ÇERKES HASAN TEK BAŞINA MECLİSİ BASTI !
Tüm ülke günlerdir Danıştay'a yapılan baskını ve baskıncı Aslan'ı konuşuyor. Bundan tam 130 yıl önce de bir baskın Osmanlıyı sarsmıştı.
29-05-2006 - 5 kez okundu
Bugün devletin şımarttığı baş belaları var, dün de Saray'ın şımarttığı baş belaları vardı. Bugünküler marifetlerini, geleceğimizi ipotek altına alan faili meçhul cinayetlerde, Susurluk'ta, Şemdinli'de, Danıştay baskınında sergilediler.
Terörizmin teorisyenleri, dünkülerle bunlar arasında organik bağ olduğunu söylüyor. O yüzden bugünküleri anlamak için biraz geçmişe bakmak lazım.
Çerkes Hasan, Sultan Aziz'in ikinci eşi olan Çerkes aslından Edadil Hanım'ın akrabasıydı. Bu şanslı hanım bir erkek çocuk (Şehzade Mahmut Celalettin Efendi) doğurup haremdeki yerini iyice sağlamlaştırmıştı. Artık ona 'kadınefendi' diye hitap ediliyordu. Bu hoş günlerde Edadil Hanım'a, Bandırma köylerinde bulunan ailesinden acı bir haber geldi; kız kardeşi ardında Hasan adını verdiği nur topu gibi bir erkek evlat bırakarak genç yaşta ölmüştü. Padişah eşi merhametli Edadil Hanım, öksüz kalan Hasan'a sahip çıktı. O ne de olsa ana yarısı bir teyzeydi. Hemen Hasan'ı İstanbul'a getirterek saraydaki dairesine yerleştirdi.
O tarihlerde henüz 5-6 yaşlarında bulunan Hasan, çok güzeldi. Valide Sultan'dan başlayarak, sarayı dolduran bütün kadınlar tarafından son derece seviliyor, kucaktan kucağa dolaştırılıyordu. Saray kadınlarından gördüğü bu ölçüsüz iltifat sayesinde Hasan'ın forsu arttı da arttı, öksüz bir yanaşma olduğu unutuldu da sanki şehzadeymiş gibi muamele gördü. 12 yaşına gelip de artık harem dairesinden selamlık dairesine çıkartıldığı zaman, erkekler arasında birdenbire şaşalamış, bocalamış ve mahrum kaldığı kadın iltifatlarını aramaya başlamıştı.
ÇETEYLE HARAÇ KESTİ
Sultan Aziz de bu güzel ve zeki delikanlıyı severdi. Onun Harbiye Mektebi'ne devamını irade etti. Hasan 18-19 yaşlarına girince Beyoğlu alemlerine dadandı. Saray kadınlarından görüp de mahrum kaldığı zevkleri, şimdi Rumlar'ın işlettiği son derece lüks genelevleri dolduran birbirinden güzel kadınlarda aramaya başlamıştı. Akranı olan bazı şehzadeleri de peşi sıra sürüklüyordu. Tabii ki yanlarında korumalardan oluşan bir çeteyle dolaşıyorlardı. Çok geçmeden Beyoğlu'nda, Galata'da, Tatavla'da ne kadar kumarhane, meyhane, umumhane varsa hepsi Hasan ve çetesi tarafında haraca bağlanmıştı. O, her gece bu mekanlarda başına topladığı birçok dalkavukla işret ederek sabahlıyordu.
O sırada, Sultan Aziz'in en sevgili şehzadesi Yusuf İzzettin Efendi de 14-15 yaşlarına girmiş bulunuyor ve Harbiye Mektebi'nin Zadegan sınıfına devam ediyordu. Bu efendi hem gab", hem de tembeldi. İlk sınıfı bile geçememişti. Hatta sınavında bulunan öğretmenlerden biri, ona 'üç sıfır' vermekte katiyen tereddüt etmemişti. Bundan fena halde ürküp 'Yahu ne yapıyorsun. Uğrayacağın akıbetten ürkmüyor musun' diyenlere, 'Yarın bir kıtanın başına geçmek ihtimali olan efendi hazretlerine iltimas ederek büyük bir vebal altına giremem. Ben vazifemi ifa edeyim de bana ne yaparlarsa yapsınlar' diye cevap vermişti.
Sultan Aziz bu olayı haber alır almaz son derece hiddetlenmiş, lakin vazifesinde o derecede dürüstlük gösteren o öğretmene de ilişmemişti. Ancak daha mektepteyken mülazım rütbesinde bulunan sevgili şehzadesini her cuma selamlığında terfi ettirmiş; Yusuf İzzettin Efendi'yi, çocuk sayılacak bir yaşta Hassa Ordusu Kumandanı yapmış, Harbiye Mektebi'ni güçlükle bitirmiş olan Çerkes Hasan'ı da yüzbaşılığa çıkararak Yusuf İzzettin Efendi'nin yaverliğine tayin etmişti.
ONUN DA BELALISI VARDI
Rütbeler, sırmalı ceketler, atlas pelerinler, hatta irili ufaklı madalyalarla iyice gemi azıya alan Hasan, Pera'da adeta hükümranlığını ilan etmişti. Tabii ki her şey Sultan Aziz'in kulağına kadar geliyordu, zaten o da zaman zaman kızdığı kişi ve kuruluşlara Hasan vasıtasıyla gözdağı veriyordu. Ayrıca Hasan'ın şehzadelerin gözünü açmasından, onlara yol, yordam öğretmesinden de memnundu. Kurnaz Hasan, bu marifetlerini döktürürken asla saray ahalisini ihmal etmiyordu. Hafta en az iki gün saraya gidip Valide Sultan'la teyzesi Edadil Hanım'ın elini öpüyor, eğer müsaitse Sultan Aziz'in eteğine yüz sürüyordu. Haliyle saraydan cepleri şıngır mıngır altınlarla dopdolu çıkıyordu. Hülasa, bu ziyaretler de Beyoğlu ziyaretleri gibi eğlenceli ve karlı geçiyordu.
Gelgelelim Çerkes Hasan'ın bir belalısı vardı: Serasker Hüseyin Avni Paşa! Bu görevine sadık, mesleğine saygılı paşa, aslında emri altında olması gereken bu torpilli subaya laf dinletemiyordu. Onun kanun dışı halleri, kumarbazlığı, kadın düşkünlüğü, soygunculuğu bir Osmanlı subayı olmasa belki de onu hiç ilgilendirmeyecekti. Halbuki o bir Osmanlı askeriydi. Bu yüzden Hasan'ı hizaya getirmeye çalışıyordu. Hasan ise bunlara hiç aldırmayarak bildiğini okuyor, paşa aleyhine sağda solda atıp tutuyor, hatta onu saraya şikayet ediyordu. Hüseyin Avni Paşa bu şikayetler kulağına gelince çok kızmış; 'Ona söyleyin, kendisini biraz toparlasın' diye haber göndermiş, fakat daha ileriye gidememişti.
Lakin feleğin çarkı bazen tersine de dönüverir. Nitekim Hasan için de bu böyle oldu. O çok güvendiği, dizi dibinde büyüdüğü Sultan Aziz, Mithat Paşa ve ordu işbirliğiyle tahttan düşürüldü. Arası çok geçmeden Sultan Aziz intihar etti. Kimileri buna cinayet dedi. Yerine geçen Padişah Abdülhamid gibi Çerkes Hasan da bunun bir cinayet olduğuna inanıyordu. Artık Hasan'ın geleceği değişmiş, tabiri caizse eşekten düşmüşe dönmüştü.
Şimdi Serasker Hüseyin Avni Paşa dişlerini gösterebilirdi. Derhal merkez kumandanını çağırarak: 'Çerkes Hasan olacak o katırı derhal celbet, Bağdat'a gönder' diye emir vermişti. Merkez kumandanı Hasan'ı bulmuş, seraskerin emrini tebliğ etmişse de o bu emri gülerek geçiştirmişti. Hüseyin Avni Paşa'nın ikinci defa olarak verdiği bir emir üzerine, Bağdat'a muhafaza altında gönderilmek üzere Hasan tevkif edildi ve şimdi üniversite binası olan Beyazıt'ta, serasker dairesinin meydana bakan sağ tarafındaki kapı karakolunda hapsedildi.
Hasan o zaman kendisini toparlamış, derin derin düşünmeye başlamıştı. Artık nereye giderse gitsin, Serasker Hüseyin Avni Paşa'nın kendisine rahat vermeyeceğine kanaat getirdiği için, belalısı haline gelen paşayı öldürmeyi kararlaştırmıştı. Ama onun tek hedefi bu paşa değildi. Koruyucusu Sultan Aziz'in düşürülmesinden ve öldürülmesinden sorumlu tuttuğu Mithat Paşa'yı da öldürmek istiyordu. Bunu da tek tek değil, ancak meclis toplantı halindeyken toptan yapabilirdi. Merkez kumandanına müracaat ederek: 'Madem ki askerim, tabiidir ki verilen emre itaat edeceğim ve gönderildiğim yere gideceğim. Ancak hazırlanmak için birkaç gün müsaadenizi rica ederim' diye haber gönderdi. Bunun üzerine Merkez kumandanı Hasan'ı odasına getirterek nasihat etti ve hazırlanması için de iki gün izin verdi.
HASAN NİYETİ BOZDU
Hasan parasız ve hamisiz kaldığı için artık Beyoğlu'na çıkıp eski alemlere dalamazdı. Hapisten çıktığının ertesi, 16 Haziran 1876 Perşembe günü, akşama kadar dolaştıktan sonra, ikisi büyük ve biri küçük çapta üç silahı yanına alarak ve çizmesine de iki kama saklayarak Yemiş İskelesi'ne geldi; oradaki adi meyhanelerden birine girdi. Artık aklına geleni yapacak derecede kafayı tütsülemişti. Bu tütsü tam kıvamını bulunca oradan bir kayığa atlayarak Üsküdar'daki Hüseyin Avni Paşa'nın yalısına gitti, seraskeri görmek istedi. Ancak burada meclisin Beyazıt'ta Mithat Paşa'nın konağında toplandığını öğrenince tekrar kayıkla Sirkeci İskelesi'ne geçti; orada bir sürücü beygirine binerek doğruca Mithat Paşa'nın konağına geldi, açık bulunan kapıdan içeriye girdi ve ağalar odasının yolunu tuttu. Burada, nazırların ağaları bulunuyordu. Bundan sonrasını; orada bulunan Maliye Nazırı Yusuf Paşa'nın ağası anlatır...
YUSUF PAŞA'NIN AĞASININ AĞZINDAN KANLI BASKIN
'Odada beş arkadaştık. Epey içtikten ve yemek yedikten sonra henüz sofradan kalkmıştık. Kumar oynayacaktık. Hasan Bey sarhoş olarak odaya girdi. Selam verdi. 'Yarın Bağdat'a gidiyorum. Serasker Paşa hazretlerinin eteğini öpüp veda edeceğim. Kendisine haber veriniz' dedi. Paşaların toplandığı salonun kapısında, Mithat Paşa'nın ağası Ahmet Ağa nöbetçiydi. Gidiniz de Ahmet Ağa'ya söyleyiniz, o haber verir dedik ve Hasan Bey'i ona gönderdik. Hasan Bey gitmiş, ona da aynı sözleri söylemiş. Ahmet Ağa, olmaz ben söyleyemem, yaveri bul o söyler demiş. Çerkes Hasan buna itiraz etmiş, Ben saye-i şahanede bir kolağasıyım, yaveri git de sen çağır demiş. Bunun üzerine Ahmet Ağa aşağı iner inmez, Hasan Bey toplantı salonuna dalmış. Ve Avni Paşa'nın üzerine ateş etmiş. Biz yukarı koşuncaya kadar birkaç dakika geçti. Bu zaman zarfında da ortalık salhaneye benzemişti. Meğer Hasan Bey'in, Hüseyin Avni Paşa'ya attığı ilk kurşun, onun karnına girmiş. Paşa can acısıyla bir sandalye alarak Hasan'a hücum etmiş. Hasan onun ölmediğini görünce tetiği ikinci defa çekmiş; bu defa çıkan kurşun Hariciye Nazırı Raşit Paşa'yı cansız olarak yere sermiş. Bahriye Nazırı Kayserili Ahmet Paşa, arkadan koşarak Hasan'a sarılmış. Lakin o, çizmesindeki kamalardan birini çekerek Ahmet Paşa'yı da yaralamış. Biz yukarı çıktığımız zaman, serasker aldığı yaranın tesiriyle yere serilmişti. Hasan Bey de onun üzerine çıkarak elindekiyle karnını deşiyordu ve hırsını alamadığı için kamayı mütemadiyen Avni Paşa'nın vücuduna daldırıp çıkararak onu delik deşik ediyordu. O sırada Mithat Paşa'nın ağası eline kocaman bir yatağan geçirmişti. Onunla Hasan Bey'in üzerine hücum etti. Fakat Hasan, attığı bir kurşunla onu da telef etti, hatta bahriye nazırının yaveri Şükrü Bey'le bir bahriye neferini de öldürdü. Bu kargaşa içinde asıl hedef olan Mithat Paşa masa altına saklanmış, oradan da sürünerek, harem dairesine sığınmış ve dolayısıyla canını zor kurtarmıştı.'
Bu kanlı hikayenin devamını Saray mektupçusu Memduh Paşa'nın hatıratından öğreniyoruz; Konağa yakın bir karakoldan silah seslerini duyan askerler gelmişler. Hasan bunlardan da ikisini şehit ettikten sonra, nihayet kendisi de süngü yaralarından delik deşik olduğu halde yakalanıp karga tulumba Beyazıt Meydanı'na götürülmüş; oradaki bir dut ağacına mahkemeye çıkarılmadan asılarak idam edilmiş.
Ümit Bayazoğlu/Akşam
Etiketler:
çerkes hasan tek başına meclisi bastı !