Stanley Greene, bir silah gibi kullandığı kamerasını, Berlin Duvarı'nın yıkılışı, Doğu Avrupa'daki politik gelişmeler, Hindistan'da 'Carbide Union'un neden olduğu zehirlenme skandalı, Zaire ve Ruanda'da ortalığı kasıp kavuran kolera salgını gibi konular üzerine çevirse de, uzun soluklu projesi 'Çeçenistan' ile tanınıyor daha çok. Greene'in 'Open Wound: Chechenya 1994-2003' adlı bir de kitabı var. 'Open wound' / açık yara... Greene'e göre Çeçenistan 150 yıldır kanayan bir yara gibi...
'Yeltsin beni öldürtmek istedi'
Savaş fotoğrafçılığı söz konusu olduğunda, cesaret, tarafsızlık ve empati gibi kavramlar üzerinde durmak; fotoğrafçının ödemek zorunda kaldığı 'ağır bedel'den ve 'fotoğrafın gücü'nden söz etmek gerekir. Greene'e göre cesaret, korkuyu denetleyebilme gücünden başka bir şey değil. Tehlikenin nereden geleceğini kestiremediğin yerlerde güvenlikte olmanın tek yolu olayların içine dalmaktır. 1993 Ekim'inde Moskova'da hükümet darbesini yaşayan tek Batılı gazeteci olan ve orada çektiği fotoğraflardan ikisiyle World Press ödülüne layık görülen Greene, "Çeçenistan'dan bilgi ve görüntü kaçıran bir kaçak gibiydim. Dönemin devlet başkanı Yeltsin, hem hükümet darbesini hem de Grozni'nin bombalanmasını fotoğrafladığım için beni öldürtmek istedi." diyor. Tarafsızlık, Greene'in sözlüğünden sildiği bir kelime. "Çeçenistan'da, Irak'ta ve Afganistan'da tecavüze uğrayan, işkence gören, malları yağmalanan insanları gördükten sonra 'objektif' bir fotoğrafçı olamayacağını fark eden Greene, "Toplu katliamlar yapılırken, askerler öldürdükleri insanların yanı başında elindeki Kalaşnikoflarla gülümserken nasıl tarafsız kalabilirim ki!" diyor. Empati, savaş fotoğrafçıları için olmazsa olmaz bir şart. Çeçenistan'da çalıştığı yıllar içinde, ekmeğini onunla paylaşan, yatacak yer temin eden insanları asla unutmayacağını söyleyen Greene, savaş fotoğrafçılarını insanların acısından ekmek yiyen leş kargalarına benzetenlere cevap veriyor: "Haber yapmak adına insanların acısına duyarsız kaldığımı zannetmeyin. Onların yaşadıklarına duyarsız olsaydım fotoğraflarım bu kadar etkili olmazdı. Biz felaket görmek için dolaşan turistler değiliz."
Fotoğraf çekmenin bir bedeli var; ancak insanlığın trajedisini fotoğraflamanın bedeli kuşkusuz daha ağır. Bir yerlerde insanlar ölümle burun buruna yaşıyorken güne sağlıklı ve dinç başlamaktan neredeyse utanç duyan Stanley Greene, artık gün doğumu-gün batımı fotoğraflarına bakamadığını, gülün kokusunu alamadığını ve arkadaşlarıyla oturup keyifli sohbetler edemediğini söylüyor: "Yemekte, tavuğun lezzetli pişirilmediğinden şikayet eden arkadaşlarıma ne diyeceğimi bilemiyorum. Ben öyle yerler gördüm ki, insanlar karıncaları takip ederek yiyecek kırıntılarına ulaşıyordu." Sıra fotoğrafın gücüne geldiğinde ise kendinden emin konuşuyor Greene: "Günün birinde bu acıları durduracağıma inandığım için fotoğraf çekiyorum." Peki; ama eğer fotoğraf dünyanın gidişatını değiştirecek kadar güçlüyse, Irak'taki işkence fotoğrafları basına yansıdığında bütün dünyanın ayağa kalkması gerekmez miydi? Stanley Greene, dünyanın en büyük meselesi olarak gördüğü silahlanma karşısında kendisini zayıf hissettiğini; çözümün yavaşlığı karşısında sabırsızlandığını ve kimi zaman depresyona girdiğini itiraf ediyor. Fakat acının fotoğraflarını çekmeye devam edeceğini söylüyor; çünkü fotoğraf kimi zaman çok cılız da olsa karanlığa ışık tutabiliyor...
Stanley Greene, bu akşam 19.30'da İFSAK Gösteri Salonu'nda 'Fotoğraf Okuma' adlı bir etkinlik gerçekleştirdikten sonra Paris'e dönecek. Tel: (0 212) 292 42 01
11.05.2004
Ülkü Özel Akagündüz
İstanbul
www.zaman.com.tr
Etiketler: