DÇB'YE HAKSIZLIK ETMEYELİM-3
DÇB ile ilgili açıklamalarımın üçüncü ve son bölümünü sunuyorum.
İlk kongrede seçilen ilk Genel Başkan, rahmetli KALMIK Yura idi. KALMIK Yura Adıgelerden çok, Ruslar tarafından, hatta Rusya Federasyonu devlet yönetim birimleri tarafından çok iyi tanınan, beğenilen, güvenilen bir hukuk profesörü idi. Nitekim Kabardey-Balkar Cumhuriyetimizde milletvekili adayı olduğu halde seçilemedi. Ama merkezi Rusya Federasyonu Hükümeti'nde Adalet Bakanlığı görevine getirildi.
09-05-2006 - 5 kez okundu
O KALMIK Yura, Abhazya'nın işgal girişimi başladığında Abhazya'ya ilk ulaşan, bu harekete ilk karşı çıkan ve karşı çıkışı ses getiren, halklarımızı Abhazya'nın işgali girişimine karşı direnişe çağıran, Rusya Federasyonu yöneticilerinin konu üzerine dikkatini ve ilgisini çeken ilk sivil toplum kuruluşu başkanıydı.
O KALMIK Yura, Çeçenistan'ın ilk işgal girişiminde hükümetin bu kararına karşı çıkan, bu karara ortak olmamak adına Adalet Bakanlığı görevinden istifa edip ayrılan, herkesin oturmak için taklalar attığı bir koltuğu elinin tersiyle itebilen, onur timsali bir Adıge yurtseveri ve ulusseveri idi.
Nalçik'teki ilk DÇB kongresinde pek de tanınmayan O KALMIK Yura'yı, kimilerimize abartılı görünecek kadar övgü dolu sözlerle hararetli iltifatlarla DÇB Genel Başkanlığına öneren de, şimdilerde DÇB'ye kara çalmak adına günah keçisi yapılmaya çalışılan o Rodina'nın, o zamanki Başkanı YEFENDI Cılaxhsten idi.
O'ndan sonra Genel Başkanlık görevini üstlenen isim ise, Adıgey Cumhuriyeti'nin kurulmasında, anadilin resmi dil haline getirilmesinde unutulmaz emekleri ve katkıları bulunan Adıgey Cumhuriyeti Adıge Xase'nin kurucu ve onursal başkanı, Adıge Dili ve Edebiyatı Profesörü, edebiyat eleştirmeni Prof. ŞHALAXHUE Abu idi. O da halk cephesi geleneğinden gelen duyarlı, kararlı, ilkeli örnek bir Adıge yurtseveri idi. (O'nu daha yakından tanımak isteyenler "Kuban Kahramanları" adıyla Türkçeye çevrilen kitabına bakabilirler).
Sonra KALMIK Yura yeniden başkan seçildi. O'ndan sonra genel başkan olan AKBAŞ Boris ise her halde delegelerin özgür iradesiyle seçilemezdi. Ama herkesin gönlünde büyük bir saygı ve itibar kazanmış olan KALMIK Yura'nın önerisi ve de şimdilerde insan hakları savunucusu kahramanlar olarak karşımıza çıkarılan, ama aslında bilerek veya bilmeyerek kendi halklarına, kendi halklarının anavatanlarıyla buluşma sürecine zarar veren bazı arkadaşlarımızın istek ve ısrarlarıyla seçilmişti.
Üzülerek belirtelim ki, DÇB'nin asıl eleştirilmesi ve sorgulanması gereken kimi yanlış karar ve uygulamaları Akbaş Boris'in öncülüğünde o "küstürülen milliyetçi" arkadaşlarımızın aktif olarak DÇB yönetimlerini etkileyip yönlendirebildikleri dönemde başladı. İnsan hakları savunucusu görünümü altında kimi çevrelerce ülkeden ülkeye, ilden ile dolaştırılıp konuşturulan, ulusal kahramanlar gibi takdim edilen o arkadaşlarımız, o dönemde Akbaş Boris'in sağ kolu, danışmanı, Yönetim Kurulu üyesi, Danışma Kurulu üyesi idiler.
Bu dönemde Akbaş Boris öncülüğünde yapılan ve bana göre ciddi biçimde sorgulanması gereken en kötü, en sarsıcı üç uygulamadan söz edebiliriz. Birincisi, Genel Kurul'dan geçen dernek tüzüğünü yok sayıp kimsenin bilgisi ve iradesi olmaksızın, hatta bana göre normal koşullarda Genel Kurul'un asla kabul etmeyeceği bazı maddeler de içeren bir tüzüğün Moskova'da Adalet Bakanlığı'nda Genel Kurul kararıyla kabul edilmiş gibi gösterilerek kayıt ve tescil ettirilmesidir. İkincisi, ülkelerarası bir sivil toplum kuruluşu olan, bu niteliğiyle (insan hakları ihlalleri gibi özel durumlar hariç) hiçbir ülkenin iç işlerine, iç politikalarına karışmaması gereken DÇB'nin Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti'nde ve Rusya Federasyonu'nda politikaya bulaştırılması ve âlet edilmesidir. Üçüncüsü ise, o zaman yürürlükte olan tüzüğe göre seçilmesi de azledilmesi de yalnızca genel kurulun yetkisinde olan Genel Sekreterin, yanlış bulduğu kimi yaklaşım ve uygulamalara karşı direnmesi veya farklı görüşleri savunması bahane edilerek ve onu seçen Genel Kurulun iradesi hiçe sayılarak Akbaş Boris'in isteği ile Yönetim veya danışma kurulu kararı ile görevinden uzaklaştırılmasıdır. Bunlar, demokratik bir sivil toplum örgütünde kabul edilmesi mümkün olmayan, deyim yerinde ise örgütün altını oyan bağışlan(a)maz yapısal temel yanlışlardır. Böylesi yanlışlar güven bunalımı yaratır, örgüt içi demokrasiyi zedeler, örgütü yaralar. Bu tür yanlışlara karşı örgüt üyeleri ve delegeleri başta olmak üzere herkesin çok duyarlı ve dikkatli olması gerekir.
Yukarıda değinildiği üzere, ne yazık ki, her üç uygulamada da, insan hakları savunuculuğu görünümü altında son yıllarda kendilerine yaptırılan olumsuz propagandalarla bilerek veya bilmeyerek ülkelerine, halklarına zarar veren, muhaceretteki halkımızın anayurda duyduğu (duyabileceği potansiyel) ilgi ve sempatiyi kırmak, onu ilgisizlik ve antipatiye dönüştürmek dışında hiçbir olumlu sonuç doğurmayan karalama kampanyalarına alet edilen o kahraman arkadaşlarımızın vebal ve sorumlulukları vardır. O dönemde belki kendilerine sponsorluk yaptığı için Akbaş Boris'in yanlış ve kötü karar ve uygulamalarına oy vererek, karşı çıkmayarak, karşı çıkanlara destek olmayarak ortak olan bu arkadaşlarımız, gerek yıllarca başkanlık, yöneticilik yaptıkları kendi yerel derneklerinde, gerekse DÇB yönetiminde ve çevresinde bir varlık gösteremeyerek, kendilerini halklarına kabul ettiremeyerek, kurallara uygun ve düzenli bir çalışma gösteremeyerek dışlandıklarında (ki dışlanmalarında da Akbaş Boris'in katkısı ve payı vardır) kolaylıkla başka sponsorlar bulabilmiş ve derhal karşı saflara geçebilmişlerdir. DÇB'nin kuruluş sürecinden itibaren ilk dört genel kurul döneminde (yaklaşık on yıl boyunca) yönetimde veya yakın çevresinde aktif olarak görev yapan, bizim de saygın ve güvenilir kişiler olarak tanıdığımız ve destek verdiğimiz bu arkadaşlarımız, bugün maalesef karşı safta, "Rusya'nın yumuşak karnı"nı hedef aldığı bilinen eski anti-komünist, anti-sovyet odakların sponsorluğunda onların borazanlarını çalmaktadırlar. Onların (ve onları, halkımızın anayurduyla buluşup bütünleşmesi sürecine zarar veren karalama kampanyalarında kullananların), kendi yarattıkları ve ciddi biçimde yaraladıkları DÇB hakkında söz söyleme hakları yoktur, olmamalıdır.
DÇB'nin elbette eleştirilecek yanları vardır. Eksik veya yanlış yaptıkları yanında, yapması gerektiği halde yap(a)madıkları çok daha fazladır. Bana göre DÇB yeniden yapılandırılmalıdır. Ama bunun için elini taşın altına koyacak, gerçekten yurtsever, inançlı, idealist ve özverili bir kadro gerekmektedir. Bu kadronun öncülüğünde, nasıl ki kuruluşunda yerel düzeyde ve Hollanda'da hazırlık toplantıları yapıldıysa, aynı şekilde yeniden yapılandırma hazırlık toplantıları yapılmalıdır. O zaman DÇB bütün yönleriyle masaya yatırılabilir. Eksiklerini tamamlamak, yanlışlarını düzeltmek için gerekli önlemler alınabilir, düzenlemeler yapılabilir. Bunun dışında DÇB'yi karalamak anlamına gelebilecek hiçbir şeyin bize, Çerkeslere, çerkes ulusal sorunun çözümüne hiçbir katkısı olmayacak, tam tersine, halkımızı ülkemizden, bizi birbirimizden soğutarak, "biz zaten adam ol(a)mayız" psikozunu azdırarak zarar verecektir.
Gelin biraz daha duyarlı ve sorumlu davranalım. Yarar veremiyorsak bari zarar vermeyelim.
Kâğıt üzerinde dernek kurmak da devlet kurmak da kolaydır. Ama ne devlet, ne de gerçek bir kurum, birkaç kişinin bir araya gelerek "kurduk" demeleriyle kurulmuş olmuyor. Son derece iyi niyetlerle, samimiyetle kurulmuş olsa bile kalıcı bir demokratik yapı kurmanın asgari koşulları yerine getirilmeden kurulmuş gibi görünen derneklerin, kurumların kurumlaşma şansı yoktur. Bu şekilde kurulan (kurulmuş gibi görünen) nice yapı, saman alevi gibi zaman içinde sönüp gitmiştir, gidecektir. Ne yazık ki, Dağlı Halklar Birliği de bunun örneklerinden biridir. DHB hangi halkların hangi demokratik kurumlarının, hangi demokratik yöntemlerle seçtiği temsilciler tarafından kurulmuştur? Ve şimdi nerededir? Gerçekten 40'tan çok halkın demokratik kurumları tarafından oluşturulmuş olsaydı, o kadar halkı gerçekten temsil ediyor olsaydı sahneden bu kadar çabuk ve kolay çekilebilir miydi?..
Kalıcı bir demokratik kurum oluşturabilmenin olmazsa olmaz koşulları vardır. Bunun için her şeyden önce geçerli, makul, gerçekleştirilebilir ve tanımlanmış bir amaç/hedef (amaçlar/hedefler) gerekir. Bu amaçları benimseyen inançlı, kararlı, disiplinli, özverili girişimci kadrolar gerekir. Sosyo-ekonomik tahlilde bu amaçları benimseyebileceği ve omuzlayabileceği görülen, hareketi ve kadrolarını sürekli olarak besleyebilecek, takviye edip genişletebilecek, izleyip yönlendirebilecek, denetleyebilecek bir kitle/halk/ulus gerekir. Bu amacı/amaçları gerçekleştirmeye elverişli araçlar gerekir. Bu araçları hedefe etkili bir biçimde yönlendirmeye, amaç doğrultusunda sağlıklı bir biçimde ilerlemeye imkân veren bir strateji, bir yol haritası ve ona göre bir organizasyon gerekir.
DÇB, bugüne kadar beklediğimiz kimi adımları atamamış, arzu ettiğimiz sonuçları elde edememiş olsa da demokratik bir süreçten geçerek kurulmuştur. Bir çalışma programı vardır. Pek çok güçlüğe ve olanaksızlığa karşın, 15 yıldır kurumsal varlığını koruyabilmiş ve bugün önemli bir noktaya gelmiştir. Daha iyi çalışabilecek, zaman ayırıp yoğunlaşabilecek yetkin kadrolar iş başına getirildiği, yapıcı eleştiri ve önerilerle yönlendirildiği takdirde halkımızın özellikle muhacerette içinde bulunduğu ulusal-kültürel yok oluş sürecinin yavaşlatılması, halkımızın ülkesiyle, ülkemizin halkıyla buluşması doğrultusunda yararlı hizmetler sunabilecektir. Bunun koşulu, duyarlı aydınlarımız başta olmak üzere halkımızın ulusal-kültürel sorunlarımıza ve örgütlerimize sahip çıkmalarıdır. Bütün görev ve sorumluluğu, yalnızca DÇB yönetimine bırakarak veya bütün kabahatleri başkalarına ihale ederek işin içinden çıkma kolaycılığına kaçamayız. Kotarılan işlerin onuru ve gururu, elbette bunun için çaba gösterenlere ait olacaktır. Ama yapıl(a)mayan, başarıl(a)mayan işlerin sorumluluğunu da paylaşmak zorundayız. DÇB yönetiminden ona vücut veren demokratik sivil toplum kuruluşlarımızın yöneticilerine, genel kurullarda seçilen delegelere, derneklerimizin üyelerine, hatta üye olma sorumluluğunu bile üstlen(e)meyenlere kadar hepimizin sorumluluk payı olduğunu unutmamalıyız.
Yine unutmamalıyız ki, Adıge ve Abaza halkları olarak bizim ulusal sorunlarımız, öyle DÇB gibi bir dernekle 15-20 yıl içinde çözülüverecek bir sorun değildir. DÇB, dünyadaki uluslar arası nitelikli en büyük sivil toplum kuruluşumuz olmasına karşın, nihayet bir sivil toplum örgütüdür. Elinde sihirli değnek yoktur. DÇB'nin yapması gereken ve yapabileceği şeyler sınırlıdır. DÇB, uluslar arası ilişkiler, diplomasi, insan hakları ve demokrasi kavramları çerçevesinde yürüteceği çabalarla kuruluş amaçları doğrultusunda bir takım gelişmeler, ilerlemeler sağlayabilir. Bundaki başarı şansı, öncelikle kendisini oluşturan üye derneklerin, birlik ve federasyonların çalışmalarını bu doğrultuda daha etkili biçimde koordine edebilmesine bağlıdır. Anayurdumuzdaki Cumhuriyetlerimiz ve onların kurucu üye olarak bünyesinde yer aldıkları Rusya Federasyonu başta olmak üzere Çerkes nüfus barındıran bütün ülkelerle iyi ve yakın ilişkiler kurabilmesine, gerektiğinde uluslar arası hukuk ve uluslar arası kuruluşların yardım ve desteklerini sağlayabilmesine bağlıdır.
DÇB ne yaptı diye sorgulamak elbette hakkımızdır. Özellikle bu süreçte yer alan kişi ve kuruluşların hakkıdır. Ama bunun için aynı zamanda biz ne yaptık, mensubu olduğumuz (veya olmamız gereken) sivil toplum kuruluşlarımız ne yaptı sorgusunu da yapmalıyız.
Her şeye rağmen DÇB'nin yaptıkları küçümsenmemelidir. Bütün zorluklara ve olanaksızlıklara karşın 15 yıldır tüzel kişiliğini koruyabilmiş olması, dünyadaki toplam sivil toplum örgütlerimizin, dolayısıyla örgütlü toplumumuzun yaklaşık %80'ni temsil etmesi, onların anavatana umutla bakmalarını sağlaması bile başlı başına bir başarıdır. Hiç değilse DÇB, anadil ve anavatan kavramlarının, ülkesiyle milletinin buluşup bütünleşmesinin ulusal yaşamda taşıdığı büyük anlam ve önemi nispeten daha iyi kavrayan, yönü anayurda dönük sivil toplum kuruluşlarımızın demokratik etkileşme ortamı ve koordinasyon merkezidir.
Lütfen her birimiz bireyler olarak, mensup olduğumuz (veya olmamız gereken) kurumlar olarak amaç ve hedeflerimizi bir kez daha gözden geçirelim, sorgulayalım ve formüle etmeye hiç değilse kendimize ifade etmeye çalışalım. Acaba ne kadar geçerli, gerçekleştirilebilir, makul bir amacımız/hedefimiz var?
Ne kadar güzel, ideal (hayal, muhal) amaçları hedeflersek hedefleyelim. Onları gerçekleştirebilmek için her şeyden önce bizim fizik olarak olduğu gibi ulusal dilimiz, kültürümüz, karakteristik özelliklerimizle de var olmamız gerekmez mi Merdivenin üst basamaklarına, en üst basamağına çıkabilmek için önce ilk basamağına basmak gerekmez mi
Anadilimizle konuşabilir, diyalog kurabilir, okuyup yazabilir olmamız gerekmez mi Bunun için ya bulunduğumuz yerlerdeki okullarda anadilimizi, ulusal kültürümüzü, tarihimizi öğrenebileceğimiz, çocuklarımıza öğretebileceğimiz bir ortam oluşturmaya çalışmamız gerekmez mi Veya bunları bulabileceğimiz, bulduklarımızı geliştirebileceğimiz kendi anavatanımızla buluşup bütünleşmek için çaba göstermemiz gerekmez mi Bu ilk adımları bile atmadan, ondan çok daha öte ve ileri amaçlarımızı nasıl gerçekleştirebiliriz? Her gün neredeyse birbirimizin gözünü oymaya çalışır gibi davranarak bu ilk adımları atabilir miyiz?
Geleneksel Çerkes nezaket ve terbiyesi içinde sorunlarımızı soğukkanlılıkla ele alabilirsek, birbirimizi suçlayıp karalamadan demokratik diyalog yollarını açık tutarsak birçok şeyi başarabiliriz. Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan, nispeten örgütlü olarak ulusal-kültürel sorunlarıyla ve anayurtla ilişkisini sürdüren (ve önemli ölçüde asimile olsalar bile gelecekte de bu ilişkileri sürdürebilecek olan) örgütlü insanlarımız, kurumlarımız var. Her birinin farklı güç ve olanakları var. DÇB'yi kuranlar bunlardır. DÇB'nin koordinatörlüğünde bunların sahip olduğu imkân ve kabiliyetler ortak amaca, özellikle anayurda dönüş amacına yöneltilebilirse mesafe alınabilir.
Önyargılarımızdan, saplantılarımızdan kurtulamazsak, "çamur at izi kalsın" anlayışından, "öküz altında buzağı arama" ilkelliğinden, yargısız infazlaardan kendimizi kurtaramazsak bir yere varamayız.
DÇB'yi ve kimi yöneticilerini "Rus uşağı", "Putin'in piyonu", "Truva atı" vb. biçimde karalamaya çalışmak, önyargıdır, saplantıdır, belirtilen diğer kötü anlayış ve yaklaşımların sonucudur. En azından DÇB'yi kuran ve yaşatan dünyanın dönt bir yanındaki derneklerimize, birliklerimize, federasyonlarımıza, onları oluşturan halkımıza saygısızlık ve hakarettir.
Şayet DÇB, rahmetli KALMIK Yura zamanında Rus uşağı, Yeltsin'in piyonu ve Truva atı idiyse, şimdi ondan daha az öyledir. Çünkü DÇB'nin başına, merkezi Rusya Federasyonu nezdinde KALAMIK Yura'dan daha saygın ve muteber bir yönetici gelmemiştir.
Artık bunları bırakalım. Bundan sonra zamanımızı, yetenek ve birikimlerimizi ya bulunduğumuz yerde anadilimizi, ulusal kültürümüzü ve tarihimizi öğrenebileceğimiz, çocuklarımıza öğretebileceğimiz ortamlar oluşturmaya veya bu ortamların önemli ölçüde var olduğu anayurdumuza dönüşün koşul ve olanaklarını hazırlamaya yönelik projeler, öneriler üretmeye, böyle bir projemiz, önerimiz varsa onları tartışmaya ayıralım.
Marje grubuna sevgi ve saygılarımla...
Fahri Huvaj
Etiketler:
dçb haksızlık etmeyelim-3