YARDIM DEĞİL HAYATLARINI GERİ İSTİYORLAR
Çeçen Albay'ın ölümü, Fenerbahçe Mülteci Kampı'nı 'popüler' kıldı. Mülteciler soruları yanıtlamıyorlar ama 'sınırlı' yaşamları için öfkeli ve umutsuzlar...
19-09-2008 - 5 kez okundu
Başakşehir'de sokak ortasında başından Kalaşnikof marka silahla vurularak öldürülen mülteci Çeçen Ali Haji'nin cinayet öncesi yakınlarına yüklü bir miktarda alacağı olduğunu söylediği belirlenirken, cinayetin bu alacak meselesi yüzünden işlenmiş olabileceği iddia edildi. Çeçen albayın "silah arkadaşı" olduğu belirtilen İsa Belli'nin (36) ise cinayetten kısa süre sonra çek-senet tahsili yaptığı iddiasıyla tutuklandığı ortaya çıktı. Belli'nin cezaevinde cinayetle ilgili sorgulanacağı öğrenildi.
Başakşehir'de başından vurularak öldürülen Çeçen mülteci Ali Haji'nin ölümüyle ilgili soru işaretleri sürerken, Haji'nin öldürülmesine ilişkin basına yansıyan bilgilerin pek çoğunun da yanlış olduğu belirlendi.
KAMPTAKİ ADI ALİ HAJİ Haji'nin kaldığı Fenerbahçe'deki mülteci kampı, kendisini albay olarak tanıtan ancak bu bilginin de kesinleşmediği Ali Haji'nin öldürüldüğünün duyulması-nın ardından gazetecilerin baskınına uğradı. Derin bir sessizliğin hakim olduğu kampın yöneticileri hemen her soruyu "Ben duymadım, tanık olmadım, bilgim yok" diye yanıtlarken, medyada adı Gazhi Edilsultanov olarak yazılan Çeçen mültecinin, kamp kayıtlarındaki adı ise Ali Haji.
6 EYLÜLDE ÖLDÜRÜLMÜŞ Yine haberlerde yer aldığı gibi kampa, 2002 ya da 2004'de değil 1999'da geldiği öğrenilen Haji'nin öldürüldüğü tarih ise 6 Eylül. Aynı günün gecesi saat 24.00 civarında polisin kamp yöneticilerini aramasıyla öğrenilen cinayet üzerine kamptakilerin tek söylediği "Çok iyi bir insandı. Buradan pek çıkmazdı" sözleri oldu.
Polislerin kamptaki ikinci eşi Elena Karabacak'ın ve bazı mültecilerin bilgisine başvurduğu, Haji'nin kamptan çıkarken eşine adını verdiği bir arkadaşıyla görüşmeye gittiğini söylediği öğrenildi. Ancak söz konusu şahısla da görüşmediği ortaya çıktı.
DÖRT MİLYON DOLAR MUAMMA Albay'ın topladığı iddia edilen dört milyon YTL ise kamptakiler tarafından kesin bir dille yalanlandı. Ancak albayın çok üzün süredir yüklü bir miktarda alacağı olduğundan bahsettiği hatta bazı şahıslarla ortak iş yaptığı iddia edildi.
Öte yandan kocasının ölümünden haberder olan ve Brüksel'de yaşayan ilk eşi ile kızının cenazeyi almak üzere gelmeden çok kısa bir süre önce Türkiye'de olduğu, albayla 15-20 gün tatil yaptıktan sonra Belçika'ya döndüğü anlaşıldı. Haji'nin iki eşinin cinayetten sonra birbirlerine sarılarak ağladığı da alınan bilgilerden. Bazı yurtdışı bağlantılı karanlık işlere girmiş olabileceği belirtilen albayın ölümüyle ilgili halen net olan tek bilgi ise olayda kullanılan silahın kalaşnikof olduğu.
"YA KAMPI KAPATIN YA DA BİZİ BIRAKIN" Kirli pembe-gri arası bildik 'resmi' suratlı, hapishane imajlı. Aşınmış boyasının mavi renginin bile kamufle edemediği ağır, geniş, demir kapı bugünlere mahsus ardına kadar açık. Bu görüntüyle hiç uyuşmayan 'lüks' arabalardan biri gidiyor, biri geliyor. Neredeyse 20 yıldır orada olan kamp, "Çeçen albaya esrarengiz infaz" nedeniyle ilk kez bu kadar ilgiye mazhar oluyor. Kamp yöneticileri, zorunluluktan da olsa geleneksel Çerkes misafirperverliği ile kapıda karşılayıp kapıda uğurladığı ziyaretçilerin herbirine hep aynı şeyleri anlatmaktan yorgun. O nedenle isteksiz.
HAYATA MÜDAHALE 20 yıldır söylüyorlar: Pasaportları yok, çalışma izinleri yok, çocukların diploma hakkı yok. Onlar resmen misafirler, üç aylık, altı aylık ya da bir yıllık. Oysa o duvarlarla sınırlanmış, ölçülü biçili kampta hayatlar başlıyor, hayatlar sürüyor, hayatlar sona eriyor. Kampın hiç büyümeyen sınırlarına inat, çocuklar büyüyor, aileler büyüyor, tek göz barınaklar ikiye, üçe çıkıyor, kuşatıldığı sınırları esnetiyor. Etrafını çeviren duvarları yıkamıyor ama her fırsatta dışarıya, sınır ötesine uzanıyor, şöyle ya da böyle hayata 'müdahale' ediyor, etmeye çalışıyor bazen de "albay" gibi neredeyse tamamını geçirdikleri kampın çok ötelerinde, kentin bir başka ucunda yaşamlarını yitiriyorlar.
Kamp alanına girer girmez burnumuza yerleşen keskin kanalizasyon kokusu, dolaştıkça ağırlaşan ayakkabımızın tabanındaki kalın çamur tabakasını izaha yer bırakmıyor. Giriş yolunun açıldığı sevimli meydan muhteşem bir deniz manzarasına çerçeve oluşturuyor ama, sağdan soldan görüntüye girenler, adeta başınızı gerçeğe döndürüyor. Sanki İstanbul'un mutena semtlerinden Fenerbahçe'de değil, Sefaköy'ün ilk kurulduğu yıllardaki 'hakiki' bir gecekondu mahallesindeydik.
Tek göz odalara sığamayan aileler, bulup buluşturdukları bütün malzemelerle yeni odalar, odalara mutfaklar, banyolar ilave edip, barınaklarını eve benzetmeye çalışıyorlar. Kapı ve pencereleri inşaat artıklarından, duvarlarını kontraplak ya da afiş asılmakta kullanılan süresi dolmuş aluminyum levhalardan, plastik parçalardan ya da sokağa atılan tahta parçalarından oluşturuyorlar. Hemen hepsinin elinden her iş geliyor: Tahta oymacılığı, duvar sıvama ve su tesisatı döşeme, mesela.
EVE DÖNÜŞ ÖZLEMİ Bir çoğu tahsilli. Kamp yöneticilerinden biri petrol mühendisi, bir başkası tıp okumuş, biri daha mühendis. "Biri", "diğeri" demek zorunda kalıyorum, çünkü isimlerinin kullanılmasını istemiyorlar, görüntülerinin çekilmesini de. Korkuyorlar. Ve aynı zamanda umutsuzlar. En büyük özlemleri memleketlerine, evlerine geri dönmek, bir çoğunun artık evlerinin yerinde yeller esiyor olsa da: "Geçen gün google'den girip baktım. Sokağıma, mahalleme, evime. Evimin yerinde sadece ağaçlar var. Çok güzel ama yemyeşil. Bıraktığımda bir tane erik ağacı vardı, evim bombardımanda yerle bir olunca o erik çekirdekleri düştükleri yerlerden ağaç olup çıkmış. Bir de şunu farkettim. En geniş alanı artık mezarlıklar kaplıyor. Mezar alanları çok genişlemiş."
Bir başkası, en öfkelisi belki de "Bu kampın yerlebir olmasını istiyorum" diyor. Aslında öfkesini ifade ederken söylemek istediğini de tercüme ediyor ardından: "Buradan yurt dışına Avrupa'ya gidenler hayatlarını yoluna koyuyor. Ama bizim için geçmiş kalmadı, gelecek de yok."
Yurt dışına gitmek ise elbette yasadışı yollardan çıkmak anlamına geliyor. Faturası 2000 avro imiş. Sakınmadan anlatıyorlar. "Polonya'ya varınca istediğimiz ülkeye sokuyorlar. Ama çoğumuzun bu kadar parası yok. Ya bu kampı kapasınlar ve bizi bıraksınlar, ya da bir hayat kurmamızı sağlasınlar."
http://www.taraf.com.tr/haber.asp?id=17262
Etiketler:
yardım değil hayatlarını geri istiyorlar