NART
NART

GİRİŞ
Kullanıcı Adı

Şifre





>Üye Değilim     >Şifremi Unuttum

ETİKET BULUTU

MÜZİK ÇALAR
4-5-6-7
3
8
apsuva
35WERE~1.MP3

Nart Ajans Reklam

HABERLER / Cemiyet Haberleri

Notice: Undefined variable: db in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/function.php on line 6

Warning: mysqli_query() expects parameter 1 to be mysqli, null given in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/function.php on line 6
CERKES VE ARNAVUT ISTANBULLU İKİ KABADAYİNİN YASANMİS HİKAYESİ

Arnavut Mustafa'yı zaptedecek tek bir adam, bir Allah'ın kulu da görünmüyordu. İşte Çerkes Arif Bey'in burada kendini göstereceği tutmuş, tabancasını çekerek Mustafa'nın önüne dikilmişti. Sarhoş da olsa hasmını çok iyi tanıyan ve silahından da korkan Mustafa durmuş, Arif de ona,
14-07-2009 - kez okundu

Cerkes Arif ve Arnavut Mustafa,Istanbullu iki kabadayinin yasanmis hikayesi

Galata'da Manolaki, Beyoğlu'nda Mavi Taki" şarkısını söyliyerek Galata ile Beyoğlu arasında kafa tütsüliyen, Abdülhamid sarayının adamı Fehim Paşa'nın nişancı silahşörü Arif Bey, yine günlerden bir gün, Galata'da bir müddet oturmuş, esmer delikanlı Manolaki'nin getirdiği kesme billur kadehlerden birkaç tek attıktan ve önüne serilen ve bir tablo gibi süslü görülen meze sofrasına da pek iltifat etmedikten sonra, doğruca Beyoğlu'na çıkarak, usta Pandeli'nin Hanaki adlı Birahenesine uğramıştı. Vakit akşamdı. Bir iki kadeh de burada Mavi Taki adlı sarışın Rum garsonun elinden aldığı rakıyı da devirmiş fakat içindeki sıkıntıyı yenemiyerek sokağa fırlamıştı. Akşamları Beyoğlu'nun havagazı fenerleriyle aydınlanan sokaklarından geçerek ve dilber kadınlarını seyrederek yürümekle belki içindeki sıkıntıyı giderecekti. Bu ümitle Galatasaray karakolunun bulunduğu yere gelmişti.

Köşe başında harap ve ahşap bina olan bu karakolun önünde cam bir fenerin içinde yanan havagazı lâmbası ortalığa loş bir aydınlık saçmakta idi. İşte bu sırada her taraftan kaçışan kadınlı erkekli bir kalabalık görmüş ve tam sarhoş bir halde halkı korkutan palabıyıklı iri yarı Arnavut Mustafa Bey'i de tanımıştı. Abdülhamid'in muhafızlarından Arnavut Tahir Paşa'nın tüfekçilerinden Arnavut Mustafa'yı kim tanımazdı. Elindeki parlak ve uzun palayı iki defa savuran zil zurna sarhoş Arnavut Mustafa'yı zaptedecek tek bir adam, bir Allah'ın kulu da görünmüyordu. İşte Çerkes Arif Bey'in burada kendini göstereceği tutmuş, tabancasını çekerek Mustafa'nın önüne dikilmişti. Sarhoş da olsa hasmını çok iyi tanıyan ve silahından da korkan Mustafa durmuş, Arif de ona,

-Bana bak, çabuk o palayı ver, yoksa şimdi seni ruhsuz yere sererim demişti.

Beyoğlu'nun içini karıştıran zorlu Arnavut Mustafa'nın, Çerkes Arif Bey'in tabancası önünde süt dökmüş kedi gibi uysal Galatasaray karakolundan içeri girmesi, Arif Bey'e büyük bir şöhret katarken, bütün İstanbul Arnavutlarını ve başta Tüfekçibaşı Tahir Paşa olmak üzere saraya muhafızlarını kızdırmıştı.

-Mori bu nasıl iştir, bizim Mustafa o jurnalcinin önünde teslim olmuş inanılmaz vallahi! diyorlardı da başka bir şey demiyorlardı. Bu şayia gitgide kuvvetlenerek o zamanlar saraydaki Çerkeslerle Arnavutları birbirine düşürmüş ve iki taraf da çarpışmak üzere hazırlanmağa başlamışlardı. Nihâyet hâdise bizzat padişaha kadar aksetmiş. Abdülhamid derhal Fehim ve Tahir Paşaları huzuruna çağırtarak onları barıştırmış ve bu suretle işi ört bas etmeğe muvaffak olmuştu. İki taraf verilen hediyeler, maiyetindekilere yağan ihsanlar bu işin üstünden bir sünger geçtiği hissini vermişti. Fakat meşhur bir atasözü vardı ve boş değildi:

-Su uyur, düşman uyumaz!.

Hakikaten de öyle olmuştu. Aradan bir ay ya geçmiş ya geçmemişti. Çerkes Arif Bey, gittikçe kabına sığamayarak dolaşıyor, Monakilerle Mavi Takiler de efendilerinin bir dediğini iki etmiyorlardı. Yine böyle bir akşamdı. Mevsim bahar, ay mayıs, gün Salı idi. Arif Bey Beyoğlu'nda kafayı çekmiş ve o hızla Galata'ya inmişti. Usta Yorgi'nin meyhanesine girip bir masaya oturduktan sonra esmer delikanlı da da güler yüzlü ve kibar tavırlarıyle efendisinin mezelerini sıralamağa ona cevap yetiştirmeğe çalışıyordu. Fakat Arif Bey de bu akşam asabi bir hâl, asık bir çehre vardı. Manolaki, en iblisâne rolleri ile efendisinin keyfini yerine getirmeğe çalışıyordu. Tam ona billur kadehten bir rakı sunduğu sorada karşısındaki masadan alaylı bir ses duyulmuştu:

-Hep sana Manolaki Mavi Taki'ler mi hizmet edecek, bir kadeh de bizden iç Arif Bey!..

Her zaman tetikte duran Arif Bey bu cümleyi söyliyen adamı tanımakta gecikmemiş, Arnavut Tahir Paşa'nın tüfekçilerinden Arnavut Mustafa'yı görmesiyle arka cebinden çıkardığı tabancayı boşaltması da bir olmuştu. Fakat büyük bir şans eseri olacak, kurşunlardan biri Arnavut Mustafa'nın avcı biçimi cekedinin sol cebinde bulanan fakfon tabakayı parçalamış fakat kalbini kurtarmıştı. Amma Abdülhamid'in tüfekçisi de boş değildi. Tabancası içki masasının altında dizleri üzerinde ateşe hazırdı. Bu tehlikeyi atlatınca daha iyi daha emin ateş etmiş, meşhur kabadayı Arif Beyi kanlar içinde yere sermişti. Bu sırada bizim mülazım-ı evvel Nazım Bey de oturduğu masadan dehşet içinde ayağa kalkmış, meyhanenin içi bir anda karışmıştı, Pandelli,

-Vire ne yaptınız Mustafa Bey, şimdi ne cevap vereceğiz! diye feryada başlamıştı. Bu sırada havadis yıldırım gibi Beyoğlu'nun bütün sokaklarına dağılmış, meyhanenin önü kalabalıkla tıkanmış, gelen polisler de Arnavut Mustafa'yı tabancayla beraber alıp Galata karakoluna götürmüşlerdi. Götürmüşlerdi amma, artık Beyoğlu'nun meşhur kabadayısı Arif Bey ölmüştü.

Hâdise Sultan Abdülhamid'e aksettiği zaman onu fena halde hiddetlendirmişti.

-Bu ne rezalet, diyordu, adamlarım birbiriyle vuruşuyor!.. Fakat kurnaz hükümdar, işin basit olmadığını sarayında için için kaynayan bir rekabetin, Çerkes-Arnavut mücadelesinin bu yeni safhasından çok korkmuş bulunuyordu.

Abdülhamid'in siyaseti şu idi. Kendi muhafazasına itina eden bu iki unsuru birbirinden şüphe eder, birbirine itimad edemez hale getirmek ve bundan faydalanmak!.. Bu da şüphe yok ki, tehlikeli bir oyundu. Fakat o bu kadarını da elbet arzu etmiyordu. Şimdi ne yapmalı da Arnavutlarla Çerkeslerin arasını bulmalı idi?! Arnavut Mustafa usulen mahkemeye verilmiş, cinayet mahkemesi celseleri tıklım tıklım meraklılarla dolu olarak aylarca devam etmişti. Çok sadık ve mükemmel bir bende olan Arnavut Mustafa'nın bu Arif Bey yüzünden idamına başta Arnavut Tüfekçibaşı Tahir Paşa muarızdı. Abdülhamid'e sağdan soldan birçok ricalar da vaki olmuş, nihâyet heyet-i hâkime üzerinde de bu teşebbüslerin tesiri dokunmuştu. Nitakim karar günü Adleyinin içi dışı insan almaz bir halde dolu iken heyet-i hâkime meselede bir müdafayi nefs zarureti görerek kararını hiç de beklenilmeyen bir şekilde vermişti:

-Tüfekçi Mustafa efendi beraat etmekte idi.

Cinayet mahkemesini dolduran yüzlerce insan bu hükmü heyecanla dinledikleri sırada bir tabanca sesi, ilamın geri kalan kısmının okunmasına müsaade etmemişti. Zaptiyelerin ortasında mahkeme kararını dinleyen Arnavut Mustafa Efendi üst üste yediği üç kurşunla kanlar içinde yere yığılmış, ortalık karışmış, hâkimler kürsünün arasına sığınmış, halk çil yavrusu gibi birbirini çiğneyerek koridorlara doğru kaçışmış ve Tüfekçi Mustafa'yı kimin vurduğu bir türlü belli olmamıştı. Fakat o sırada Adliye binasına serasker dairesinden yetişen yardımcı kuvvetler binayı kordon altına almışlar, içeriden dışarıya dışarıdan içeriye kimseyi bırakmamışlardı. Cinayet mahkemesinin görüldüğü salona giren zabıta kuvvetleri, hâkimler kürsüsünün altında on üç yaşında zeki bakışlı sarışın bir çocuğu bulmuşlardı, elinde henüz soğumamış bir tabanca durmakta idi. Yapılan tahkikat bu çocuğun kim olduğunu ortaya çıkartmıştı. Bu Fehim Paşa'nın adamı meşhur Arif Bey'in küçük kardeşi idi. Ağabeysinin katilini dikkatle takip etmiş, bütün mahkemelerde bulunmuş, işin sonunun beraatle biteceğini anlayınca koskoca adalet cihazının veremediği cezayı bizzat vermişti. Ziya adındaki bu çocuk hapishaneye giderken, Abdülhamid de Arif Bey'in ailesini Anadolu'ya sürüyordu.

Not: Yargilanip hapse mahkum olan Arif beyin kardesi Ziya bir muddet Sinop hapishanesinde yattiktan sonra tahliye olmustur.Istanbula donun Ziya, abisinin namini yurutmus, Istanbulun onemli Kabadayilarindan biri olmustur.

Etiketler:
cerkes ve arnavut ıstanbullu iki kabadayinin yasanmis hikayesi

YORUMLAR

Fatal error: Uncaught Error: Call to undefined function mysql_query() in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/yonet/user.class.php:23 Stack trace: #0 /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/yorum.php(19): user->user() #1 /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/haberler.php(80): require('/home/nart/publ...') #2 {main} thrown in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/yonet/user.class.php on line 23