ayağının bizlere yıllardır aktardığı "Kafdağı Masalları"ndan farklı bir tablo çizdiler.
Yine DÇB toplantılarına Türkiye'deki seçkinci "politbüro"nun inisiyatifi dışında gidebilen kişi ve kurumlar da bize farklı gerçekleri aktardılar. Bu arada Ajans Kafkas'ı da unutmamak gerekir. Kremlin güdümlü haber tekelinin kırılmasında büyük emekleri var...
...
[1] Kafkasya Gezisi Ardından - Nalçık Kongresinden İzlenimler, Muhiddin Ünal, Kafdağı Dergisi Sayı 51-52, Haziran Temmuz 1991 sf: 17-22, Ankara.
[2] Dünya Çerkes Kongresi Üzerine Bir Sohbet, Bjemate, Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Gençlik Kültür, Haber, Düşünce Gazetesi. Sayı. ?, s: 11-17. Ankara.)
DÇB'Yİ VE İST. KONGRESİNİ TARTIŞMAK (4 - SON)
Sayın Ergün Yıldız'ın "zahmet ederek" gözümüzün içine soktuğu DÇB'nin
İstanbul Kongresi'nin programına göre 6 Mayıs'ta, Saat: 09.30 - 19.00
arasında yapılacak genel kurul.
Türkiye diaspora tarihine kara leke olarak geçecek bu günün tersine sonuç
vermesi, yani "Kafkasya Forumu" adına yayınlanan yurtsever bildirideki
"Diasporayı temsil iddiasıyla katıldığınız bu kongrede, iradelerinize ket
vurulmasına izin vermeyin" temennisinin ve Samsun BKD'nin onurlu
bildirisindeki "Dünya Çerkes Birliği isimli kuruluş, VII. Olağan Genel
Kurulu toplantısında, Moskova'ya inat ORTADAN KALDIRILSIN" talebinin
gerçekleşmesi "kara leke"yi anlımızın ortasında onurlu bir "yedi yıldız"a
dönüştürecektir.
Kafkas Dernekleri Federasyonu Üyesi Merzifon Kafkas Kültür Derneği'nin
yürekli çıkışını da önemle vurgulayarak, bu güne kadar DÇB konusunda
milliyetçi-yurtsever bir refleks gösteren tüm kişi ve kurumlarımızı yürekten
alkışlıyor ve bu onurlu tavrın çığ gibi büyüyerek "üzerimizdeki ipoteklerin"
kaldırılmasına vesile olmasını temenni ediyorum.
DÇB'yi ve İstanbul Kongresini tartışırken bu son seride yazmayı düşündüğüm
birçok konu başka arkadaşlar tarafından Marje'ye aktarıldı. Aynı konuları
tekrarlamak yerine farklı bir iki noktaya temas ederek (eteklerimizdeki
taşların az bir kısmını dökmüş olarak) şimdilik bu konuda kenara çekilme
düşüncesindeyim.
DÇB kongresi sonrası oluşacak yeni gündeme göre yazacağımız çok şeyler de
olabilir. Ayrıca daha önümüzde "11 Mayıs" ve "21 Mayıs" gibi halkımızın
toplumsal belleğinden hiçbir zaman silinmemesi gereken önemli günler var.
Daha geri çekilme yok! Küsüp gitmek yok! Gerektiğinde yazmaya devam
edeceğiz...
...
DÇB konusunda; gerek üç sene önceki tartışmalarda, gerekse son bir haftadaki
tartışmalarda yazıp çizenlerden birisi olarak "kafkasfederasyonu.org"da[1]
asılı duran "DÇB 2004 Yılı Başkanlar Kurulu Toplantısı" notlarıyla ilgili
iddiaları yorumlayarak bu konuya şimdilik son vermek istiyorum.
24-25-26 Eylül 2004 tarihlerinde Şapsığ bölgesinde "Adige Xase" merkezinde
yapılan toplantıda Kaf-Fed temsilcileri "zaman zaman değişik kurum ve
şahıslar tarafından internet ortamında yazılan" DÇB eleştirilerini gündeme
taşımış ve başkanlar kurulu üyeleri de şu traji-komik, göz yaşartıcı
savunmaları yapmıştır.
Arada kısa bir dipdot: (Toplantı notlarını bizlere aktaran kalem de bu
traji-komik savunmaları muhtemelen kendi düşüncesine göre yorumlayarak
yazmış. -))
Bu tüm satırlarda hemen sırıtıyor zaten. DÇB'nin resmi söylemini Türkiye
diasporasına aktarırken, diasporanın anlayacağı politik jargona uyarlama
hassasiyetinden ve muhtemelen onların aklına gelmediği ama bizimkilerin her
konu açılışında bize aba altından sopa göstererek dikte ettikleri bildik
işbirlikçi söylemi de buraya sıkıştırma maharetinden dolayı ilgili kalemi
kutluyorum!!!)
Web sitesinde, okuma güçlüğü oluşturan sırt sırta sıkıştırılmış satırları
ben yeniden düzenledim. Bakın ne güzel savunma yapmışlar:
"Her devlet kendi güvenliği açısından istihbarata önem verir ve bu tür
kuruluşlarla ilişkisiz kalmaz. Kaldı ki FSB adına görevli birileri varsa
onların aramızda olması ve yalan-yanlış bilgilerle yanıltma yerine sağlıklı
bilgileri bizden almaları daha doğrudur."
"Türkiye'de ya da bir başka ülkede Mit veya benzeri istihbarat kurumu
temsilcilerinin derneklerde, vakıflarda, komitelerde ve federasyonlarda üye
veya yönetici olarak yer almadıklarını söyleyebilmeniz mümkün değildir. Mit
teşkilatında çok sayıda Çerkes varsa onlardan önemli bir kısmının aranızda
görevli olmadığını kim söyleyebilir?"
"Türkiye'de olağanüstü dönemler olduğunda dernekler alabildiğine özgür
olarak çalışabildiler mi Şu anda Kafkasya'da yaşanmakta olan durum da bu
doğrultudadır."
"Çerkesler olarak kendimize ait partimiz olmadığına göre içinde bulunduğumuz
Rusya Federasyonu'nun bir partisinde üye ve parlamenter olmanın DÇB'ye ve
halkımıza zararı değil aksine faydası vardır."
"Eleştirilerde maksatlı davranılmaktadır. 80 yılın getirdiği aksaklıkları,
çözümü uzun yıllar gerektiren problemlerin çözümlenemeyişinin vebalini,
Dernek yasalarına göre kurulu bir kültür kurumu olan DÇB ile alakalı olmayan
pek çok şeyin DÇB ile irtibatlıymış gibi gösterilerek eleştirilmesini haklı
bulmuyoruz."
"Biz ne söylersek söyleyelim onlar kendi tezlerini buradaki koşullara ters
olsa bile savunmaya devam etmekten ve zaten sayıca çok çok az olan
halkımızın savaşlarda kırılmasını teşvik etmekten vazgeçmeyeceklerdir."
"Siz de eleştiriyorsunuz ama daha iyiye güzele gidebilmemiz için yapıcı
olarak yapıyorsunuz bunu. DÇB hiç mi olumlu şeyler yapmıyor da hep yıkıcı
eleştiriler yöneltiliyor."
"Onlar, zaten çok az olan insanımızın kırılması pahasına savaşı
kışkırtıyorlar, biz ise laik-demokrat-insanlarımızın kırılmaması için savaş
karşıtı-içinde yaşadığımız halklar ve devletle uyumlu- Türkiye ile özellikle
diyalog içinde çalışmak isteyen bir yapıyız."
"Buraya dönmeye gerek bile görmeden uzaktan eleştirmek çok kolay.
O nedenle kimseye cevap vermek zorunda da değiliz?. "
Savunmaları teker teker inceleyelim:
"Her devlet kendi güvenliği açısından istihbarata önem verir ve bu tür
kuruluşlarla ilişkisiz kalmaz. Kaldı ki FSB adına görevli birileri varsa
onların aramızda olması ve yalan-yanlış bilgilerle yanıltma yerine sağlıklı
bilgileri bizden almaları daha doğrudur."
Uzun süre inkar edilen fakat "güneş balçıkla sıvanamadığı için" en sonunda
kabul edilen gerçek; FSB/KGB DÇB'nin içinde hem de tam merkezinde...
Mazeret de hazır. Hem de çok masum (!) bir mazeret. "yalan-yanlış bilgilerle
yanıltma yerine sağlıklı bilgileri bizden almaları daha doğrudur."
Biz de inandık bu satırlara.
Kimi kandırıyorsunuz siz!
Amaç sadece bilgi almak ise bir kişi yeter aranızda bulunması için. (Bu da
kabul edilemez bir durum ya neyse...) Ayrıca günümüz teknolojisi içinde
içeriye adam koymaya da gerek yoktur. Dinleme, bilgi alma ve takip etme
yöntemleri son derece gelişmiştir. Filmlerden ve romanlardan öğrendiğimiz
kadarıyla.-))
Eğer bir kuruma bir istihbarat görevlisi giriyorsa salt bilgi almak için
değil, kontrol ve yönlendirme için girer. Hele bu kişi birden fazlaysa, DÇB
örneğinde olduğu gibi onlarcaysa, o zaman bu işte bir şeyler vardır.
Ve de FSB/KGB mensupları DÇB'nin kuruluş sürecinden beri içinde en aktif
aktörlerse bu hiç normal bir şey değil.
DÇB aleyhine bu platformda kişi ve kurumlar feryat ediyorlar; "DÇB bir FSB
kulübüdür" diye... Daha önce söylenenleri tekrarlamaya gerek yok. Bu durum
saklanamaz bir gerçek...
Kimsenin başını kuma gömmesine gerek yok...
Bu skandal durumu "masumlaştırmak" isteyen mazeret ise son derece gülünçtür.
"Türkiye'de ya da bir başka ülkede Mit veya benzeri istihbarat kurumu
temsilcilerinin derneklerde, vakıflarda, komitelerde ve federasyonlarda üye
veya yönetici olarak yer almadıklarını söyleyebilmeniz mümkün değildir. Mit
teşkilatında çok sayıda Çerkes varsa onlardan önemli bir kısmının aranızda
görevli olmadığını kim söyleyebilir?"
Savunmaya bak!
Tencere dibin kara. Benimki senden kara.
Bu savunmayı Muhiddin Ünal da yapmıştı üç sene önce...
Ve şunları söylemektedir, Yusuf K. Taymaz'ın kendisi ile yaptığı "KAFDER ve
DÇB" konulu söyleşide:
"Başkan Kosta'nın da ve çalışanlarının da KGB ile bağlantılı olduğu yaygın
bir kanıdır. Tıpkı burada aramızda olduğunu bildiğimiz ve bir çoğu ile de
hergün görüştüğümüz halde neden Türk istihbarat birimlerinde çalıştıklarını
ve bu kurumun ne olduğunu kendilerine sormadığımız bir çok insan gibi Rodina
yöneticilerine ve iki-üç kişiyi aşmayan çalışanlarına da bu konuda bir şey
sormadık."
Kurumlarımızda ne işi var istihbaratçıların. Bir çoğu ile de hergün
görüşüyorlarmış. :)
...
Daha fazla yorum yapamayacağım. Burada midem bulandı...
"Türkiye'de olağanüstü dönemler olduğunda dernekler alabildiğine özgür
olarak çalışabildiler mi Şu anda Kafkasya'da yaşanmakta olan durum da bu
doğrultudadır."
Doğru. Olağanüstü şartlarda olağanüstü uygulamalar geçerlidir!!! -)
Anti-demokratik olmuş ne önemi var. Mühim olan "istikrar"!!!
"Tencere dibin kara. Benimki senden kara" mantığına devam.
Kafkasya'da olağanüstü durum ne zaman kalktı ki. 1864 yılından beri (Kuzey
Kafkasya Cumhuriyeti'nin 3 yıllık kısa ömrü hariç) işgal altındaki
topraklarda her zaman askeri ve olağanüstü yönetim mantığı hakim olmuştur.
SSCB'nin yıkılma aşaması ve sonrası 1-2 yıl içinde"yalancı bir bahar"
yaşayan Kafkasya'da, özellikle Neo-Çar Putin'in iktidara gelmesi ile durum
Stalin dönemini aratmayacak despotizme dönüşmüştür.
"Çerkesler olarak kendimize ait partimiz olmadığına göre içinde bulunduğumuz
Rusya Federasyonu'nun bir partisinde üye ve parlamenter olmanın DÇB'ye ve
halkımıza zararı değil aksine faydası vardır."
Hani aşağıdaki satırlarınızda yazdığınız gibi "bir kültür kurumu" idi DÇB.
Nasıl oluyor da "bir kültür kurumu" politik bir karar alıyor. Her şey kara
mizah...
Aldığı karar daha da tartışmalı. Destekledikleri parti, Rusya'nın en faşist
ve totaliter eğilimli partisi. Rusya'nın MHP'si...
DÇB'nin "Türkiye Politbüro"su tarafından bize "Birlik ve Dayanışma Partisi'
adıyla yutturulan "Tek Rusya Parti"si, hem Neo-Çar Putin'in hem de DÇB Genel
Başkanı işbirlikçi Nahuş ZAVURBİY'in partisidir.
"Eleştirilerde maksatlı davranılmaktadır. 80 yılın getirdiği aksaklıkları,
çözümü uzun yıllar gerektiren problemlerin çözümlenemeyişinin vebalini,
Dernek yasalarına göre kurulu bir kültür kurumu olan DÇB ile alakalı olmayan
pek çok şeyin DÇB ile irtibatlıymış gibi gösterilerek eleştirilmesini haklı
bulmuyoruz."
Güldürmeyin insanı yahu...
İşine geldiği zaman Faşist "Tek Rusya Parti"sini destekle, işine gelmediği
zaman, Kafkasya için politik tavır alınması gerekli ciddi problemlerde ise
topu taça at ve biz "bir kültür kurumu"yuz de. Ohh ne ala.
"Biz ne söylersek söyleyelim onlar kendi tezlerini buradaki koşullara ters
olsa bile savunmaya devam etmekten ve zaten sayıca çok çok az olan
halkımızın savaşlarda kırılmasını teşvik etmekten vazgeçmeyeceklerdir."
Savaşı kim ister kardeşim. Savaşın ne insanlık dışı bir yöntem olduğunu
gayet iyi biliyoruz insanlık tarihinden, kendi tarihimizden ve çevremizdeki
yangınlardan. Küçük, mazlum, masum ve zayıf halkların problemlerinin çözümü
için de en son seçenek "silahlı mücadele" olmalıdır. Böyle de oluyor tüm
dünyada. Kimse ahmak değil. "Silahlı Mücadele"yi yani sıcak savaşı teşvik
eden, en çok isteyen ve kullananlar egemen güçlerdir. Rusya'da selefleri
(Çarlık Rusyası ve SSCB) gibi bu metodu hoyratça kullanmaktadır.
Savaşı biz istemedik hiçbir zaman. Bundan sonra da istemiyoruz. Savaşı
egemenler dayatıyorlar. Sizde egemenleriniz adına konuşuyor ve bizi
suçluyorsunuz.
Savaşa karşılarmış!
Savaşa bu kadar karşı çıkanların, süslü kelimelerle vurgu yapanların,
Çeçen-Rus Savaşında takındıkları tavrı unutmadık hiç...
Çeçen-Rus Savaşında takındıkları "3 maymun"luk tavır, "süslü hümanist
cümleler" arasına gizleme yoluna gittikleri "gerçek yüzlerini" görmemizi de
sağlamıştır.
"onlar kendi tezlerini buradaki koşullara ters olsa bile savunmaya devam
etmekten"
Kafkasya'nın koşullarına ters olan tezimizi açıklamıyorlar ama arif olan
anlıyor. :)
Evet . "Birleşik Kafkasya Tezi"nin adını ağzınıza almaya korkuyorsunuz. Evet
korkun. Biz sizin; yani "nomenklatura" ve "Türkiye'deki saz arkadaşlarının"
korkulu rüyasıyız...
Ama çok da üzülmeyin. Korkan sadece siz değilsiniz...
Mabudunuz Kremlin'de korkuyor...
Hasan Kanbolat, "Rusya Federasyonu'nun Kafkasya Politikası ve Çeçenistan
Savaşı" adlı makalesinde; "Rusya, Haziran 1995'de Kuzey Kafkasya'da AKKA
sınırlarını çiğneyerek 58. orduyu kurmuş ve bölgede askeri ağırlığını
artırmıştır" dedikten sonra konuya 3. dipnotta açarak bize şu bilgileri
vermektedir:
"1999 tarihli Rusya Federasyonu'nun Kuzey Kafkasya Halkları Politikası
tasarısında da parçalanma korkusu açık bir şekilde belirgindir. Söz konusu
tasarıda özetle, Kuzey Kafkasya'nın Rusya federasyonu'ndan kopmasının
engellenmesi, Kafkas milliyetçiliğinin ve bağımsızlık yanlısı güçlerin
gelişmesinin önlenmesi üzerinde durulmuştur."
"Siz de eleştiriyorsunuz ama daha iyiye güzele gidebilmemiz için yapıcı
olarak yapıyorsunuz bunu. DÇB hiç mi olumlu şeyler yapmıyor da hep yıkıcı
eleştiriler yöneltiliyor."
"Körler ile sağırlar. Birbirlerini ağırlar." Samimiyetiniz göz yaşartıcı.
Türkiye diasparasına hava atmak için yapılan sözde eleştirilerin maksadını
bildiği için "nomenklatura", sözlerinizi sıcak bir hoşgörü ile karşılıyor ve
eleştirilerinizi "yapıcı" buluyorlar. :)
"Onlar, zaten çok az olan insanımızın kırılması pahasına savaşı
kışkırtıyorlar, biz ise laik-demokrat-insanlarımızın kırılmaması için savaş
karşıtı-içinde yaşadığımız halklar ve devletle uyumlu- Türkiye ile özellikle
diyalog içinde çalışmak isteyen bir yapıyız."
"Buraya dönmeye gerek bile görmeden uzaktan eleştirmek çok kolay.
O nedenle kimseye cevap vermek zorunda da değiliz?. "
Bu satırlar tam "Aziz Nesin"lik.
"Nomenklatura"nın politik jargonunda yoktur "laik-demokrat-insanlarımızın
kırılmaması".
Bu jargon daha çok Türkiye politik jargonuna benziyor... :)
"Laik-demokrat" söylemi bize kimleri hatırlatıyor acaba?
Ne kadar gayretkeşsiniz böyle. Söylenmemişleri de ekleme konusunda.
Kendi aciz kaygılarınızı da adamların ağzından aktarıyorsunuz.
...
Son Söz:
Kafkasya ve diasporası üzerinde bir "huyela" gibi durmakta olan DÇB örgütü,
esasında Rus oyuncak bebekleri "Matruşka"lar gibidir.
DÇB'nin tüm üye kurumları vitrinde değerlendirilen ve gerektiği zaman
kullanılan irtibat kanallarıdırlar. Bu yapı "Matruşka"nın en üst kısmıdır.
Bir alt "Matruşka" ise "Rodina"dır. Hani bizim yıllarca Kafkasya
irtibatımızı sağlayan, Türkiye diasporasında büyük bir emekle, Moskova'nın
"Kırmızı Çizgileri"yle ve Kafkas cumhuriyetlerinin "nomenklatura"sıyla
uyumlu bir "kadro" oluşturan, bu "kadro"nun Türkiye diasporasının "amiral
gemileri" sayılan belli başlı birkaç metropol derneğinde söz sahibi olmasını
sağlayan yurtsever "Rodina".
Üçüncü "Matruşka" ise FSB/KGB,
en son "Matruşka" ise baş aktör Kremlin'dir.
Sözümüzü, bizi daha çok ilgilendiren "Matruşka" ile
DÇB'yi rahminde özenle oluşturan "Rodina"nın,
Türkiye'deki "partner"leriyle yaşadıkları "sıcak" ve "samimi" hatıralardan
birkaç tanesi ile sonlayalım:
Yıl: 1989
ANKARA KUZEY KAFKASYA KÜLTÜR DERNEĞİ YÖNETİCİLERİNİN RODİNA MERKEZİNDE KURUM
YETKİLİLERİ İLE YAPTIKLARI GÖRÜŞME[2]
"...Rodina merkezinde yine Hasan[3] ile birlikteyiz.
O hem tercümanımız, hem rehberimiz. hem de danışmanımız.
Rodina Başkan Yardımcısı (gerçekte fiili başkanı) Peter Vassiliev ve Rodina
Sekreteri bizi Türkiye'den giden ilk Kafkas Kültür elçileri olarak büyük
bir incelik ve ciddiyetle karşıladılar.
Anayurttan uzak olmaktan, dağıtılmışlıktan kaynaklanan etno-psikolojik,
Dil-kültür ve asimilasyon sorunlarımızı, olan ve olması gereken
haklarımızı, geleceğe yönelik umutlarımızı, beklentilerimizi ve
düşüncelerimizi kendilerine anlatma fırsatı bulduk.
Dikkatle dinlediler. Bizi anladıklarını ve etkilendiklerini ifade ettiler.
Özellikle her türlü savaşa, kavgaya ve şiddete karşı barışçı
yaklaşımlarımızı, içinde bulunduğumuz devletlere karşı herhangi bir
düşmanlık duygusu içinde olmadığımızı, tersine bu ülkelerde daima dostça iyi
ilişkiler içinde bulunmak istediğimizi, böylece bu ülkeler arasında
Çerkesler olarak bir barış köprüsü oluşturmayı arzu ettiğimizi dile
getirmemiz, gerçekçi, çağdaş ve evrensel boyutlu yaklaşımlar olarak
değerlendirildi ve takdir edildi..."
Yıl : 1990
"RODİNA" TEMSİLCİLERİ TÜRKİYE'DEYDİ[4]
"... Rodina Kurumu Moskova Merkez Genel Sekreteri Yevgeni Nikolayeviç Kuliyev
başkanlığındaki konuk kafile, Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği
tarafından 15 kişilik bir grupla havaalanında karşılanarak kendilerine
"hoşgeldiniz" denildi...
...Kuzey Kafkasya geleneklerine uygun olarak gerçekleştirilen yemek, Dernek
Başkanı Aslan Arı'nın yaptığı bir konuşmayla başlatıldı. Başkan Aslan
Arı'nın konuşması özetle şöyleydi:
"Değerli Konuklar, Sovyetler Birliği'ndeki Rodina Kurumu Merkez ve
Şubelerinin değerli temsilcileri,
Sizlere, sizden evvel aramıza katılan değerli konuklarımız, derneğimiz ve
şahsım adına "Hoşgeldiniz !" diyorum.
1989'da Grozni'de bulunduğumuz günlerde böyle bir yemekte Mecit İsayev,
Sovyetler Birliği'ni şöyle tanıtmıştı:
'Biz Sovyet halkları çeşitli çiçeklerden oluşan bir buket gibiyiz.' Ve biz;
Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Ankara'da, bu 'buket çiçek'in siz değerli
temsilcilerini ağırlamaktan kıvanç duyuyoruz.
...Sürgün olayının yaşandığı yıllardaki o trajik olayları anlatarak bu
yemeğin tadını bozmak istemiyorum...
...Geçmişte yaşanan olaylardan dolayı kin v.b. olumsuz duygular beslemeyi,
yanlış ve yararsız buluyoruz. Barışı, dostluğu, insan sevgisini taşıyan
gençler yetiştirmeye çalışıyoruz...
...Gorboçov'u, dünyayı soğuk savaştan ve nükleer savaş tehlikesinden
uzaklaştırdığı için seviyoruz. Bir gün o değerli insanın biz Çerkeslerin
tarihsel hatalarla elinden alınmış bulunan haklarını da iade edeceğine
inanıyoruz.
Çeşitli nedenlerle Anayurtlarından kopan Sovyetler Birliği insanlarının,
kültürel sorunlarını ve onlardan arzu edenlerin geri dönmelerine yardımcı
olmayı görev edinen Rodina Kurumunu, bu güzel amacından dolayı seviyoruz ve
bu uğurda görev yapan sizleri de, güzel amaçlar için çalışan iyi insanlar
olarak görüyor, saygı ve sempati besliyoruz...
...Siz Rodina'ların saygıdeğer temsilcileri, değerli yazar ve sanatçılar,
başta kafile başkanınız sayın Yevgeni Nikolayeviç Kuliyev olmak üzere
hepinizden, Anayurt dışında yaşayan Çerkeslerin haklarının iadesi için çaba
göstermenizi bekliyor, bu duygu ve düşüncelerle hepinize sağlık ve mutluluk
dileklerimle saygılar sunuyorum...."
...
Bitirirken: "Rodina" kurumu ve KGB'nin Rodina aracılığıyla "Psikolojik
Savaş" çalışmalarında olgunlaştırdığı kontra bir tez olan meşhur "Anavatana
Dönüş" tezi (Bu tezi; Kafkasyalıların 1864 yılından beri taşıdıkları ve
Çerkes İttihat Teavün Cemiyeti ile "Birlik ve Bağımsızlık" projesi içinde
değerlendirdikleri dönüş düşüncesi ile lütfen karıştırmayınız.) hakkında da,
DÇB'yi de içine alarak söylenecek çok söz vardır...
Zamanı geldiğinde...
Evet! Zamanı geldiğinde de her şey söylenecek VE HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ
OLMAYACAK...
Hepinize iyi günler.
Cekhaş Beslan
Etiketler:
dçb ve ist kongresini tartışmak 1-2-3-4