NART
NART

GİRİŞ
Kullanıcı Adı

Şifre





>Üye Değilim     >Şifremi Unuttum

ETİKET BULUTU

MÜZİK ÇALAR
4WORED3.MP3
35WERE~1.MP3
4-5-6-7
35305319 - Adige Nise 15.MP3
12

Nart Ajans Reklam

HABERLER / Cemiyet Haberleri

Notice: Undefined variable: db in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/function.php on line 6

Warning: mysqli_query() expects parameter 1 to be mysqli, null given in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/function.php on line 6
KAFKASLARDA SON GELİŞMELER VE TÜRKİYE - DOÇ.DR. MİTAT ÇELİKPALA

GİRİŞ: Gürcü birliklerinin 7-8 Ağustos 2008'de "istikrar ve düzeni hâkim kılmak ve Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmek" amacıyla Güney Osetya'ya yönelik kapsamlı bir askeri operasyona kalkışması Kafkasya'da, Rusya ile Gürcistan arasında var olan anlaşmazlığı çatışmaya dönüştürdü. Rusya'nın Güney Osetya'daki gelişmelere müdahale etmenin ötesine geçerek Gürcistan'a müdahalesiyle bir tür mini savaşa dönüşen durum, neredeyse tüm dünya tarafından ilk önce bölgesel bir Rus-Gürcü savaşı, sonrasında da özellikle Medvedev'in Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarını tanıyan kararnameyi imzalamasıyla Rusya ile Batı dünyası (özellikle ABD) arasındaki bir tür yeni "Soğuk Savaş"ın başladığı/yacağı şeklinde değerlendirildi.
13-10-2008 - kez okundu

Gerçi Rusya, Gürcistan'ın Abhazya ya da Güney Osetya'yı kontrol altına almak adına atacağı adımlara sert bir tepki vereceğini defalarca belirtmiş, iki tarafın ilişkileri Mikhael Saakaşvili'nin iktidara gelişinden bu güne karşılıklı atışmalar ve sertleşen söylemler nedeniyle düzeltilemez bir noktaya taşınmıştı. Yine de iki tarafın çekişmesi, 2004 yazından bu yana bir takım karşılıklı ufak tefek güç gösterisi dışında, sertleşen söylemler ve diplomatik kınamalar düzeyinde kalmaktaydı. Belki de bu nedenle Gürcistan'ın attığı askeri adım ve sonrasında Rusya'nın tepkisinin boyutu/oransızlığı yine de şaşkınlıkla karşılandı. Şaşkınlığa küresel bir savaşa dönüşme potansiyeline sahip (en azından Soğuk Savaş bağlamında) yeni bir bölgesel savaş korkusunun eklendiği de belirtilmelidir. Zira bölgedeki diğer "dondurulmuş anlaşmazlıkların" kaderi, son gelişmelerden çıkacak sonuçlardan doğrudan etkilenecektir. Sorunun çözümünün küresel zeminde hangi pazarlıklar, kısıtlamalar ve gelişmeler bağlamında olacağı ve ne türde bir sonla karşılaşılacağı henüz belirsizdir.
İki tarafın topyekûn bir savaşın sınırına gelmesine yol açan silahlı çatışmalar, AB'yi temsilen dönem başkanı Fransa'nın araya girmesiyle imzalanan ateşkes anlaşması neticesinde, şimdilik kaydıyla yatışmış gözükmektedir. Çatışmalar yatışmış gibi gözükse de savaş potansiyeli hala yüksektir. Tam ve doğru rakamlara henüz sahip olunmasa yüzlerce kişinin öldüğü ve 100 binin üzerinde kişinin de evini terk etmek zorunda kaldığı iddia edilmektedir. Rusya'nın yürüttüğü askeri operasyon sadece Güney Osetya topraklarıyla sınırlı kalmamış, Gürcistan topraklarına da yayılmış, eş zamanlı olarak Abhaz kuvvetlerinin giriştiği operasyonlar nedeniyle bu bölgeye de yansımıştır. Çatışmaların bitiği tarih itibarıyla Abhazya ve Güney Osetya'nın eski Sovyetler Birliği dönemi sınırlarını yeniden tesis ettikleri görülmektedir. Gürcü şehirleri Gori ve Zugdidi ile Poti limanı da ateşkes ve çekilme kararına rağmen uzun süre Rus kontrolü altında tutulmuştur.
Gelişmelerin siyasi boyutu ise tahmin edilmeyen bir hız ve düzeyde ilerlemektedir. Rusya'ya yöneltilen başvurulan askeri gücün oransızlığı bağlamında eleştiriler, Rusya'nın aldığı beklenilmeyen tanıma kararıyla yönünü değiştirerek söylem bağlamında daha da sertleşmiştir. Uluslararası toplumun siyasi kınama mesaj ve çağrıları, Rusya'nın tanıma kararında geri adım atması beklentisiyle gündemi meşgul etmektedir. Rusya'nın bu beklentileri ciddiye almayan tavrı ise gündemi yeni "Soğuk Savaş" tartışmalarının kaplamasına neden olmaktadır. Meselenin özü Gürcistan ve toprak bütünlüğü merkezli olmaktan çıkarak uluslararası çekişme/mücadele merkezine doğru hızla kaymaktadır.
Başta ABD olmak üzere bazı Batılı aktörler ile özellikle eski Varşova Paktı, yeni AB-NATO üyesi Doğu Avrupa ülkelerinin Rusya'nın G8'den çıkartılması, BM'de baskı altına alınması, 2014 Soçi Kış Olimpiyatlarının boykot edilmesi, NATO ile ilişkilerinin askıya alınması ve DTÖ üyeliğinin belirsiz bir tarihe atılması benzeri yaptırım çağrılarında bulunmaktadır. Rusya'nın uluslararası alanda izole edilmesi anlamını taşıyan bu türde adımların istenilen bir sonuç yaratıp yaratmayacağı ise kuşkuludur. Kısa vadede yapılan Ukrayna ve Gürcistan'ın NATO üyeliği sürecinin yeni bir takım adımlarla hızlandırılması gibi tartışmalar ise gündemi işgal etmektedir (yeni kurulan NATO-Gürcistan Komitesi örneği gibi yeni girişimler bu yaklaşımın sonucu olarak görülmektedir). Bu adımların Rusya'yı rahatsız edeceği ve kışkırtacağı iddia edilebilir. Bu çerçevede Almanya, Fransa ve hata İngiltere gibi bazı AB üyesi Eski Avrupa ülkelerinin ise Rusya'ya yaptırımlar meselesini daha farklı ve "soğukkanlı" biçiminde ele alma eğiliminde oldukları görülmektedir. NATO içinde de adı geçen AB üyelerine Türkiye'nin de eklenebileceği bir takım ülkelerin Rusya'ya karşı daha yapıcı ve akılcı/yapıcı bir yaklaşım geliştirilmesi fikrini benimsedikleri görülmektedir.
Yine de denge sağlanması adına Batılı müttefiklerin uluslararası alanda Rusya'ya yönelik bir takım yaptırımları dile getirmesi beklenebilir. Bu adımların uygulanabilirliği ya da Rusya üzerindeki etkinliği tartışmalı olsa da bir takım sonuçlar yaratacağı söylenebilir. Nitekim Rus Maliye Bakanı Aleksey Kudrin çatışmanın yaşandığı bir haftalık sürede Rusya'dan kaçan yabancı sermaye miktarının 7 milyar ABD doları olduğunu ve bunun 2008 yılının tamamı için yaratacağı özel etkinin Rus Merkez Bankasınca 30-40 milyar dolar civarında olacağının tahmin edildiğini açıkladı. Bu durum Rusya'nın diğer alanlarda karşı karşıya kalabileceği yaptırımlarla daha da çarpıcı bir düzeye taşınabilir. Fakat bunun küresel ticaret ve ekonomiye bir takım kısa, orta ve uzun vadeli yansımaları olacağı da akılda tutulmalıdır.
Diğer yandan Rusya'nın iç politik yapısına bakıldığında iktidar ile muhalefet arasında bir yaklaşım farklılığı olmadığı, kamuoyunun da sürecin yürütülme şeklini onayladığı görülmektedir. Toplumun Rusya'nın eski dönemi hatırlatırcasına uluslararası alanda eski saygın konumuna döndüğüne inandığı ve bu yaklaşımı desteklediği görülmektedir. Putin/Medvedev iktidarının eskisinden daha güçlü olduğu iddia edilebilir.
Gelişmelerin Gürcistan üzerindeki kısa vadeli etkilerinin daha rahatsız edici olduğu görülmektedir. Gürcistan'da son yıllarda büyük çabalarla kurulan altyapı yıkılmış, yeniden kurulan ordunun saygınlık ve kendine olan güveni büyük zarar görmüş, ulusal moral da darmadağın bir hale gelmiştir. Aralarında Türkiye'nin desteği ile modernize edilen Vaziani ve Marneuli üslerinin de bulunduğu bir takım askeri tesisler ile ticari önemi haiz Poti limanı ağır bir hasara uğramıştır. Çok sayıda köprü ve bağlantının bombalanması neticesinde kara ve demiryolu ağı zorlukla kullanılır hale gelirken, enerji nakil hatlarında büyük sıkıntılar söz konusudur. Bu ekonomik anlamda sadece Gürcistan'ı değil, başta Türkiye olmak üzere tüm komşu ülke ve bölgeleri doğrudan etkileyen bir durumdur. BTC petrol boru hattı çalışamaz duruma gelirken, BTK doğal gaz boru hattından da doğal gaz akışı güvenlik nedeniyle durdurulmuştur. Ermenistan'ın ticari bağlantıları kilitlenirken, Azerbaycan'ın gelirleri sekteye uğramış durumdadır. Gürcistan'da ve de dolayısıyla Kafkasya ve hatta Orta Asya'da yeni yatırımlara girişmek artık daha risklidir.
Diğer yandan Rus barış gücünün süresiz biçimde anlaşmazlık bölgelerinde bulunarak devriye gezmesinin önü, ateşkes anlaşmasında da bu konuya yer verilerek açılmıştır. Bu durum bölgedeki Rus askeri varlığının meşrulaştırılması şeklinde değerlendirilmelidir. Başka bir deyişle, ateşkes çatışmaları sonlandırsa da Gürcistan'ın ve dolayısıyla Kafkasya'nın zorlu bir yakın gelecekle karşı karşıya olduğu açıkça görülmektedir. Rusya'nın gösterdiği tepki ABD ve AB başta olma üzere Batı dünyasınca orantısız görülse de Rusya şimdilik kaydıyla Kafkaslarda daha sağlam bir askeri/siyasi zemin edinmiştir. Taraflar arasında başlaması beklenen siyasi görüşmelerin şekli ve geleceği ise şimdilik belirsizdir.
Gelişmelerin Batı dünyası üzerinde bıraktığı izler de dikkate alınmalıdır. Batı dünyasının üzerinde durduğu temel sorular "Rusya'nın küresel bir kutup mu olacağı, yeni bir Soğuk Savaş başlatıp başlatamayacağı" gibi noktalar çevresinde gelişmektedir. AB ülkeleri Rusya ile enerji merkezli olan ilişkilerini daha dikkatle ele almak zorunda olduklarının farkına bir kere daha vardılar. ABD'nin Transatlantik güvenlik algısının Rusya'yı merkeze alan bir biçimde yeniden şekillendirileceğinin sinyalleri ise yapılan açıklamalarda kendisini göstermektedir. Rusya'yı sınırlandıracak D8, NATO, DTÖ gibi yapıların Batılı aktörlerce kontrol edildiği akla getirildiğinde işbirliği ve cezalandırma senaryoları iç içe geçmiş biçimlerde karşımıza çıkacaktır. Dünyanın karşı karşıya kaldığı uluslararası terörizm, başta nükleer silahlar olmak üzere kitle imha silahlarının yayılması ya da iklim değişikliği ve açlık gibi bir takım temel küresel sorunlara Rusyasız yanıt bulunup bulunamayacağı da dikkate alınması gereken bir boyuttur. Bu bağlamda AB ve NATO dâhil olmak üzere Batı dünyasının aktörleri ve kurumlarında bir takım politika farklılıkları ve ayrılıkları gündeme gelebilir. Rusya'nın da kutup yaratmak yerine küresel oyuncu olmak adına girişeceği ittifaklar sistemde köklü bir takım dönüşümler yaratabilir.
Bu küresel ve bölgesel değişikliklerden ve oluşan/oluşacak düzenden doğrudan doğruya etkilenen/etkilenecek aktörlerin başında kuşkusuz Türkiye gelmektedir. İlk aşamada Türk ekonomisinin ve ticari ilişkilerinin baskı altına alındığı görülmektedir. Türkiye'nin Azerbaycan ve Orta Asya'ya çıkışı Gürcistan'daki koşullar nedeniyle felç olmuş durumdadır. Eskiye dönmek için dahi ciddi bir takım alt yapı yatırımları gerekmektedir. Gürcistan'ın eski konumuna dönüp dönemeyeceği bilinmemektedir. Diğer taraftan ticari anlamda Rusya ile yürütülen işbirliği de yeniden masaya konmak zorundadır.
Siyasi açıdan bakıldığında da Türkiye'nin neredeyse son 15 yılda kurduğu Gürcistan merkezli Kafkasya politikasını gözden geçirilmesi gerektiği görülmektedir. Bölgedeki çatışmalara bakış, Abhazya ve Osetya ile bağlantılar, Ermenistan'la ilişkiler ve diğer bazı siyasi meseleler yeni bir bakış açısıyla ele alınmak zorundadır. Kuşkusuz bu yaklaşımın hem AB-ABD ile ilişkilere hem de Rusya ile ilişkilere yansımaları olacaktır. Nitekim Türkiye'nin bölgesel girişimlerine başta ABD olmak üzere Batılı müttefiklerden gelen eleştiriler, Montrö ile Boğazlar ve Karadeniz'in geçiş ve seyir güvenliği konusunda Rusya'dan gelen eleştiriler, Ermenistan'la atılan adımlara Azerbaycan'dan ve iç kamuoyundan gelen eleştiriler oyunun ne kadar zorlu ve çok bilinmeyenli olduğunun işaretleridir.
TÜRKİYE'YE YANSIMALAR:
Türkiye gerek bir bölge ülkesi olarak konumu ve Rusya ile ilişkileri gerekse Batı dünyası ve onun kurumlarının tarihsel bir ortağı/müttefiki olarak gelişmelerden doğrudan doğruya etkilenmektedir. Son dönemde iç sorunlarla boğuşan Türkiye'nin bu süreçteki rolü ya da konumu üzerinde durulması gereken bir başlık olarak dikkat çekmektedir. Başbakan Erdoğan'ın Akdeniz İçin Birlik zirvesinde yaptığı konuşmada vurguladığı "Türkiye'nin çevresindeki bölgelerdeki sorunlara çözüm getiren ülke" algısının Kafkasya'daki sorunların çözümüne etkisi ve katkısının düzeyi değerlendirilmelidir. Benzer biçimde Temmuz 2008'de ilk defa yapılan Büyükelçiler Zirvesinde de Türkiye'nin içinde yer aldığı bölgelerde yapıcı roller yüklendiğinin/yüklenmesi gerektiğinin vurgulanması önemlidir.
Tarafları normalleşme zemini yaratmaya davet eden Türkiye, "Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu" önerisi çerçevesinde Başbakan Tayyip Erdoğan'ın öncelikle Moskova ve Tiflis'e yaptığı ziyaretlerle gelişmeleri önemsediğini göstermiştir. Bu türde bir ittifakın ekonomik ve ticari ilişkiler merkezli şekillendirilerek bölge barış ve istikrarına katkı sağlaması amaçlanmaktadır.
Diğer taraftan bu girişimle neler elde edilmesi hedeflendiği, ne türde bir yapılanmaya gidileceği ve bu karmaşık ortamda sürecin nasıl yürütüleceği meseleleri henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu çerçevede bu ilk girişimlerin yaratacağı/yarattığı etkinin Türkiye'ye yansımaları başlangıçta ve hatta henüz ne yazık ki dikkatle değerlendirilmemiştir.
Tahmin edilebileceği üzere Platform'un kurularak barış ve istikrar üreten bir yapıya dönüşebilmesi bölge ülkelerinin yapıcı yaklaşımlarına ve birbirlerini algılamalarına bağlıdır. Türkiye'nin Kafkasya'da, bölgesel bir takım sorunların tarafı olduğu da akla getirildiğinde sorunların çözümü süreci Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmektedir. Özellikle Türkiye-Ermenistan, Azerbaycan-Ermenistan, Dağlık Karabağ ve Abhazya/Güney Osetya (Rusya-Gürcistan) sorunları Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren sorunlardır. Platformun bu meselelerin çözümünde rol oynayacak bir çerçevede olması zorunluluktur.
Kafkaslardaki sorunların çözümünde Türkiye'nin konum ve yaklaşımı önemlidir. Bilindiği üzere Avrupa'daki sorunların çözümü ve AB/NATO genişlemelerinde Türkiye net biçimde Batı dünyasının yanında yer almıştır. Türkiye Kosova'nın bağımsızlığını tanıyan ülkelerin de başındaydı. Fakat diğer yandan Karadeniz ve havzasında meydana gelen gelişme ve tartışmalarda, Montrö gibi temel bir takım anlaşmaların muhafazası ve kendi çıkarlarının korunması adına zaman zaman Batı dünyasıyla ters düşmekten de çekinmedi. Dönem dönem Türkiye'nin, özellikle ABD tarafından Rusya ile ittifak içinde hareket etmekle eleştirildiği durumlar dahi söz konusu oldu. Türkiye'nin Rusya ile artan düzeydeki ticari ilişkileri, bunların stratejik boyutta siyasi ve askeri ittifak ilişkilerine dönüşebileceği tartışmaları ise Türk iç/dış politikasının gündemini uzun süre meşgul etti. Gelinen noktada Kafkasya'nın konumu ve Türkiye'nin buradaki tavrı Avrupa ve diğer bölgelerden önemli bir farklılık göstermektedir. Türkiye bir Kafkas ülkesidir. Bu konumuyla Türkiye'nin Kafkasya'da takındığı ya da takınacağı tavrın, Türk-Rus ve Türk-ABD/Batı ilişkileri üzerinde doğrudan etkileri olacaktır.
Nitekim özellikle ABD'nin Türkiye'nin tek taraflı biçimde attığı istikrar platformu açılımından rahatsızlık duyduğunun sinyalleri alınmaktadır. Türkiye'nin müttefiki/parçası olduğu ülkeler/yapılar ile müzakere etmeden, Kafkasya'da ABD ve AB dışında bir takım adımlar atmaya çalışması olarak değerlendirilen bu durum çatışmaların sona ermediği, masaya oturma aşamasına daha ulaşılamadığı bir zeminde Türkiye'nin farklı bir vizyonu olup olmadığı tartışmalarına yol açmaktadır. Eş zamanlı olarak İran cumhurbaşkanının gezisi, dışişleri bakanının üst üste yaptığı Tahran ziyaretleri ve Enerji bakanının anlaşma imzalamak amacıyla yürüttüğü görüşmeler de Amerikalılarca son gelişmelerle ilişkilendirilmektedir. Bu bağlamda, gelişmelerin Türk-ABD ve Türk-NATO ilişkilerine olumsuz yansımaları olacağı ileri sürülebilir.
Atılan adımların Türkiye ile bölge ülkeleri ilişkilerine de yansımaları olacaktır. Bu yansımalar, Türkiye'nin sınır konumu bağlamında, aynen güney sınırlarımızda olduğu gibi, uzun soluklu yıkıcı ya da doğru yaklaşımlar sonucunda yapıcı etkiler biçiminde Türkiye'nin önüne çıkacaktır. Nitekim Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasının Azerbaycan kamuoyunca dikkatle takip edilmesi bunun işaretlerindendir.
Bu gelişmelerin iç politik etkilerinin olacağı da akılda tutulmalıdır. Türkiye'de yaşayan Kafkas kökenli nüfusun talep ve eleştirilerinin yanı sıra ideolojik bakış açılarına bağlı olarak iç politik etkileri de söz konusu olacaktır. Kafkas-Abhaz Dayanışma Komitesi ve Gürcü dernekleri gibi diyaspora örgütlenmelerinin hızla tepki verdiği, protesto gösterileri düzenlediği görülmektedir. Muhalefetin de açılımı dikkatle takip ettiği ve atılan adımları değerlendirildiği görülmektedir.
Diğer taraftan Rusya ile Gürcistan arasındaki ilişkilerin çökmesi ve tarafların yıkıcı bir savaşın sonucu olarak yaratacakları uzlaşmaz zemin Türkiye'nin KEİ, BTC boru hattı, BTK demiryolu hattı gibi ekonomik ve siyasi projelerinin kötü etkilemesinin ötesinde Karadeniz merkezli giriştiği BLACKSEAFOR, Karadeniz Uyumu gibi bölgesel güvenlik girişimlerini de çökertme potansiyeli taşımaktadır. Yıllarca süren ince ayrıntılarla adeta tırnakla kuyu kazarcasına şekillendirilen bölgesel projelerin çökmesi Türkiye'nin istemeyeceği gelişmeler/sonuçlar olacaktır.
Hatırlanacağı üzere 1990'ların ortalarına dek Türkiye'nin Kafkasya ve Orta Asya politikalarında herhangi bir yer edinemeyen Gürcistan, Ermenistan'la bir türlü geliştirilemeyen ilişkiler, İran'ın uluslararası alandan yalıtılması ve Rusya ile yaşanan rekabet gibi nedenlerle, bu tarihten itibaren Türkiye'nin Kafkasya ve Orta Asya'ya yönelik politikalarının merkezine oturdu. Türkiye BTC ve BTK petrol ve doğalgaz boru hatları gibi enerji projelerinin yanı sıra Bakü-Tiflis-Kars demiryolu gibi ulaşım projelerinin merkezine de Gürcistan'ı oturttu. Saakaşvili'nin iktidara gelişini takip eden dönemde ABD ile birlikte Gürcistan'ın bir aciz, düşkün devlet (failed state) olmasının önüne geçecek sivil, askeri, sosyal ya da ekonomik birçok projede etkin rol yüklendi. Bu yatırımlar ve girişimlerin yarattığı en temel sonuç ekonomik ve ticari anlamda Türkiye'nin Gürcistan için asli ortak olmasıdır.
Gürcistan eski Sovyet devletleri içerisinde ekonomik ve ticari alanda Türkiye'nin Rusya'nın önüne geçebildiği ilk ve tek ülkedir. Gürcistan-Türkiye ticaret hacmi 2007 yılı itibarıyla 940 milyon dolara ulaşmıştır. Bu rakam Gürcistan'ın toplam ticaret hacminin %20'si'ne tekabül etmektedir. Türkiye'nin 5 yıllık hedefi 3 milyar dolar seviyesine ulaşmaktır. Türkiye'nin Gürcistan'daki müteahhitlik hizmetleri de 750 milyon dolar seviyesindedir. Türkiye'nin Kafkasya ve Orta Asya'ya çıkış kapısı olarak görülen Sarp sınır kapısından geçen araç sayısı yılın ilk 5 ayında 25 bini (geçen sene 18 bin) bulmuştur.
Bu rakamlar Türkiye çapında büyük bir figür olarak görülmese de sembolik/siyasi anlamda birçok şeyi ifade etmektedir. Kafkaslar çapında önemli rakamlardır ve Türkiye'nin bölgesel etkinliğini göstermesi açısından da ciddiye alınmalıdır. Diğer yandan Türk yatırımcıların getirdiği sermaye miktarı Türkiye'yi Gürcistan'daki en büyük doğrudan yabancı yatırıma sahip ülke konumuna taşımıştır.
Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta, Türkiye Gürcistan aracılığıyla Kafkasya ve Orta Asya'nın tamamına ulaşması hedeflenen önemli bir ağ oluşturmaktadır. Son gelişmelerin en az Gürcistan'a verdiği zarar kadar Türkiye'ye ve Türkiye'nin Kafkasya ve Orta Asya politikalarına zarar verdiği/vereceği iddia edilebilir. Ekonomik anlamda karşılaşılacak sıkıntıların ötesinde Türkiye'nin neredeyse son on yılda büyük çabalarla, zaman zaman görünmeyen biçimde oluşturduğu alt yapı ve politik çizgi/vizyon büyük zarar görmekte, yıkıma doğru gitmektedir. Türkiye'nin Azerbaycan ve Orta Asya ile olan bağı kopmakta, güvenilir bir hat oluşturma politikasının çökmesi ihtimali bulunmaktadır.
Türkiye için istikrarsız ve iç savaşa sürüklenmiş bir Gürcistan, toprak bütünlüğü sağlanamamış bir Gürcistan'dan daha büyük bir tehdittir. Gürcistan merkezli bir istikrarsızlık ve düzensizlik Türkiye'yi farklı alternatiflere zorlayacaktır. Bu alternatiflerin çok da çeşitli olmadığı da aşikârdır. İran'la ilişkilerin geliştirilerek çeşitlendirilmesi ABD ve bir dereceye kadar İran'ın politik tercih ve yaklaşımlarıyla ciddi bir biçimde sınırlandırılmaktadır. Geriye kalan alternatif ise Ermenistan olarak belirginleşmektedir. Ermenistan'la var olan sıkıntılı ilişkileri aşma yönünde, gizli ve dolaylı yürütülen görüşmelerin hızlandırılması ve Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sorunların çözümü yönünde sürecin ilerletilmesi beklenilebilir. Diyaspora ile birlikte Ermenistan'ın Rusya ile ilişkileri ise bu sürecin en temel sınırlandırıcısı olacaktır. Azerbaycan yaklaşımı da bu bağlamda bir diğer önemli parametre olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bölgesel sorunlara yaklaşım bağlamında dikkate alınması gereken bir diğer nokta bağımsızlıklarını ilan eden Abhazya ve Güney Osetya'nın gelecekteki durumları ve Türkiye'nin buna yaklaşımlarıdır. Bu yapılarla ilişki kurularak uluslararası toplumun, Batı dünyasının birer parçası olmaları teşvik edilmelidir. Özellikle Abhazya gerek stratejik konumu, gerekse Türkiye'de yaşamlarını sürdüren Abhaz diyasporası bağlamında Türkiye açısından göz ardı edilmemesi, yok sayılmaması gereken bir unsur olduğu aşikârdır. Türkiye'nin burada atacağı adımların herkesin faydasına olacağı hem Gürcistan'a hem de müttefiklere rahatlıkla anlatılabilir. Bu yönde bir altyapı ve politika çalışması derhal yapılmalıdır.
Gelişmeleri değerlendirirken Türkiye'nin dikkate almak zorunda olduğu bir diğer önemli başlık ise Türk-Rus ilişkileridir. Türk-Rus ilişkiler 1990'ların ortalarından itibaren imzalanan anlaşmalar neticesinde 2001 itibarıyla "Çok Boyutlu Stratejik Ortaklık" düzeyine ulaşmıştır. Sorunları kenara bırakarak işbirliği alanlarına öncelik vermek, bir nevi bardağın dolu tarafını görmek prensibiyle şekillenen ilişkiler özellikle ekonomik ve ticari ilişkiler ayakları üzerine kurulmuştur.
Türkiye ile Rusya ticaret hacmi 2007 yılı itibarıyla 28 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. 2008 ilk altı ayında ulaşılan düzey 19,9 milyar dolar seviyesidir ve yılsonu hedefi 38 milyar dolardır. Avrupa'nı ekonomik devi Almanya'nın Rusya ile ticaret hacminin bu hedef seviyesinde olduğu akla getirildiğinde rakamın büyüklüğü daha iyi analiz edilecektir. Türkiye'nin Rusya'da yüklendiği müteahhitlik hizmetleri de 25-30 milyar dolar seviyesindedir ki bu rakam Türkiye'nin yurtdışında yüklendiği işlerin toplamının %22'sidir. Turizm gelirleri de unutulmaması gereken bir başlık olarak dikkate alınmalıdır.
Türkiye bu bağlamda bölgedeki girişimlerini şekillendirirken ve politika yürütürken Rusya ile olan bağlarını ve Rusya'nın çıkar algılamalarını da dikkate almak durumundadır. Platform girişimi için Başbakan Tayyip Erdoğan'ın ilk önce Moskova'ya gitmesi, Ermenistan'ı sürece dâhil etmek için Rusya'nın arabuluculuğuna başvurması, Deniz Kuvvetleri Komuta'nın Rus meslektaşıyla istişarelerde bulunması gibi sayısı artırılabilecek örnekler Türkiye'nin bunun farkında olduğunun işaretleridir.
Bu durumun Türkiye'nin ABD-AB ile iliklerinde bir takım sıkıntıları doğurma potansiyeli bulunmaktadır. Türkiye'nin müttefiki unsurları rahatsız etmeden, çıkarlarını dikkate alan adımlar atması gerekmektedir. Bu bağlamda en öncelikli sıkıntı Karadeniz merkezli yürütülen ekonomik, siyasi ve askeri girişimlerin geleceği konusunda karşımıza çıkmaktadır. Örneğin KEİ eldeki bir kurumsal yapılanma olarak sürece dâhil edilememiştir. Karadeniz'e giriş yapan ABD gemileri bağlamında da Montrö'nün ihlal edilip edilmeyeceği, geleceğinin ne olacağı tartışmaları yeniden yapılmaya başlamıştır.
Sonuç olarak Saakaşvili'nin kendisini, Gürcistan'ı ve Türkiye ile birlikte müttefiklerini zorlu bir sürecin içine soktuğu görülmektedir. Çok bilinmeyenli birkaç denklemi bünyesinde barındıran pazarlıklar farklı bir Gürcistan ve farklı bir Kafkasya yaratacaktır. AB ve ABD'nin etkin bir rol yükleneceği bu süreçte, Abhaz ve Osetlerin yanı sıra Gürcülerin nasıl bir konumda olacakları soru işaretleriyle dolu bir süreçtir. Türkiye ise bu süreçte masada mutlaka yer bulmak durumundadır. Zira Türkiye'nin bölgesel çıkarları, savunulması en yakın müttefikleri de dâhil olmak üzere, hiç kimseye bırakılamayacak kadar hayatidir. Siyasi karar alıcılara güncel, sağlam ve yapıcı alternatiflerin sunulması, karar alıcıların hızlı ve doğru hareket etmesi kadar büyük önem taşımaktadır.

AHPC

Etiketler:
kafkaslarda son gelişmeler ve türkiye - doçdr mitat çelikpala

YORUMLAR
Yorum yapmak için giriş yapın...

MIZAGE DERGİ YÖNETİCİLERİ KAYSERİ'DE
KARAÇAY-BALKAR KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ 13. GENEL KURULU.
AYŞE & HAKAN EKER GELİN ALMA
ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ'NDE MIZIKA DİNLETİSİ
ESKİŞEHİR KUZEY KAFKAS KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ CİHAN ERTOK İLE DEVAM DEDİ
ESKİŞEHİR KUZEY KAFKAS KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ GENEL KURULUNU YAPTI.
KAFKASYA UÇUŞLARI BAŞLADI
ARDA ARGUN'A LEON NİŞANI
ADİGE MİLLİ KIYAFET GÜNÜ KUTLANDI
KAFDAV YAYINCILIK ESKİŞEHİR KİTAP FUARINDA
/ 599>

EN ÇOK OKUNANLAR
Kayıtlı başka haber bulunmamaktadır