ÇERKES YÖNETMEN OSCAR YOLUNDA
Baba tarafı Selanik göçmeni, Yörük ve Çerkes, annesi de İbrahim Bodur'la kardeş çocukları olan Nuri Bilge Ceylan, Türkiye'de en çok ödül kazanan yönetmen. Cannes'da da en iyi yönetmen seçilen Ceylan için sırada Oscar mı var?
29-07-2008 - 5 kez okundu
Tarihisüreçlerden geçiyoruz. Yargıtay ve Danıştay bildirileri havada uçuşuyor. Dinleme iddialarının gölgesinde kalan ve CHP Genel Sekreteri Önder Sav'ın İslam peygamberi ve Müslümanlar hakkında söyledikleri, bu sürecin istenmeyen çıkışları olarak yazıldı hafızalara. Tarihisüreci perçinleyecek bir gelişme ise Kan'dan (Cannes) geldi. Yok, Oktay Akbal gibi Cumhuriyet yazarlarının bekledikleri yeni bir 27 Mayıs'ın 'kan'lı haberi değildi bu! Yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın, 61'inci kez düzenlenen Cannes Film Festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü Türkiye'ye kazandırdığıyla alakalı bir haberdi.
Böyle bir yazıya siyaset bulaştırmak laikliğe aykırı mıdır bilmiyoruz; ama Yılmaz Güney ve Şerif Gören'in Yol filmiyle Altın Palmiye, Fatih Akın'ın Yaşamın Kıyısında filmiyle en iyi senaryo ödülünü aldığı Cannes Film Festivali'nde Nuri Bilge Ceylan'ın, 1998'de Kasaba, 2006'da İklimler ile FIPRESCI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) Ödülü'nü, 2003'te de Uzak filmiyle Jüri Büyük Ödülü'nü ve şimdi de en iyi yönetmen ödülünü alması Türk sineması açısından tarihibir sürecin eşiğinde olduğumuzun açık bir işareti sayılabilir.
SUSARAK KONUŞAN 'DOĞAL' YÖNETMEN
Nuri Bilge, aslında bir ceylan ürkekliği ile girmişti sinemaya. Daha doğrusu teknik ve estetik birikimine rağmen 'korkak ve mıymıntı' hâlinden kurtulmak için adeta fırlatmak zorunda hissetmişti kendini bu alana. İlk filmi 1995'te çektiği Koza adlı kısa filmiydi. Ve bugün Türkiye'de sinema denince akla gelebilecek birkaç ismin başında geliyor Ceylan. Bunun sebebi ağırkanlı, oyuncu seçimi ve yönetimi, kurgudaki ustalığıyla sinema sanatında nevi şahsına münhasır bir kimlikle ortaya çıkması şüphesiz. Bütün bunların yanında filmlerinde 'susarak konuşması' da farklılığı oldu. Adı sessiz değil ama diyalogsuz filmlerin usta yönetmenine çıktı kısa sürede. İnsan sesi haricinde hemen her sesi başarıyla kullandı filmlerinde.
Bildiği doğrulardan taviz vermedi geçen sürede. Amatör oyuncuları tercih etti hep. Çünkü her daim doğallığın peşindeydi. Ona göre profesyonel oyuncu, bir süre sonra yönetmeninkini değil de kendi klişesini basıyordu filmin üzerine. En iyiyi aradı, bulamayınca da annesi Fatma Hanım ve babası Mehmet Emin Bey'i oynattı projelerinde. Bir de eşi Ebru Ceylan'ı. Bu tabii başta bütçe ile alakalıydı; ama sonradan işin özünde doğallık olması için de amatörleri tercih edecekti. Çünkü o inandırıcılığın peşindeydi: "Amatörler, insanı gerçekten şaşırtan, hiç aklınıza gelmesi mümkün olmayan yepyeni, kendiliğinden mimik ve jestlerle sahneye bir zenginlik kazandırabiliyorlar."
Onun sinema yapması 'nehir yatağını bulur' misaliydi adeta. Çünkü en çok beğendiği yönetmenlerden biri olan Rus Andrey Tarkovski'yi ilk izlediğinde filmin yarısında çıkmıştı. Fakat aynı filmi dört yıl sonra izlediğinde ondan inanılmaz etkilenmişti. Tarkovsky ile birlikte Yasujiro Ozu, Ingmar Bergman, Robert Bresson ve İranlı Abbas Kiarostami'yi de en beğendiği isimler arasında saymaktadır bugün. Yazarlardan Çehov ve Dostoyevski, Ceylan'ın edebi sahadaki listesinde ilk sıralarda yer alır. Kasaba'da diyaloglarda Çehov'un hikâyelerinden alıntılar yaptığı için jenerikte onun ismine de yer vermiştir.
'R'leri söyleyemediği için Nuri'den ziyade Bilge ismini tercih eden Ceylan, hayata ve olaylara bakışında da pek pozitif biri değildir. Genellikle en kötüyü hayal eder. Bunu son Cannes Film Festivali'nde de dile getirdi zaten: "Yüksekten uçanın düşüşü sert olur. Bu nedenle alçaktan uçmayı tercih ederim. Ödül de beklemiyordum."
Alçakgönüllü, o kadar başarıya rağmen 'havaya' girmemiş Ceylan. Filmlerinden bildiğimiz gibi Nuri Bilge Ceylan, içe dönük, tutuk, fazla konuşmayan bir yapıya sahip. Melankolidir aslında onunkisi. Yalnızlığı seven, sosyallikten uzak duran, yani asosyal bir kişiliktir o. Belki de o nedenle, abone olduğu ödülleri almak için sahneye çıktığında bile lafı fazla uzatmaz. Sinema Yazarları Derneği'nin, yılın en iyilerini açıkladığı bir töreninde en iyi yönetmen ödülünü almak için sahneye davet edildiğinde mikrofonu eline alıp 'Teşekkür ederim' demekle yetinmişti. Bu çıkışıyla bile farklı olduğunu fark ettirmişti. Bu yüzdendir ki 'Üç Maymun'la 61. Cannes Film Festivali'nde en iyi yönetmen ilan edildiğinde "Ödülü; tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme ithaf ediyorum" sözü, onu tanıyanları hem konuşmasının kısalığı hem de içeriği açısından şaşırtmamıştı. Fakat bu sözleriyle Türk milletinin göğsünde taht kurmayı da başarmıştı.
Nuri Bilge Ceylan'ın sinemayla buluşması, onun İngiltere'den Nepal'e, İtalya'dan Delhi'ye uzun yolculuklara çıkmasından sonra gerçekleşebilmiştir. Peki Nuri Bilge Ceylan kimdir?
26 Ocak 1959'da İstanbul'da dünyaya gelen Ceylan, aslen Çanakkalelidir. Ancak aile kökleri için bu kadar yalınlık söz konusu değildir: "Valla karışık. Selanik tarafı var. Yörüklük var, Çerkeslik var, her şey var."
Ceylan'ın baba tarafı Balkanlar'dan göç etmiştir anayurda. İsmini aldığı dedesi Nuri Efendi, Balkanlar'da toprakla uğraşmış birisidir. Nuri Efendi, göçe maruz kaldıklarında ailesini de alarak, 1936'ya kadar Balıkesir'in Gönen ilçesine bağlı bir köy, sonrasında da Çanakkale'nin ilçesi olan Yenice'ye yerleşir.
Yenice, ormanlık, dolayısıyla yeşili bol bir yerdir. Henüz iki yaşında iken ailesiyle beraber gelip bir süre kalacağı Yenice, daha sonra filmlerinde de göreceğimiz gibi bir iz bırakır ünlü yönetmenin üzerinde.
ANNESİ İBRAHİM BODUR'LA AKRABA
Göçün üzerinden yıllar geçmiş, aile artık Yeniceli olmuştur. Nuri Efendi'nin oğlu Mehmet Emin, hayatını Fatma Hanım'la birleştirir. Fatma Hanım da Ege'de köklü ve ünlü bir ailenin kızıdır; Çanakkale Seramik'in patronu İbrahim Bodur ile kardeş çocuklarıdır o.
Ceylan'ın babası Mehmet Emin Bey, yüksek eğitimini tamamladıktan sonra devlet bursuyla Amerika'da mastırını yapıp geri döner. İdealist bir ziraat mühendisidir. İstanbul'da çalışmaya başladıktan bir süre sonra kendi isteğiyle tayinini memleketi Yenice'ye talep eder.
Burada tam sekiz yıl idealleri uğruna çaba sarf eden Mehmet Emin Ceylan, zamanla ideallerinden soğumaya başlar. Daha doğrusu vazgeçmek zorunda kalır: "Babamın giderek bu ideallerinin hayal kırıklığına dönüşmeye başladığını adım adım izledim. Yani bir ödülünü alamama, bunların boş gelmeye başlaması gibi." Giderek daha dışa kapalı bu hayatı benimser o. Kendini insanlardan yalıtacak yeni yöntemler bulur. Babasının, bu süreç içerisinde yaşadıkları, ailenin diğer fertlerini de etkiler. Özellikle de Nuri Bilge'yi: "Aslında bu herkes için olabilen bir şey. Her ilkeli insan için böyle bir acı kaynağı vardır. Pratik hayat, düşünsel ilkelere ayak direyebiliyor. Ama bunun anlamı idealizmden vazgeçilmesi değil. Çünkü idealler bize pusula vazifesi görüyor. Bir bakıma hayatı kolaylaştırıyor. Soruları azaltıyor."
Filmlerini izleyenler bilir ki Ceylan ailesinin buna benzer öyküsü, oğul Nuri Bilge'nin senaryolarına en büyük ilham kaynağıdır. Ceylan, babasının bu öyküsünü, ilk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen izleyici ve sinema çevrelerinin beğenisini kazandığı Kasaba'daki karakterlere yükler: "Filmdeki baba, hemen hemen tıpatıp babamdır."
YENİCE'YE VEDA ZAMANI
Kasaba'dan sonra çektiği Mayıs Sıkıntısı'ndaki, "bakımını üstlenip yıllarını verdiği ağaçlığa devlet tarafından el konulmasını önlemek için insanüstü bir mücadele veren" Emin karakterinin hikâyesi de babasının hikâyesi gibidir aslında. Filmde gerçek babasını oynatan Nuri Bilge Ceylan'ın Emin karakteri, kanunları ezberleyip dilekçeler yazan, yıllarca gözü gibi baktığı geniş arazilerin devletçe istimlâkini önlemeye çalışan bir mücadele adamıdır. Zaten film de Yenice'de geçmektedir.
Mehmet Emin Ceylan, ideallerinden giderek uzaklaşınca eşi Fatma, kızı Emine Nuri Bilge ile birlikte geldiği Yenice'den ayrılır. Aslında Yenice'ye veda etmelerinin asıl sebebi Emine'nin lise çağına gelmesidir. Zira lise yoktur Yenice'de henüz. Yıl 1969'dur.
Yenice'den ayrıldıklarında henüz 10 yaşına basmamış Nuri Bilge için Yenice yılları, babasının aksine çok verimli geçmiştir. Bir tarafta uçsuz bucaksız ormanlar, mezarlıklar... Tabiatla baş başa kalınan, büyülü bir ortamdır neredeyse Yenice. Dolayısıyla hayal dünyası da geliştikçe gelişir Nuri Bilge Ceylan'ın. Bu da bir yönetmen için çok iyi bir eğitim sürecidir aslında.
MEKTUPLA GELEN MACERA RUHU
Aile İstanbul'a babadan yoksun döner. Nuri Bilge Ceylan için abla ve abisiyle İstanbul'a geldiği bu süreç epey sıkıntılı geçer. İstanbul'da eski semtleri olan Bakırköy'de ikamet ederler: "Ataköy'ün bulunduğu yer tamamen boş arsa idi. Galeria, oteller falan hiçbir şey yoktu. Oralarda top oynardık."
Yenice'de Yeşilyurt İlkokulu'na başlayan Ceylan, Bakırköy Ortaokulu'ndan sonra Bakırköy Lisesi'nden mezun olur. Onun lise yıllarında sağ-sol, işçi-işveren kargaşası henüz filizlenmektedir Türkiye'de. Fakat Nuri Bilge kendi dünyasında yaşadığından bunlar onun için çok da mühim değildir. Bu dönemde merak sardığı mektup arkadaşlığı onu sadece bu dünyasından değil Türkiye'den bile dışarı çıkarır. 17 yaşında iken, kuzeni Hayrettin ile birlikte otostop yaparak Avrupa yollarına düşer. Almanya, İsveç ve Hollanda'yı dolaşır. Kâh ormanda, kâh yolda uyuyarak geçen bir ayın sonunda macera duygusu iyice ruhuna siner.
BOĞAZİÇİ'NDE KENDİNİ BULAN NURİ BİLGE
Üniversite eğitimi için İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünü tercih eder. Ancak 1976-78 yılları arasında okuyabilir burada. Zira üniversite ve sokakları saran sağ-sol çatışması, ders yerine her gün miting ve yürüyüşlerin yapıldığı 12 Eylül öncesi olaylar okumasına müsaade etmez. 1978'de, sadece Boğaziçi Üniversitesi'nin Elektrik-Elektronik Bölümü'nü yazar ve kazanır. Elektrik devreleri onu alakadar etse de mühendislikte aradığını bulamaz.
Boğaziçi'nin özgür ortamı Yenice'deki özgür günlerini hatırlatır ona. Sunduğu imkânlar ve alternatifi bol kulüpleri sayesinde ufku genişler. Bugün için "klasik müzik, eski şarkılar ve türküler" şeklinde sıraladığı hoşlandığı müziklerden klasik müziği, üniversitenin zengin kütüphanesi ve müzik arşivi sayesinde sevmeye başlar.
Ruhundaki gezgini keşfettiği için üniversitenin dağcılık, fotoğrafçılık ve satranç kulüplerinde faaldir. Dağlara tırmanmak ve fotoğraf sanatıyla dünyaya bakmak temel uğraşısıdır bu dönemde. Fotoğrafçılıktan harçlıklarını çıkaracak kadar para da kazanır. Boğaziçi'nde pek çok kulüple alakası olmasına rağmen, hayatının sonraki döneminde ona sayısız ödül kazandıracak sinema kulübüne hiç alaka duymaz. Zira bireysel takılmak onu daha çok çekmektedir. Melankolinin de tesiriyle olacak, okuduğu kitapları bizzat hayatına uygulamaya karar verince kendini İtalya'da bulur. Çünkü bir bisikletçinin yolculuk anılarını okumuştur.
Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Bölümü'nü 8 yılda bitiren Ceylan, bu sefer Avrupa'da çalışmaya gider; İngiltere'de garsonluk yapar. Kararsızlık, yalnızlık, parasızlık hâkimdir buradaki sürecinde. Tam da bu dönemde Himalaya Dağları'yla alakalı bir kitap okuyunca tekrar yollara düşer. Nepal'e gider. Bu yolculuk, hayatının dönüm noktalarından biri olacaktır. Yolda hep düşünür. Hayatta ne yapacağı da cevap bulmaya çalıştığı sorular arasındadır. Sonuçta bu gezi onda bir şeyleri değiştirir. Nuri Bilge Ceylan, bu yolculukla beraber askerlik dönemini hayatının ikinci dönüm noktası kabul edecektir.
Bu yolculukta parasız kalmış, zayıf düşmüş bir halde, kaçak yollardan Delhi'ye, oradan fotoğraf makinesini bile satarak Karaçi'ye ulaşabilen Ceylan, "yalnız ve güzel ülkesini" çok özlemiştir. Kararsızlığın yorduğu Ceylan, döner dönmez 1987'de askere gider. Mamak'ta yaptığı askerlik onun hayatında gerçek bir dönüm noktasıdır: "Orası çok düşünmek zorunda kaldığım, Türkiye'yi yeniden sevmeye başladığım yer oldu. Türkiye'nin her yanından gelmiş insanlardan oluşan zengin bir mozaik vardı orada." Kader onu İtalya'dan Nepal'e, İngiltere'den Karaçi'ye savurduktan sonra ülkesine demir atmasını istemişti ondan.
KOZA'DAN İPEĞE GİDEN YOL
Sinema yapmaya Mamak'ta karar verir. Çokça kitap okur. Roman Polanski'nin kitabı Roman'dan çok etkilenir. Buna rağmen sinema yapmak için yine de cesaretini toplayamadığından, Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Bölümü'nde okumaya başlar. Bu da 2 yıl sürer ancak. Sonunda karar verir ki, sinema alaylı da yapılabilir. Fakat kamera arkasından evvel önüne geçer. Yönetmen Mehmet Eryılmaz'ın 1993'te çektiği Seviyorum Ergosum adlı kısa filminde rol alır. Amacı yönetmenlik için teknik bir şeyler kapmaktır. Oyunculuk da hoşuna gider. Zaten sonraki süreçlerde sık sık kamera karşısına da geçecektir.
Sonrasında o filmin çekildiği kamerayı satın alıp 'vira bismillah' diyerek 1995 yılında çektiği Koza adlı kısa filmiyle 'en iyi yönetmenlik' yolunda merdivenleri tırmanmaya başlar. Yarısını tek başına yarısını da bir asistanla çektiği Koza filmindeki oyuncuları annesi Fatma ve babası Mehmet Emin Ceylan'dır. Bir de Mehmet Emin Toprak'ın kardeşi, kuzeni Turgut.
TARZ-I NURİ BİLGE
Nuri Bilge Ceylan, Koza'nın ardından 1997'de Kasaba'yı, iki yıl sonra Mayıs Sıkıntısı'nı çeker. 2002'de Uzak, 2006'da İklimler ve şimdi de Üç Maymun'la beyaz perdeyi aralar. 1989 Yılı Kodak Fotoğraf Ödülü sahibi de olan Ceylan, fotoğraf çekerken kazandığı o bakış açısını yönetmenliğine de yansıtır. Fotoğraf-sinema-Nuri Bilge Ceylan üçlüsünün bileşimi olur onun tarzı.
İstanbul, Antalya Altın Portakal ve Cannes film festivalleri başta olmak üzere pek çok ülke festivalinde hemen her dalda ödüller kazanır; yurtdışında en çok ödül kazanan Türk yönetmen de yine Nuri Bilge Ceylan'dır.
Sinemada geçmişi çok eskiye dayanmamasına rağmen çektiği filmlerden hiçbiri bugüne kadar ödülsüz kalmayan, dolayısıyla Türk sineması içinde kendisine daha şimdiden bir sayfa açtırmayı başaran Ceylan, salt ödül almak için çekmemiştir filmlerini; nasıl ki seyirci için çekmediyse... Burada seyirciyi hiçe saymak yoktur elbet. Zaten bu 'Bir Nuri Bilge Ceylan filmidir' denen yapımlarının sırrı da burada saklıdır. Bu yol onu belki de yakın gelecekte Oscar'a ulaştıracaktır.
Koza, Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Uzak, İklimler ve Üç Maymun'un yakaladığı başarıdan sonra Türk sinema seyircisinin de Nuri Bilge Ceylan'a 'üç maymunu 'oynamaktan vazgeçeceği düşünülüyor. Sizce de öyle mi
AKSİYON
Etiketler:
çerkes yönetmen oscar yolunda