GÖÇ HİKAYELERİ
Her ayrılığın dayanılması güç bir hüznü ve zorluğu vardır. Bir de bu ayrılık, gidişi olup ta dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkarıyorsa insanı keder üstüne keder öğütür zamanın değirmeni. Ve insan iki değirmen taşının arasında ezilen buğday misali toz olup savrulur bilinmeyen topraklara ve bilinmeyen iklimlere.
Onlar; sırtlarında denkleri ve önlerinde hayata dair umutlarının peşi sıra Balkanlardan, Kafkaslardan ve Orta Asya'dan Anadolu'ya doğru yola çıkan "inadına yaşamak" için çileli göç yollarını aşabilme cesaretini gösteren bir neslin çocuklarıdır.
14-03-2007 - 5 kez okundu
Onlar; doğup büyüdükleri-ekip biçtikleri toprakları geride bırakıp yeni vatanları Anadolu'ya yerleşince "bir daha asla dönemeyiz" diyenlerle "bir gün mutlaka döneceğiz" diye hayaller kuran ak sakallı dedelerin ve acı göz yaşlarının yüzlerinde derin izler bıraktığı ak saçlı ninelerin torunlarıdır...
Anlatılanlar ise şarkılara - türkülere , geleneklere - göreneklere tutunarak ve birbirlerinin yüzlerine - gözlerine bakarak ayrılıkların acısını unutmaya çalışanların göç hikayeleridir
TRT, Balkanlardan, Kafkaslardan ve Orta Asya'dan Türkiye'ye uzak ve yakın geçmişte yaşanan göçleri, "Göç Hikayeleri" başlığıyla ekrana taşıyor.
13 bölümden oluşan belgesel ; Osmanlı Devletinin kazanılan toprakları kaybetme sürecine girmesiyle başlayan ve yirminci yüzyılda yaşanan siyasi gelişmelerle yoğunlaşan göçleri, dünü ve bu günüyle 'göç edenlerin' bakış açısıyla anlatıyor. Bir yönüyle göçlerle kurulan köyleri, göçlerle büyüyen şehirleriyle günümüz Türkiye'sinin hikâyesini resmediyor, bir yönüyle de çok geniş bir coğrafyada yüzyıllar boyunca yaşanan bir tarihe ışık tutuyor. Büyük hikâyelerin, büyük huzursuzlukları n dünyanın dört bir yanına savurduğu sıradan insanların sıra dışı öykülerinin peşinde Edirne'den Kars'a uzanan bu uzun yolculuğun bir amacı da , anlatılanın sadece göç edenlerin değil aynı zamanda hepimizin hikayesi olduğunu vurgulamak.
Anadolu'nun son yüzyıllık tarihi bağımsızlık savaşıyla özdeşleşir kuşkusuz. Madalyonun öbür yüzünde ise göç edenlerin tarihi yazılıdır.
Lozan Antlaşmasına bağlı olarak Türkiye ile Yunanistan arasında kabul edilen "nüfus mübadelesi" ile Selanik'ten, Midilli ve Girit'ten,Batı Tırakya'dan göçler yaşanır.
13 Mart 1952 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Bakanlar Kurulu'ndan 1850 Kazak Türkü için iskan izni çıkar. Karaçi'den deniz yoluyla Basra'ya, oradan demiryolu ile Bağdat'a ve Bağdat üzerinden İstanbul'a gelen Kazak Türkleri, buradan yaşayacakları kentlere gönderilirler. O yol bizi bir göç hikayesi ile kurulan Altay Köyü'ne götürür. Ve çok eski bir hikayenin peşinde bizi kendi geçmişimizle, kendi hikayemizle buluşturur. Çünkü bu yolun başında çok eski bir Türk yurdu olan Doğu Türkistan bulunur.
Çok eski bir söylenceye göre, Tanrı bir gün kullarına yer dağıtmaya karar vermiş. Bütün halklara haber iletmiş ve her halk bir temsilci seçip huzura göndermiş. Bu esnada Kafkaslarda yaşayan bir halk, misafirlerini ağırlamakla meşgul olduğu için bu törene geç kalmış. Gel zaman git zaman. Son misafirlerini de güleryüzle yolcu ettikten sonra kan ter içinde koşarak Tanrı'nın huzuruna varmışlar. Hikâyeye göre Tanrı bütün toprakları dağıttığını ve onlar için yerinin kalmadığını söylemiş. Ama "kapısı, alnı ve sofrası açık" bu halkı topraksız bırakmaya gönlü elvermediği için kendine ayırdığı toprakları bu halka vermiş. İşte tanırının kendine ayırdığı bu topraklardan (Kafkasya) da büyük göçler yaşanmıştır.
Büyük devrimlerin, büyük buluşların, büyük savaşların yaşandığı yirminci yüzyılda Ahıska Türklerinin payına da düşen büyük acılar ve büyük kayıplardır.Gece yarısı köyleri basan Rus ordu birlikleri, halktan iki saat içinde evlerini boşaltmalarını istemiştir. Arkalarında doğup büyüdükleri toprakları, diktikleri ağaçları, yükselttikleri evleri bırakmışlardır.
Gül yüzlü çocuklarını Aras Nehri'nin yuttuğu Azeri Türkleri ise bir gün tarihi yurtlarına yeniden dönme umuduyla çok uzağa gitmeyecek Iğdır'ın Koçkıran, Taşburun, Melekli gibi sınır köylerine yerleşeceklerdir. Uzak ve yakın geçmişin acı hatıraları ve gidenlere duyulan hasret de cabasıdır. Adı üzerinde göçtür yaşanan; kalanı da acıtır, yollara düşeni de.
Bugün İstanbul başta olmak üzere Tokat, Hatay, Kırşehir, Sivas, Kayseri, Van, Şanlıurfa ve Gaziantep illerinde, bu göç dalgalarının getirdiği Afganistan Türkleri yaşamaktadır.
Afganistan ise göç vermeye devam etmektedir. On yıllardır halkı göç halinde olan bu ülke, direnmeye de devam etmektedir aynı zamanda. Yüreklerinde savaşların ve işgallerin dinmeyen acısı ve yoksulluğuyla. Onurlu bir yaşam mücadelesi inatla ve umutla sürdürülmektedir. Dünya var oldukça var olacak göçün yollara düşürdüğü insanlar, yine dünya var oldukça var olacak umutla sürdürmektedir yaşam mücadelesini. İşte bu Türk yurduna Rusların girmesinden sonra uzun yıllar süren esaret dönemi başlamıştır. Özgürlük ve selamet arayışıyla yollara düşenlerin ilk durakları Afganistan'dır. Çünkü Afganistan'ın kuzey bölümü, tarihi Türk yurdu Horasan'dan ve Türk kültüründen derin izler taşımaktadır. Savaşlar, işgaller bu görkemli geçmişin yaşandığı coğrafyayı sınırlarla bölmüştür belki. İnsanlar geride sadece mallarını mülklerini değil, yüreklerinin bir yanını bırakarak sınırları geçmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun kaybettiği topraklardaki Türk nüfusun Anadolu'ya doğru göçlerinden, her satırı acıyla, kederle, hüzünle yazılmış bir göç edebiyatı doğmuştur. Şiirler, maniler, ağıtlar, türküler ve kuşaktan kuşağa aktarılan anılarla. Gidenlerin ah'ı, kalanların ah'ına karışmıştır.
Osmanlı'nın her toprak kaybına binlerce göç hikayesi karşılık gelecektir. Osmanlı'nın Balkanlardan çekilirken arkasında bıraktığı insanlar, Mustafa Kemal Atatürk'ün ifadesiyle tarihin yazdığı savaşlarda en geride kalanlar, yani düşmanla sonuna kadar dövüşenlerdir.Onlar kaybedilmiş toprakların canlı hatıralarıdır. Yüzyıllar boyunca yaşadıkları toprakları bırakıp geri dönerken, bir gidip beş arkalarına bakanlardır.
Söyleyin dağlara rüzgara
Yurdundan sürgün çocuklara
Düşmesin kimse yılgınlığa
Dağılsak ta göç yollarında
Geçit vardır yarınlara
Geçit vardır umuda....
GÖÇ HİKAYELERİ
"Ey güzel Kırım"
Bütün ayrılıkların dayanılması güç bir hüznü ve zorluğu vardır.Bir de bu ayrılık gidişi olan ama dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkarıyorsa insanı.Aynı havayı soluduğumuz, aynı lezzetlerle büyüdüğümüz, aynı hikayeleri dinlediğimiz kardeşlerimizden ayırıp bizi, bir gurbet iklimine sokuyorsa. Arkamızda vatan, dilimizde ağıtlar kalıyorsa.Trenler, vapurlar yürek paralayan bir şarkıya bölük bölük insan taşır. Bütün bir Kırım'ın hikayesi bir şarkıda temize çekilir; "Ey Güzel Kırım".
Öyle bir şarkı ki hangi yüreğe düşse bir ateş tutuşturur. Kırım, milattan önceye uzanan çok eski bir geçmişe sahip.13.ncü yüzyılda Altın Orda Devleti'nin topraklarıydı. 15.ci yüzyılın ilk yarısında Kırım Hanlığı kuruldu, ikinci yarısında ise Osmanlı Devleti'nin hakimiyetine girdi.Ta ki 18.nci yüzyılın sonlarına kadar...1783'te Rus işgali başladı. İşte Kırım Türkleri'nin "Ak Topraklar" dedikleri Osmanlı hakimiyetindeki Anadolu'ya, Rumeli'ye ve Osmanlı Suriyesi'ne göçleri böyle başladı. Bundan sonra "Bu yalan dünyanın cenneti" olan yarımadada göçler, sürgünler ve işgaller hiç bitmedi.
Söz tükendi, yaşanacaklar tükenmedi. Ağır vergiler altında tarlalar bahçeler tükendi, zulüm tükenmedi.Binlerce Kırım Türkü vatanından ayrılıp Ak Topraklara geldi. İstanbul'a, Edirne'ye, Eskişehir'e ve daha birçok şehre.Biz, Eskişehir'de ve köylerinde anlatılan hikayelere dokunduk. 1941 yılında Alman işgalini yaşadı Kırım. Babalar bir evlatlarının Kızılordu'da, bir evlatlarının da gamalı haç altında Alman ordusunda savaşmasının derin çelişkisini ve üzüntüsünü yaşadılar.
1944 yılının Nisan ayında Almanya Kırım'dan çekiliyor.Bu, Kırım Türkleri için maruz kalacakları yeni bir sürgünün başlangıç noktasıdır. yirminci yüzyılın büyük trajedilerinden birinin sahneye konduğu 18 Mayıs 1944 yılındayız.Stalin Almanlarla işbirliği yaptıkları suçlamasıyla binlerce insanı Orta Asya steplerine ve Urallar'a sürmeye karar vermiştir.Yine yük vagonlarıyla ve yine insanlık dışı koşullarda.Tam 44 yıl sürecek bir sürgün hayatına insan taşıdı trenler. Nihayet 1988'de Kırım Türklerine dönüş izni çıktı. Ama gittikleri yerlerde bir gün yeniden dönmek umuduyla yaşayanların artık ne bir evleri, ne bir işleri ne de toprakları vardı. Bir tek, yıllar ve yıllar önce bu topraklardan sökülürken yaptıkları ahitleri vardı. Kırım Türklerinin hikayesi, bin gece anlatılsa da bitmeyecek kadar eski ve hüzünlü bir hikayedir. Sıcak ve soğuk savaşlarda, yürek yangınında pişirmiştir hikayelerini. Tutanın elini yakar bu yüzden, dinleyenin yüreğini acıtır.
Yayın Tarihi: 14.03.2007
Yayın Kanalı:TRT-2
Yayın Saati: 22:30
Yönetmen:Sibel DEĞER
Görüntü Yönetmeni:Kamil KAYALI
Yapım Yardımcısı:Bülent SARPKAYA
Kurgu: Füsun GÜNERSU
Metin Yazarı:Halime TOROS
Özgün Müzik:İrfan GÜRDAL
Işık Şefi:Tarık Sami DEMİRCİ
Ses:Haşim DURTAŞ
Tekrar:TRT2 14.03.2007 02:05 / TRT2 15.03.2007 07:25 / TRT2
Etiketler:
göç hikayeleri