NART
NART

GİRİŞ
Kullanıcı Adı

Şifre





>Üye Değilim     >Şifremi Unuttum

ETİKET BULUTU

MÜZİK ÇALAR
9
13
35WERE~1.MP3
35305319 - Adige Heku 01.MP3
8

Nart Ajans Reklam

HABERLER / Cemiyet Haberleri

Notice: Undefined variable: db in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/function.php on line 6

Warning: mysqli_query() expects parameter 1 to be mysqli, null given in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/function.php on line 6
AVRUPA PARLAMENTOSU'NDA ÇERKES GÜNÜ SONUÇ BİLDİRGESİ

'' Asimilasyon ve Entegrasyon Arasında Çerkesler Türkiye'deki Demokratikleşme Süreci ve Avrupa'daki Çerkeslere Bir Bakış '' Avrupalı Çerkesler Federasyonu'nun bu yıl beşincisini düzenlediği "Çerkes Günü" etkinliği Avrupa Parlamentosu SPD parlamenteri Sayın İsmail Ertuğ' un ev sahipliğinde, 30 Kasım 2010 tarihinde, Türkiye'den ve Avrupa'dan gelen konuşmacı ve katılımcılar ile Brüksel Avrupa Parlamentosu Binasında yapılmıştır. Bu seneki "Çerkes Günü", Türkiye'deki demokratikleşme sürecine, bu sürecin Çerkeslere etkisine, Çerkeslerin taleplerine ve ayrıca Avrupa'daki Çerkeslerin yaşadıkları ülkelerin gündemindeki entegrasyon politikaları ve genel olarak içinde bulunduğumuz durumuna dikkat çekmek ve tartışmak üzere düzenlenmiştir. Toplantı 8:30‐12:00 saatleri arasında, iki oturum halinde gerçekleştirilmiş, konuşmacılardan ve katılımcılardan oluşan 40 kişilik bir grup ile yuvarlak masa toplantısı formatında ve her oturum sonrasında katılımcıların sorularıyla sürmüştür.
31-12-2010 - kez okundu

Moderatörlüğünü Sayın Zeynel Abidin Besleney'in yaptığı toplantı Avrupalı Çerkesler Federasyonu Başkanı
Sayın Admiral Daşdemir'in konuklara hitaben yapmış olduğu açılış konuşması ile başlamış ve programdaki
şekli ile devam etmiştir.
Konuşmacıların sunumlarını yapmalarının ardından Adıgey Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Thakuşine
Aslan'ın mesajı katılımcılara iletilmiş ve Sayın Admiral Daşdemir'in kapanış konuşması ile program son
bulmuştur. Yapılan sunumların özetleri bilgilerinize sunulur.
Kamuoyuna saygıyla duyrulur.
Avrupalı Çerkesler Federasyonu
İsmail ERTUĞ, Avrupa Parlamentosu Üyesi, SPD (Sosyal Demokrat Parti), Almanya
''Açılış konuşması''
Kıymetli misafirler, hepinizi saygı, sevgi ve hürmetle selamlıyor, Avrupa Parlamentosu'na hoş geldiniz
diyorum. Avrupalı Çerkesler Federasyonu olarak beşinci Defa Avrupa Parlamentosu çatısı altında bir araya
gelmenizden dolayı sizleri kutluyorum.
Çerkesler yüzyıllardan beri dünya'nın çeşitli yerlerinde yaşamlarını sürdürmelerine rağmen kendi dil kültür
ve geleneklerine sadık kalmışlar ve aynı zamanda yaşadıkları toplumlara uyum sağlayarak medeniyete
katkıda bulunmuşlardır.
Bu günkü toplantının Avrupa Parlamentosu'nda yapılması bu yüzden çok anlamlı çünkü, Avrupa Birliği' nin
prensiplerinden olan azınlıkların haklarını korumaktan öte çok kültürlülüğün bir zenginlik olduğu olgusudur.
Avrupalı Çerkesler toplumunun Çerkeslerin yoğun olarak yaşadığı Türkiye'deki demokratikleşme sürecini
gündeme getirmesi ayrıca bir katkıdır.
Türkiye son yıllarda demokratikleşme yolunda bir mesafe kat etmiştir ve bu yolda azimle ilerlemelidir. İki
hafta önce yayınlanan Avrupa Komisyonu İlerleme Raporu'na değinerek diyebiliriz ki Anayasa Reformuyla
Türkiye çok önemli bir Reform gerçekleştirmiştir.
Demokratik açılım politikası çok olumlu bir gelişmedir. Bu açılım devam etmeli ve içi doldurulmalıdır. Ama
kabul edilmelidir ki Türkiye' nin daha birçok tamamlaması gereken eksiklikleri vardır. Özellikle fikir özgürlüğü
ile ilgili Türkiye Avrupa Birliği Standard'larını yakalamalıdır.
İllegal yapılanmaların üzerine gidilmeli ve demokratik düzen sağlanmalı, bu süreç içerisinde Hukuk Devleti
ilkeleri ihlal edilmemelidir. Demokraside ilerlemiş ülkelerde tek otorite demokratik seçimle gelen sivil
idarelerdir ve bunlar demokratik sistem dışı hiç bir güce karşı sorumlu değildir. Türkiye de en kısa sürede bu
seviyeye gelmelidir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde daha demokrat, katılımcı, azınlık haklarını ve özgürlüklerini koruyan,
kadın haklarını gözeten, sosyal politikalar geliştiren bir ülke olacağını ve nihayet bu yolun sonunda Avrupa
Birliği'ne katılıp Dünya da Demokrasi'nin ve Barış'ın öncülüğünü yapan bir ülke olmasını temenni ediyoruz.
Tekrar geldiğiniz için teşekkür ediyorum.

Zeynel A. BESLENEY, Araştırmacı, Londra Üniversitesi, İngiltere
"Misafir işçi Topluluğundan Diasporaya: Avrupa Çerkes Toplumunun Dönüşümü"
Son yirmi yıl, Çerkeslerin Türkiye'de, Avrupa'da ve daha önemlisi anavatanlarinda, bugünkü Rusya
Federasyonu içersinde kalan tarihsel Çerkesya'da politik izolasyondan çıktığını göstermektedir. Son yedi
yıldır, Türkiye geçmişiyle yüzleşerek daha iyi bir politik kültür ve demokratik bir sistem yaratmaya
çalışmaktadır. Genel olarak konuşmak gerekirse, Çerkes terimi kendilerine Adige diyen batı Kafkasya'daki
etnik grupları tanımlar. Ancak Türkiye'de ve Türkiye'den Avrupa'ya göç eden Çerkesler arasında bütün Kuzey
Kafkasyalilar için kapsayıcı bir kimlik olarak, özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasına kadar kullanılmıştır.
Sovyet sonrası politik gelişmeler, anavatan dışındaki Kuzey Kafkasyalilarin tümünde bireysel ve kollektif bir
dönüşüme sebep olmuş, bunun sonucu olarak Çerkes terimi öncesine nazaran daha az kapsayıcı bir hale
gelmiştir.
Avrupalı Çerkesler, 40 yıldan fazla zaman önce Avrupa'ya gelmelerinden itibaren, asimile olmadan entegra
olabilecekleri hukuki yollara ve fırsatlara sahip oldukları demokratik toplumların içerisinde yaşamaktadırlar.
Türkiye'de, Sovyet dönemi Kafkasya'da yada Sovyet sonrası Kafkasya'da var olmayan sosyo‐politik koşullarda
hareket etmektedirler. örneğin Türkiye'de Çerkes kimliği ve dili baskı altında idi veya desteklenmez, inkar
edilirdi. Rusya'da, devlet Çerkes kimliğini tanıdığı, desteklediği ve bir çeşit politik otonomi sağladığı halde,
aynı zamanda Çerkes politik kimliğini tüm yönleriyle bastırmak ve kontrol etti. Bu durum, Avrupalı
Çerkeslere geniş Çerkes dünyası içerisinde kültürün ve kimliğin muhafazası manasında, aynı zamanda
toplumun endişeleriyle ilgili politik hareketler anlamında açık bir şekilde ayrıcalıklı bir pozisyon sağladı.
Çerkeslerin anavatanı Kuzey Kafkasya'da, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla hem yeni olanaklar hem de yeni
zorluklar ortaya çıktı. Kültürel konularda, tarihsel anavatan ile ilişkilerin güçlenmesi etno‐kültürel kimliğin
korunmasını güçlendirdi. Bir çok Çerkes Kuzey Kafkasya'yi ziyaret ediyor, oradan ziyaretçiler ağırlıyor veya
oradan evleniyor. Tarihsel Çerkesya'dan Çerkes dans grupları, diasporadaki soydaşları için Avrupa'da
gösteriler düzenliyor. Dil öğretmenleri anadil eğitimi için getirtiliyor. Tarihsel anavatan ile oluşan bu tür
dikey ilişkiler, Türkiye, orta‐doğu ve ABD'deki diğer Çerkes diasporası toplulukları ile oluşan yatay ilişkiler ile
de perçinleniyor.
Schengen antlaşmasıyla beraber Avrupa'daki nasyonal sınırların kalması, hem insanların hem de fikirlerin
özgürce dolaştığı tek bir Avrupa alanı yarattı. Bunun sonucu olarak, gözlemciler Hollanda Çerkes diasporası
veya Almanya Çerkes diasporası yerine Avrupa Çerkes diasporasından bahsetmekteler. Ayrıca 90'li yıllarda
ınternetin gelişimi de bu dönüşüme yardımcı olmuştur.
Buna rağmen, Çerkeslerin kültürleri ve kimlikleri çevresine ördükleri koruyucu zırhı delmeleri ve parçası
oldukları toplumlarda sosyal ve politik olarak aktif katılım göstermeye başlamaları uzunca bir sürede
gerçekleşti. ınternetin yaygınlaşması, Avrupa entegrasyon süreci, Türkiye'de ve Rusya'daki demokratik
reformlar Çerkeslerin sığındıkları izolasyonu işlevsiz hale getirdi. Çağdaş Çerkes dünyasındaki yeni rollerinin
tadını çıkarmaya, kendilerini geniş Avrupa kamuoyuna sunmak için "Çerkes Günü" gibi etkinlikler
düzenlemeye başladılar. Dil öğretimi için devlet desteği gibi hedeflere ek olarak, Türkiye'deki demokratik sürece destek, tarihsel, politik veya ekolojik sebeplerden 2014'de Soçi'de gerçekleşecek Kış Olimpiyatları ile
ilgili endişeleri gibi politik taleplerini de duyurmaya başladılar.
2010 Avrupası, 1960'larda Çerkeslerin geldikleri Avrupa'dan çok farklı bir yer. Geçmiş 40 yılda, tüm
zamanların en büyük politik ve sosyal mühendislik projesi olan Avrupa Birliği, savaş sonrası Avrupa'da
Çerkesler dahil olmak üzere eski kıtadaki hayatları şekillendiren bir realite haline geldi. Bu anlamda, hem
politik hem de kültürel olarak çok zayıf bir varlık gösterdiği tüm Kafkasya bölgesi ile iletişim kanallarının
kurulmasında Avrupa'nin, kolaylaştırıcı rolü alarak kendi Çerkeslerine sunabilecekleri birçok fırsat vardır.
Cem OEZDEMİR, Birlik `90/Yeşiller Partisi Eş Başkanı, Almanya
"Avrupa Birliği'nde Entegrasyon Politikaları ve Avrupa Birliği'nin Genişlemesi"
Her şeyden önce İsmail Ertuğ'a teşekkürlerimi sunmak istiyorum. İsmail arkadaşım, Çerkes kökenli
olmamasına rağmen bu günü üstlenmesi beni çok mutlu etti, çünkü Çerkes Günü'nün benim Avrupa
Parlamentosu'ndan ayrılmamdan sonra devam etmesi gerçekten çok hoş bir gelişme. Dilerim bundan
sonraki senelerde devam eder.
Avrupa'da bugün göç politikası bütün Avrupa Ülkelerini şu anda meşgul etmekte. Detaylara baktığımızda
toplumdan topluma büyük farklılıklar söz konusu ama kısa kısa değinmek istiyorum. Okuldaki başarı oranı
daha düşük göçmenler arasında. Bu bütün göç ülkeleri için geçerli işin ilginç tarafı. Tabi ülkeden ülkeye gene
büyük farklılıklar var. Temsil oranına baktığımızda hükümetlerde, kamu alanında, partilerde daha düşük yani
toplumun altında, ortalama toplumun çok altında. Diğer bir ortaklaşa bir sorun göç sorunu derken göç
sorunu zamanla Türk sorunu haline dönüştü ve son aşamada Müslüman sorunu haline dönüştü. Yani bu gün
bütün göç ülkelerine baktığımızda aslında göç sorunu derken kimsenin aklına İtalyan problemi gelmiyor
İspanyol problemi gelmiyor. Türk problemi geliyor ve ekseriyet Müslüman problemi geliyor. Bunun tabiiki 11
Eylül ile de bir bağlantısı var.
Bütün Avrupa Ülkelerinde ortaklaşa paylaştığımız konulardan bir tanesi de aşırı sağın bir şekilde güçlenmesi.
Aşırı sağ içerisinde klasik sağ var ve birde yeni bir fenomenle karşılaşıyoruz. Bu yeni fenomeni özellikle
Hollanda'da görebiliriz Danimarka'da görebiliriz kısmen Almanya' da görebiliriz kısmen diğer ülkelerde
görebiliriz. Bu liberal kesimin sağla birlikte ortaklaşa yeni bir ittifak kurması. Bunun içinde feminist hareket
var, bunun içinde klasik liberal hareketler var. Göçü modernizasyona bir tehdit olarak görenler var. Yani, '' Biz
senelerce uğraştık toplumları liberal toplum haline dönüştürmeye ve Türkiye gibi ülkelerden gelen
muhafazakâr bir göç, bütün bu devinimleri bütün bu açılımları geriye itme tehlikesi ile bizi karşı karşıya
bırakıyor '' diye bir algılama var şu anda Avrupa'da ve bunu farklı ülkelerde yaşayabilirsiniz.
Bunu anlamak bence çok önemli aksi takdirde bunu "sağ" diye nitelendirirseniz tam olarak algılamış
olmazsınız diye düşünüyorum. Yani bunun içerisinde ortaklaşa hareket ettiğimiz arkadaşlar var. Hatta kendi
hareketimde kendi partimizde baktığımızda 80 li yılların başında ortaklaşa kadın hakları hareketinde,
eşcinsellerin haklarının savulduğu harekelerde gördüğümüz arkadaşlar kısmen yol ayırımında bizimle. Onlar
bizi ''Saf ''diye yorumluyorlar. '' Siz tehditleri görmüyorsunuz, iste bu göç bizi, ortaklaşa yaşam tarzımızı
tehditle karşı karşıya bırakıyor '' diyorlar. Dolayısıyla bu yeni fenomeni görmek ve anlamak çok önemli.
Eğitim politikasında köklü bir değişime ihtiyacı var Avrupa Birliği Ülkelerinin. Tabiiki Avrupa Birliği
Ülkelerindeki eğitim sistemi ülkeden ülkeye oldukça farklı. En büyük ülke Almanya hakkında
konuştuğumuzda örneğin özellikle yabancı kökenli aileler ve bunun içine Alman kökenli olup ta işçi
tabakasından gelenleri de ekleyebiliriz, onların başarı oranları ortalama olarak çok daha düşük orta sınıf
ailelere göre.
Demek ki bunu sadece göçle veya dinle açıklamak çok yanlış bir açıklama. Aksi takdirde işçi kökenli olan
alman aileleri son derece başarılı olmak mecburiyetinde olurdu ama böyle değil.
Ana okullarının genişlemesi fevkalade önemli bunun için tabii ki bu imkanların kullanılması da önemli. Tam
günlük eğitim sistemine geçilmeli. Bazı Avrupa Ülkelerinde ‐ örneğin Fransa gibi ‐ bu söz konusu Almanya
gibi ağırlıkta olmamakta, ve tabiiki ailelerde imkanları değerlendirmeli.
Bahsettiğim konularda birde diğer bir sorunu da eklersek, azınlık içinde azınlık olmayı da eklersek iş daha da
komplike oluyor.
Uzun yayla'dan gelen bir Çerkes kökenli aileyi düşünün Belçika'ya. Belçika da iki tane resmi dil var bir tane
yetmiyor iki resmi dil var. Peki, Belçika beş sene sonra on sene sonra devam edecek mi buraya hiç girmek
istemiyorum zaten Belçikalı olmak demek Belçikalı olmayı tartışmak demek herhalde. Flamanca ve Fransızca
o iki dili bilmek mecburiyetindesiniz burada yaşıyorsanız. Onun ötesinde tabiiki Türkçeyi konuşacaksınız bir
şekilde çünkü Türkiye'nin resmi dili. Büyük bir olasılıkla anne baba Türkçeyi konuşuyor.
Çerkesceyi dördüncü dil olarak öğretecek misiniz öğretmeyecek misiniz?
İngilizcenin bir şekilde Avrupa Birliğinin hatta Dünyanın ikinci resmi dili olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla
bir şekilde ingilizceyi de öğretmek mecburiyetindesiniz. Aksi takdirde çocuğun önünü kesmiş olursunuz.
Şimdi Hollandaca, Fransızca, İngilizce, Türkçe, Çerkesce işi biraz daha komplike yapmak için varsayalım ki
anne ve baba farklı kökenden geliyor. Bir tanesi Çerkes kökenli diğeri değil. Hangi dili öğreteceksiniz. Yada bir
tanesi Dağıstan kökenli bir tanesi Adige kökenli bunu nasıl çözeceksiniz. Bunlar hepimizi meşgul eden
sorunlar. Birde buna şöyle bir projeksiyonu eklersek, varsayalım çocuklarımızda inşallah günün birinde
Avrupa Birliği'nde yada başka bir yerde bir araya gelecek, hangi dili konuşacaklar? Ve neyi tartışacaklar?
Bütün bunlar bizi bir araya getiren konular ve tartışmamız gereken konular.
Ben tekrar bütün emeği geçen arkadaşlara teşekkürlerimi sunmak istiyorum. İnşallah nice Çerkes Günlerini
birlikte yaşayacağız. Teşekkür ederim.

Prof. Dr. Ayhan KAYA, İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyasal Bilimler ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı, Göç
Araştırmaları Merkezi Direktörü, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Türkiye
"Avrupa Entegrasyon Sürecinde Çerkes Diasporik Kimliklerinin Dönüşümü"
Çerkeslerin Türkiye'de yaşayan en büyük etnik gruplarından birini oluşturmaktadır. 19. yüzyılın son
çeyreğinde Anadolu'da geldiklerinden bu yana herhangi bir büyük engel karşı karşıya kaldiklari toplumun
çoğunlugu tarafından kabul edilmezdi. Ancak son çalışmalar, sadece gayrimüslimlerin degil, Kürtler ve
Aleviler gibi Çerkeslerin de siyasi ve kültürel haklara eşit erişim acisindan Türkiye'de yürütülen yapısal
ötekilestirmeye maruz kaldigini gösteriyor.
Çerkesler konusunda Türkiye'de yaygın kanının diğer etnik gruplara göre daha ayrıcalıklı olması. Bu inanç,
ancak bir dereceye kadar doğru olabilir. Böyle bir inanç teyit etmek için yeterli bilimsel veri yoktur. Orta
Anadolu ve İstanbul ağırlıklı olarak Türkiye'nin çeşitli yerlerinde, 2001 ve 2003 yılları arasında yürütülen
kendi kalitatif ve kantitatif araştırmam, Çerkeslerin de ulus kurma sürecinde çeşitli dışlayıcı eylemleri maruz
kaldigini gösterdi.
Öncelikle çağdaş Türkiye'de Çerkes diasporası gruplarının ana siyasal katılım stratejilerini incelememek
gerekli. Bu stratejiler sınıf ve ırk / etnik köken teorileri olarak degil, kurumsal kanalize teorisine referans ile
incelenebilir. 1970'lerin başından beri Türkiye'de Çerkesler tarafından oluşturulan stratejiler üzerinde vurgu
olacaksa da, cumhuriyetin erken döneminde diaspora Çerkes grupları ve Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi
kuruluşu arasındaki etkileşim ile ilgili bazı konular incelenecektir. Bu nedenle bu stratejileri şekillendiren
siyasi ve hukuki yapıların genel çerçevesi, Çerkes diaspora grupları arasında geliştirilen siyasal katılım
stratejileri, tabii ki, iktidardaki siyasi elitin dışlama ve / veya dahil etme politikaları ile ilgildir.
Globalizasyon çağında zaman ve mekanın doğasındaki değişim diasporik bilincin ortaya çıkmasına yol açıyor.
iletişim, seyahat, göç, ulusal yargı sistemlerindeki tekelleşmenin azalması, yeni uluslararası bir işçi sınıfı ve
global kültür azınlıkları ulus devletlerin hegomanyasina karşı güçlendirmekte, çoğunluk ve azınlık arasındaki
konvansiyonel güç ilişkisini kirmaktadir. örneğin, İstanbul yada Trabzon'dan Krasnodar uçuşları, Soçi ve
Sohum'a feribot seferleri diaspora ve anavatanın biribiryle bağlılığını güçlendirmektedir. Ayrıca internet
blogları, siteleri ve e‐posta, anavatan ile diaspora arasındaki nasyonel sınırlar arasındaki trans‐nasyonel
boşluğu somutlastirmaktadir. Tüm bu araçlar diasporayı anvatan ile bağlamakta ve diasporik Çerkes
kimliğinin oluşumuna katkıda bulunmaktadır.
1970'lerden bu yana, ana akım siyasi kültürün içine kendilerini dâhil etmek için Türkiye'deki Çerkesler
tarafından geliştirilen siyasal katılım stratejileri taslağını çıkarmayı amaçlamaktayım. Çerkeslerin, evrenselci
ve sosyalist (devrimciler), milliyetçi ve partikülarist (dönüşçüler) gibi çeşitli ideolojik akımları referans alan
stratejiler geliştirdiğini belirttik.
1980 askeri darbesiyle sonuçlanan 80 öncesi milliyetçiliğe ve Kürt sorununun politizasyon süreci ile paralel
olarak popüler hale gelen Türk milliyetçiliğine tepki olarak 1990'li yıllarda azınlık siyaseti görülmeye
başlandı. Daha sonra, reaksiyoner azınlık siyasetine daha uzak bir şekilde, vatan ve ev sahibi ülke sınırları
arasında çağdaş küresel akıntılar ile şekillenen "diasporik kimlik" yeni bir strateji aracı olarak Türkiye'deki
Çerkesler tarafından kullanılmaya başlanmıştır.
Soğuk Savaş'ın sonu, son küresel akımların artışı yanı sıra, post modern kimlik siyasetinin yükselişi,
diasporadaki Çerkeslere yeni bir dizi stratejik araç vermiştir. Vatan ve Suriye, Ürdün ve İsrail gibi uzak
diasporalardaki akraba grupların yeniden keşfi, kendileri ve Türk devlet arasındaki ikili muhalefeti bir ölçüde
bypass etmeye imkân vermiştir. Türkiye'nin Avrupa perspektifi de onları daha onların siyasi, kültürel ve
ekonomik talepleri seslendirmekte aracı olmuştur. Ve şimdi Çerkeslerin, kültürcü ve diasporik söylemin
gevşediği bir post‐diasporik ve siyasi söylemi yakalama olasılığı muhtemel yeni bir aşamaya geçiyoruz.
Avrupa Birliği ülkelerinde Çerkes diasporası hakkında son bir söz söyleyeyim. İki veya üç kez daha fazla göç
hareketi yaşamak, Euro‐Çerkeslerde, AB'deki yerleşim ülkelerine, belki Türkiye'ye ve anavatana bağlı çoklu
bir dizi diasporik bilinç yarattı. Yakında, bu değişik lokasyonlar arasında ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkiler
ve ağlarının yoğunlaşması beklenebilir.
Doç. Dr. Osman CAN, Yazar, Akademisyen, Anayasa Mahkemesi eski raportörü, Türkiye
"Birlikte Yaşam İçin Yeni Anayasa İmkanı"
Mevcut Anayasal düzenin inşasının tam anlamıyla bir Türk çoğunluğunun ürünü olarak ortaya çıkan bir şey
olduğunu söylemek çok fazla mümkün değil. Anayasal düzenini daha tam olarak inşaa edememiş olan bir
topluluklar kümesinden söz ediyoruz. Ama şu an bu değişiyor. Türkler, Kürtler, Çerkesler, Gayrı Müslimler,
Aleviler Türkiye içerisinde bastırılmış olan bütün kimliklerin bu şehirleşmeyle , değişmeyle, özellikle
uluslararası göçle, Avrupa ile temasla, Dünyanın etrafında dolaşmayla birlikte bilinçlenmeye başladığı tüm
kimliklerin net olarak ortaya çıkmaya başladığı bir dönem var Türkiye'de ve tüm bu kimlikler şimdi aynı
zamanda kendi siyasal hareketliliğini oluşturuyor.
Geçmiş dönemde ortaya çıkan siyasal hareketlilikler var, özellikle 12 Eylül referandumu. Bu referandum
sürecindeki toplumsal hareketliliği başka türlü açıklayabilmek imkansız. Bütün toplumsal kesimlerin organize
olduğu bir anayasal değişim süreci yaşadık biz geçtiğimiz dönemde. Bunlara bakarak Türkiye'de ne değişti
bundan sonra ne olacak şeklindeki sorulara yanıt vermeye çalışacağız.
Türkiye'deki anayasal düzen aslında Türkiye'deki halkların bir anayasal düzeni değildir ve bundan sonra artık
bizim kendi anayasal düzenimizi inşaa edebilme aşamasına doğru geçiş yaptığımızı bir şekilde söyleyebiliriz.
Aslına bakarsanız, çok partili hayata geçiş gibi bir ifade kullanıldı 1950 den sonra. 1950 den sonra tabi çok
partili bir düzene falan geçiş yapmadık oda ayrı bir illüzyondur. 1945‐50 lerde faşizmin ölmesiyle birlikte
birden fazla partinin kurulmasına izin verilmesiyle çok şey değişmedi. Anayasal düzen olduğu gibi kaldı. Tek
partinin tüm ideolojik referansları olduğu gibi kaldı.
Türkiye Cumhuriyetinde şu ana kadar 25 tane parti kapatıldı. Bir tanesini de 2009 yılının sonunda kapattılar.
Bütün parti kapatmaların gerekçelerine bakıldığı zaman tamamen aslında o tek parti devlet partisinin
ideolojisine aykırılık olarak temalandırıldığını çok rahat bir şekilde görebiliyoruz. Bu açıdan bakıldığı zaman
anayasal düzenin bir etkisiz düzen olduğunu söyleme imkânına sahibiz. 1960 da Türkiye bir darbe yasadı
bununla 1930 ların anlayışı Anayasal düzeni netliğe kavuşturuldu 1970 de bir Askeri Müdahale
gerçekleştirildi 1980 de yeni bir askeri darbe gerçekleştirildi.
Türkiye'deki bütün politik kimlikler Türkiye'nin Siyasal bütünlüğü içinde hareket etmek taraftarıdır.
Türkiye'deki bütün politik kimlikler bütüncül bir devlet yapılanması içerisinde kendisini ifade etmeyi ve aynı
zamanda tanınmayı talep ediyor. Bütün politik kimlikler yeni bir Anayasanın kendisini ifade etmesinin
kanalını açan bir anayasa olmasını talep ediyor. Politik kimlikler derken politikleşmiş etnik kimliklerdir
bunlar. Bu politik kimlikler böyle bir anayasanın özgürlükleri engellememesini istiyor. Böyle bir anayasanın
bir etnik ve kültürel kimliği dayatan değil bütün hepsine eşit mesafede kalan hepsinin kendi gerçekleriyle
yaşamasını sağlayan bir anayasa olması gerektiğini söylüyor. Bütün bu politik kimlikler aynı zamanda bu yeni
anayasanın yapılma sürecinde bizde varız diyor. Bu yüzden Türkiye'nin yeni anayasal süreci kimlikler
sorununun ve Türkiye'nin kendi iç barışının sağlanması yönünde hayatı önem taşıyor. Eğer yeni bir
anayasayla bütün bu kimlikleri bütün bu farklılıkları bir arada tutabilme şansını yakalayamazsak toplum ciddi
bir ayrışmaya doğru gider.
Kürt kimliğini örneğin eski anayasal düzenle ve eski anayasal referanslarla Türkiye'nin bir parçası haline
getiremeyiz. Yeni bir anayasa Türkiye'deki bütün bu kimliklerin bütün siyasal düşüncelerin bir arada
yasamasının garantisidir. Bu yüzden ilk defa toplum olarak kendi anayasamızı yapmak zorundayız ve bu
asamaya geçmek zorundayız. Bu güne kadar Türkiye'de anayasaları hukukçular hazırlamıştır. Yeni anayasayı
hukukçular hazırlamamalıdır. Çünkü hukukçular muhafazakardır. Türkiye de militarist bir anayasanın ortaya
çıkmasının mimarı hukukçulardır. O yüzden hukukçular yeni bir anayasa yapmamalıdır. Hukukçular sadece
politikaya ve politikacılara yardımcı olmalıdır.
Bu yeni anayasa Ankara'da yapılmamalıdır. Ankara'dakiler Ankara'daki bürokratlar Ankara' daki milletin
temsilcileri bu yeni anayasa sürecinde aktif olmamalıdır. Örneğin yeni bir anayasa şöyle olmalı böyle olmalı
diyememelidir veya başka bir yargı üyesi bunu diyememelidir. Ankara'da aşağı yukarı 100 yılık bürokratik bir
geleneğin temsilcisi olanlar yeni anayasanın yapılmasında söz sahibi olmamalıdır. Yeni Anayasayı toplumsal
dinamikler belirlemelidir. Toplumsal hareketlilikler gerçekleşmeli toplumun mobilizasyonu devam etmeli
halk toplantıları yapılmalı Türkiye'nin her tarafında ve halkın yeni bir anayasadan talepleri nedir ve halkın
nasıl bir Türkiye nasıl bir Siyasal birlik istedikleri konusunda talepleri dinlenmelidir.
Toplumsal taleplerin merkeze alınması gerekir. Toplumsal taleplerin merkeze alındığı bunların sorulduğu
sorgulandığı yeni bir anayasa sürecini başlattığınız zaman o 100 yıllık geleneği belki bir şekilde aşma
imkanına sahip olabiliriz ve toplumda kendi anayasasını yapabilme şansını yakalayacaktır Türkiye'de. Bu
güne kadar çizilmiş kırmızı çizgileri kutsalları bütün bunları yeni anayasanın yapım sürecinde devre dışında
bıraktığımız zaman ulusal talepleri merkeze aldığımız zaman yeni Anayasa'nın yapılma imkânını yaratabiliriz.
Bu yeni Anayasa özgürlüklerimizin garantisi olmalıdır.
Bunları gerçekleştirdiğimiz zaman, Türkiye de farklı kimliklerin kendisini ifade edebilmesi asimilasyon
tehlikesinin ortadan kalkması farklı kimliklerin anayasal düzene katılması siyasal düzene katılması politika
üretilmesine katılması mümkün hale gelecektir. Siyasi partiler herhangi bir kırmızı çizgi kaygısı yaşamaksızın
Türkiye iç ve dış siyasetinde belirleyici olabilme şansına sahip olabilecektir. Yeni Anayasa Türkiye de farklı
kimliklerin barış içinde yaşayabilmesinin garantisi olmalıdır. Bu garantiyi sağlayabilmek içinde bu yeni
anayasal düzene geçme yönündeki eğilimleri güçlendirme yönündeki çabaları da desteklemek zorundayız
diye düşünüyorum.
Çok teşekkür ediyorum.
Yalçın KARADAŞ, Mimar, Yazar, "Demokrasi için Çerkes Girişimi" sivil inisiyatifi eş‐sözcüsü. Türkiye
"Yeniden Yapılanma ve Demokrasi için Çerkes Girişimi"
Ülkesi ve vatandaşlarının geçmişten gelen değerlerini inkâr eden ve 90 yıldan bu yana hepsini bir potada
eriterek dönüştürmeye çalışan devlete hakim zihniyet, iletişim devriminin zorlamalarına daha fazla
direnemeyerek yüzünü gerçek demokrasiye çevirmek zorunda kaldı. Biz Çerkesler, "Demokratik Yeniden
Yapılanma" olarak gördüğümüz bu süreci samimiyetle destekliyoruz.
Türkiye'nin çok etnikli, çok dilli ve çok kültürlü bir ülke olduğu gerçeğinin artık devlet yetkilileri tarafından da
dile getiriliyor olması, bugüne dek ülkemizi kültürlerin beşiği değil, kültürler mezarlığı haline getirmeyi
amaçlamış tek tipçi bürokratik oligarşinin tasfiyesi yönündeki umutlarımızı da güçlendiriyor. Sürecin, tüm
zorluklarına rağmen cesaretle sürdürülmesi ve halklar hiyerarşisi barındırmayan bir bakış açısıyla daha ileri
noktalara taşınması elzemdir. Demokratikleşme süreci, ülkede kendini farklı hisseden kimlikleri kapsadığı ve
bütün kimlikleri özgürleştirdiği oranda hedeflerine ulaşacaktır. Bazı kimlikleri yok sayarak yapılacak
girişimler ise sonuçsuz kalmaya mahkum olacaktır.
Tarihsel nedenlerini fazla kurcalamadan, yalnızca ilkler anlamında bu insanların ülkemizde neler yaptıklarına
şöyle bir göz gezdirmek zihin açıcı olabilir: İlk Spor Kulübü, BJK (Bereketiqoe Jimnastik Kulübü), 1908. İlk
Kadın Örgütlenmesi, Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti, 1918. İlk Latin Alfabeli Dergi, Diyane (Anamız), 1920.
Meclis'te Türk Etniğin Öne Çıkartılmasına İlk İtiraz, Sivas Mebusu Çerkes (Abaza) Emir Marşan (1920).
Türkleştirme Siyasetine İlk Karşı Çıkan Örgütlenme, Şark‐ı Karib Çerkesleri Temin‐i Hukuk Cemiyeti, 1921. İlk
Tasfiye Edilen Cumhuriyet Halkı, Çerkesler, 1921. İlk İç Sürgüne Maruz Bırakılan Cumhuriyet Halkı, Çerkesler
(Manyas'tan Doğuya), 1923. İlk "açılım" önerisi (Çerkes Ethem'in ağabeyi Reşit Bey tarafından Atatürk'e
sunulmuştur), 1929.
Çerkesler sürgün bir halk ve özellikle Adığe‐Abaza grubu anavatanın dışında katbekat daha fazla nüfusa
sahip olmasıyla belki de dünyanın en büyük diyasporasını oluşturuyor. Bu aynı zamanda kendine
yabancılaşma ve varlığını kişi olarak koruma adına olmadık abartılara düşme tehlikesini barındıran bir olgu.
Bu tür büyük travmalarda bazıları kafatasçılık düzeyinde Çerkesçi olurken bazıları da kraldan daha kralcı,
hâkim ulusun borazancıbaşısı ve silahşoru olabiliyor.
Aşağıdaki temel taleplerin sadece Çerkesler için değil, tüm ülke ve insanları için önemli olduğunu
düşünüyoruz:
1980 darbesinin ürünü olan anayasa baştan aşağı yenilenmeli ve vatandaşlık hiçbir etnik adla
tanımlanmamalıdır. Ülkenin tüm insanları eşit olmalı ve buna uygun olarak, talep edilecek dillerde yayın ve
eğitim için devlet koşulsuz destek vermelidir. Herkes istediği adı ve soyadı kullanabilmeli, yaşadıkları yerin
asıl adını alabilmeli ve buna engel olabilecek her tür kanun değiştirilmelidir. Okul kitaplarında halkları
küçümseyen ve hedef gösteren kısımlar müfredattan çıkarılmalıdır. Cumhuriyetin kuruluş tarihi tüm yalan ve
gizliliklerden arındırılmalıdır. Devlet ve tüm kesimler hızla silahsızlandırılmalıdır. Hakları gasp edilmiş
kesimlere karşı pozitif ayırımcılık, eşit düzeye gelinine kadar sürdürülmelidir. Hangi görüş iktidar olursa
olsun, Kemalist bir devlet politikasına uymak zorunda olduğu yanlışı terk edilmelidir. "Devlet için insan"
değil, "insan için devlet" kavramı geçerli olmalıdır. Üniversitelerde Kafkas, Balkan ve Ortadoğu Enstitüleri
açılmalı ve ülkemizde her şeye karşın yaşamını sürdürebilen ve yok olmuş tüm diller araştırılmalıdır.
Herkesin ve her kesimin ülkenin gerçek sahibi olduğu psikolojisi yerleştirilmelidir. Asker siyasetten elini
çekmeli, yargı sadece kendi işini yapmalı, güçler ayrılığı ilkesi olması gerektiği hale getirilmelidir. İnsan hak
ve özgürlükleri ve kültürel çoğulculuk, devletin yeni temel taşları olmalıdır.
Kemalist jakobenliğin dayattığı, Türk etniği dışında herkesi inkâr eden, halkları mutlu edememiş;
sömürüden, baskıdan yana oligarşik ırkçı sistem yerine; biz de Çerkes kimliğimize sahip çıkarak, kimseyi
kendimizden aşağı ya da yukarı görmeden, ülkenin tüm kesimlerinin sahip çıkacağı ve onur duyacakları;
eşitlikten, birlikten, barıştan ve özgürlükten, kültürel, dilsel çeşitlilik ve zenginlikten, demokrasiden yana
olan tavrımızı; gercek demokratik sosyal hukuk devleti içinde yaşama isteğimizi açıkça beyan ediyoruz.
***

Etiketler:
avrupa parlamentosu çerkes günü sonuç bildirgesi

YORUMLAR
Yorum yapmak için giriş yapın...

MIZAGE DERGİ YÖNETİCİLERİ KAYSERİ'DE
KARAÇAY-BALKAR KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ 13. GENEL KURULU.
AYŞE & HAKAN EKER GELİN ALMA
ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ'NDE MIZIKA DİNLETİSİ
ESKİŞEHİR KUZEY KAFKAS KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ CİHAN ERTOK İLE DEVAM DEDİ
ESKİŞEHİR KUZEY KAFKAS KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ GENEL KURULUNU YAPTI.
KAFKASYA UÇUŞLARI BAŞLADI
ARDA ARGUN'A LEON NİŞANI
ADİGE MİLLİ KIYAFET GÜNÜ KUTLANDI
KAFDAV YAYINCILIK ESKİŞEHİR KİTAP FUARINDA
/ 599>

EN ÇOK OKUNANLAR
Kayıtlı başka haber bulunmamaktadır