BİTİŞİĞİMİZDEKİ İĞDEBEL, ÇERKEZ KÖYÜYDÜ.
Alevilerin, Avşarların, Çerkezlerin her zaman kardeşçe yaşadıkları Tufanbeyli, Sarız, Göksun üçgenindeki mutlu coğrafyada büyüdüm. O yüzden de, hiçbir dini söylem ve ırkçı yaklaşım beni etkilemedi. Benim gibi olmayanları da, benim gibi olanlar kadar sevdim... O güzel insanlardan öğrendiğim dostluk ve kardeşlik duygularını hiç yitirmedim...
14-01-2009 - 5 kez okundu
İğdebel Köyünün Çerkez beyi Kadir Ağa, Yalak(Yeşilkent) Avşarlarının önderi Ali Dede, babam Ağa Nergiz'in en has can dostlarıydı.
Düğünlerde, sünnetlerde birbirlerini evin baş köşesine oturtamadan şenliği başlatmazlardı.
"İğdebel Köyünde düğün var!" dediklerinde, babamın, annemin hazırlanmalarını beklemeden, tek ayak üzerinde zıplayarak koşardım. Yol boyunca, Kadir Ağanın dışı beyaz badanalı iki katlı konağında Fındık teyzenin önüme koyacağı mısır ekmeğini, uzun boyunlu, ince belli Çerkez atlarını hayal ederdim. Bütün Çerkez evleri dışardan beyaz badana ile boyanırdı.Kireç yerine, dağlardan çıkarıp getirdikleri beyaz bir toprağı kullanırlardı. Çerkez gelinleri, kızları, beyaz badananın üzerine kırmızı çamurla çiçek ve kuş resimleri çizerlerdi. Ellerini kırmızı sıvaya batırarak beyazın üzerine beş parmaklı el işaretleri yaparlardı.
Temizlikte üzerlerine yoktu. Kokulu sabunların en iyisini, kremin en hasını onlar bilirdi. Elleri bembeyaz ve yumuşacıktı. Çerkez kızları, bizim Birsen Altıner gibi ince ve zariftiler. Köy yerinde incecik parmaklarına oje, dudaklarına ruj sürer, gözlerine sürme çekerlerdi.
Çerkez kızları, genellikle zenginlerle, öğretmen ve memurlarla evlenir, evde oturur, el işleri yaparlardı. Ekine, tarlaya pek gitmediklerinden Çerkez kızlarıyla evlenmek ekonomik bulunmazdı. Çekiciliklerine kapılıp onlarla evlenmeyi aklımızdan geçirdiğimizde, büyüklerimiz takkiyeli bir propaganda yoluna başvururlardı; "Oğlum, Çerkez kızıyla evlenip de ne yapacaksın, onlar, tıpkı bahar çiçekleri gibi çok çabuk sararıp solarlar. Evlenip daha bir, iki çocuk yapmadan çekiciliklerini yitirip yaşlı ninelere dönerler" diyerek bizi caydırmaya çalışırlardı. O kadar da değildi. Çerkez kızları, tarlada çalışmazlardı ama, günlerini evde, oya, kanaviçe işleyerek, halı dokuyarak geçirirlerdi. İpek kumaş üzerine yaptıkları değerli bir işlemeyle, bir köylü kadının tarlada yıl boyunca kazandığından daha fazla gelir elde ederlerdi.
Geçen yüzyılın başında Kafkasya'dan geldiklerinden, dinsel bağnazlığın etkisinde kalmamışlardı. Çerkez kızları da tıpkı şehirli kızları gibi başları açık, kısa kollu giyinir, düğünlerde mızıka eşliğinde erkeklerle el ele dans ederlerdi. Tanısınlar, tanımasınlar, komşu köylerden düğüne gelen gençleri mutlaka dansa kaldırırlardı...
Ağabeyimin İğdebel Köyünde öğretmenlik yaptığı yıl, ilkokul üçüncü sınıfa gidiyordum. Hem öğretmenin kardeşi, hem de sınıf mümessili olduğumdan, köyün kızları bana büyük ilgi gösterirlerdi. Ağabeyim, sınıfta kız ve erkekleri yan yana oturturdu. Ben, Mahide ile en ön sırada yer alıyorduk. Mahide, önlüğünün cebine doldurduğu üzümleri, leblebileri sıranın altından avucuma tutuştururdu. Teneffüslerde gözünü üzerimden hiç ayırmaz, başka kızlarla konuştuğumda çok kıskanırdı. Ben de, küçücük boyumla, beğenilen erkek edasıyla hindi gibi kabararak dolaşırdım. Ara sıra hınzırlığım tutar, başka kızlara ilgi göstererek Mahide'yi kızdırırdım. Baktı olmayacak, bir gün okul çıkışında yan yana yürürken, birden "Sen akıllı bir çocuğa benziyorsun, okuyup büyük adam olduğunda benimle evlenir misin" dediğinde ikimizde kıpkırmızı kesilmiş, birbirimizin yüzüne bakamıyorduk. Bir süre bekledi, benden ses çıkmayınca:
"Ne o, Kır oğlan, beni beğenmedin mi yoksa?" dedi.
Beğenmesine beğeniyordum da, benim de kendi köyümüzde yavuklum vardı.
Hafta sonunda köye döndüğümde, çeşmenin başında Gülbahar'la karşılaştık. Konuşacak söz bulamıyordum. Suçluluk duygusuyla gözlerimi ondan kaçırarak sürekli yere bakıyordum.
"Sende bugün bir hal var" dedi, Gülbahar, " bu defa yüzün bana çok soğuk geldi!"
Bu iş böyle yürümezdi. Pazartesi günü okula döndüğümde kestirip attım:
"Sen, Evreşe türküsünü bilin mi Mahide?" dedim.
"O da ne, ne Evreşe'si?"
"Evreşe yolları dar/ Bana bakma benim yarim var..!" dedim; "köyde yolumu bekleyen bir yavuklum var, Mahide... onu yüzüstü bırakamam.."
Mahide, o anda ne diyeceğini bilemedi. Öğretmen daha derse girmemişti. Bir süre sustu, yutkundu. Sonra aniden kitaplarını, defterlerini topladı, yanımdan kalktı, gitti başka bir kızın yanındaki boş yere oturdu. Ağabeyim, sınıfa girdiğinde garipliği fark etti. Neden yer değiştirdiğini sorduğunda,"Ben, orada oturmak istemiyom!" dan başka bir yanıt alamadı.
Mahide, o yıl okul tatil oluncaya dek bir daha yüzüme hiç bakmadı. Ne zaman yaklaşmaya, konuşmaya çalışsam, benden uzaklaştı. Gözlerini yakalamak istediğimde uzaklara baktı, gözlerini hep kaçırdı benden...
Okulun son gününde okulda eğlence düzenlemiştik. Ne pahasına olursa olsun, o gün Mahide'nin ellerinden tutacak, onunla yanak yanağa dans edecek, gönlünü almaya çalışacaktım...
Onun için söyleyeceğim türküyü bile hazırlamıştım:
Şu derenin uzunu
Kıramadım buzunu
Aldım Çerkez kızını
Çekemedim nazını
Mahide, türküyü dinlerken kıkır kıkır gülecek, böylece aramızdaki buzlar eriyecekti...
Mahide, o gün okula gelmedi..
Ertesi yıl da ağabeyimin başka bir köye tayini çıktı. Ben, ilkokul dördüncü sınıfı Sarız'ın İncemağara Köyünde dedemlerin yanında okudum.
Sonraki yıllarda İğdebel Köyüne hiç yolum düşmedi.
Mahide'yi bir daha hiç görmedim...
Köy yerinde genç kızlar erken evlendirilir...
Mahide de çoktan evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış, şimdiye torun, torba sahibi olmuştur belki de..
Hey gidi Mahide, hey!...
Size de hey gidi, Sevgili Mahmut Şenol ve Birsen Altıner...
Çerkezlerle ilgili söyleşinizle beni alıp nerelere götürdüğünüzün farkında mısınız?...
Not: Mahmut Şenol dostum, söyleşide bizim yörede "Çerkez" olarak kullanılan sözcüğü özellikle "Çerkes" olarak kullanmış... Doğrusu da bu... Ancak, ben yörede kullanılan şekline bağlı kularak "Çerkez" sözcüğünü kullandım. Hoşgörüsüne sığınarak tabii..
A. HAYDAR NERGİS - 14 Ocak 2008
alihaydar@acikgazete.com
Etiketler:
bitişiğimizdeki iğdebel çerkez köyüydü