KAFFED ORTAK AKIL TOPLANTISI HAKKINDA GÖRÜŞLER
Kaffed Ortak Akıl Toplantısı Hakkında: Zeynel Abidin Besleney
10 -12 Aralık 2010 tarihleri arasında KAFFED tarafından Abant'ta düzenlenen 'Ortak Akıl' başlıklı toplantıya davetli olarak katıldım. Bu nedenle herşeyden önce bu toplantıyı düzenleyenlere, emek sarfedenlere ve beni davet etme nezaketi gösterenlere teşekkür ediyorum.
KAFFED gibi büyük, bürokratik ve komplike bir kurumun Türkiye, Kafkasya ve dünyada Kuzey Kafkasyalılar açısından önemli sonuçları olan hızlı ve çarpıcı siyasi, kültürel ve teknolojik değişimlerin yaşandığı son yirmi yılı, hem bünyesindeki aktivistlerin hem de dışarıdan profesyonel akademisyenlerin katılımıyla analiz etmeye çalışması ve kurumsal geleceğine yön vermeye çalıştığı yönünde bir izlenim vermesi açısından bu toplantıyı değerli buluyorum.
03-01-2011 - 5 kez okundu
Bununla birlikte toplantı sonrasında 'Sonuç Bildirisi' olarak yayınlanan metnin çok ciddi problemler içerdiğini düşünüyor ve toplantının katılımcısı olarak bu konudaki düşüncelerimi belirtmeyi elzem görüyorum. Herşeyden önce bu tip toplantılarda her zaman bir sonuç bildirisi yayınlanmaz, genellikle konuşmacıların söylemlerini özetleyen bir metin oluşturulur. Ancak her katılımcının üzerinde anlaştığı izlenimi verecek bir metin oluşturulacaksa, ki 50 katılımcının üzerinde anlaşacağı bir metin oluşturmak pratikte çok zordur, gerçekten de her katılımcının onayının alınması gereklidir. KAFFED sitesinde yayınlanan (metni hazırlayanların kim olduğunu bilmediğimden kuruma gönderme yapıyorum) bu sonuç Bildirisi biz katılımcıların bilgisi dışında oluşturulmuştur. Ya da kişisel olarak benim bilgim dışında demeliyim zira ben bu bildirgeden KAFFED sitesi aracılığıyla haberdar oldum. Toplantı sırasında da konusunun geçtiğini hatırlamıyorum. İlk ve temel itirazım bu metnin bu şekilde hazırlanıp kamuoyuna sunulmasıdır. Metodolojik olarak da, organizasyonel açıdan da bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık 12 yıldır Türkiye ve dünyanın diğer yerlerinde katıldığım onlarca toplantı ve konferansta böyle bir uygulamayla hiç karşılaşmadım.
Bu benim kavramsal ve yöntemsel itirazım. Metnin içeriğine dair olan eleştirilerimi ve şerhlerimi ise önemli gördüğüm maddeler üzerinden giderek ortaya koymak istiyorum.
Bildirge'nin ilk iki maddesi şu sekilde:
" 1864'de biten Kafkas savaşı sonrasında yurtlarından sürgün edilen Adığeler, Abazalar ve Ubıhlar (ve diğer Kuzey Kafkas halkları) bugün dünyanın en büyük ve en geniş diasporalarından birini teşkil etmektedir. Nüfuslarının büyük çoğunluğu diasporada yaşayan Adığe, Abaza ve Ubıhların, tarih boyunca sürdürdükleri kader birliği devam etmektedir. Birlikte yaşama ve birlikte mücadele etme ihtiyacı eskisinden daha yakıcıdır ve daha vazgeçilmezdir. Adığeler, Abazalar, Ubıhlar ve diğer kardeş Kuzey Kafkas halkları için, hem diasporada hem anavatanda toplumsal-ulusal varlığı sürdürmek, birlik ve dayanışma içinde mümkündür."
"Diasporada ve anavatanda yaşayan kardeş Kafkas halklarının kendi etnik-ulusal adlarını kullanmaları ve öne çıkarmaya çalışmaları elbette doğal haklarıdır ve teşvik edilmelidir. Ancak bunun diğerini dışlayıcı, ayrıştırıcı, birbirinden uzaklaştırıcı olması kabul edilemez. Bu bağlamda, 1908'deki ilk örgütlenmemizden bu yana olduğu üzere, özellikle diasporada Adığe, Abaza, Ubıh ve diğer Kuzey Kafkas halklarını bütünleştiren, onlara siyasi hüviyet kazandıran 'Çerkes'in ortak ad ve ortak siyasi tanım olarak kalması doğru olacaktır."
Özellikle 'Bu bağlamda, 1908'deki ilk örgütlenmemizden bu yana olduğu üzere, özellikle diasporada Adığe, Abaza, Ubıh ve diğer Kuzey Kafkas halklarını bütünleştiren, onlara siyasi hüviyet kazandıran 'Çerkes'in ortak ad ve ortak siyasi tanım olarak kalması doğru olacaktır' cümlesine katılmadığım ve böyle bir fikri ifade etmediğim gibi o toplantıya katılanların arasında benim dışımda birçok kişinin de bu tanımlamaya farklı farklı nedenlerle karşı çıktığına şahit olduğumu belirtmek istiyorum.
Sadece profesyonel akademisyenler açısından bakarsak bile, toplantıda olan 6 kişiden (Ayhan Kaya, Mithat Çelikpala, Sevda Alankuş, Erol Taymaz, Murat Papşu ve Zeynel Abidin Besleney) ikisi Çerkes terimini tüm Kuzey Kafkasyalılar için, biri siyasi bir kimlik projesi olarak Adığe, Abaza ve Oset'leri kapsayacak şekilde, bir diğeri genel olarak Adığe, Abaza ve Ubıh bağlamında ama zaman zaman da tüm Kuzey Kafkasyalıları kapsayacak şekilde ve ikisi de temel olarak Adığeler(Ubıhlar dahil) ve bir parantez açarak gelecek tahayyüllerini Adiğelerle birlikte yapan çift aidiyetli Kuzey Abazalarını (kendileri istedikleri sürece) kapsayarak kullanıyorlar. Yani akademisyenler arasında da böyle bir 'ortak tanım' yok. Olmaması da son derece normal zira sözkonusu tanımların her biri varolan realitenin bir yönünü yansıtıyor. Son tahlilde kimlikler cetvelle çizilebilecek ya da %100 formüle edilebilecek konseptler değil. Yaşadığımız hayat ve geçireceğimiz siyasal süreçler sahip olduğumuz etno-kültürel kimlikleri de bu kimliklerin tariflerini de yönlendirecektir. Hep birlikte yaşayıp göreceğiz.
Ancak burada sözkonusu olan şey bu tanımların hangisinin doğru/geçerli olduğunun ya da herhangi bir kişinin ya da kurumun bu kimliklere genel-geçer bir tanım verme yetisinin olup olmamasından ziyade, KAFFED Sonuç Bildirisi'nde söylendiği gibi 'Çerkes teriminin tüm Kuzey Kafkasyalıları birleştiren bir tanım olarak kalması doğru olacaktır' şeklinde toplu bir kararın alınmamış olduğudur. Toplantıda bu konuda bir oylama yapılmış izlenimi verecek şekilde bir söylem kullanmanın doğru olmadığını ve katılımcıların düşüncelerine saygısızlık anlamına geleceğini düşünüyorum. Akademisyenler haricindeki 44 katılımcının da en az üç ayrı tanımlamayı önerdiği/kullandığı bu toplantıda ortak bir karar çıkmamıştır. Ben bu konuda farklı düşünen herkesin düşüncesine saygı duyuyorum ve bu nedenle bu şekildeki 'toptancı' bir yaklaşımın doğru olmadığını metni kaleme alanlara bildirmek istiyorum. Toplantının düzenleyicisi olan KAFFED bir kurum olarak istediği kimlik tarifini kullanabilir ve bu kimlik üzerinden siyaset yapabilir ancak nihayetinde bu terminolojiyi Ortak Akıl Toplantısı'nın katılımcıları toplu bir karar alarak red ya da kabul etmemiştir. Bunun kayıtlara bu şekilde geçirilmesini toplantının organizatörlerinden talep ediyorum.
'KAFFED, diasporada onyıllardır sürdürülen toplumsal-ulusal mücadeleyi temsil eden, bu mücadelenin omurgasını oluşturan, Türkiye'de yaşayan Adığe, Abaza, Ubıh ve ortak aidiyet hissi içindeki tüm diğer Kafkas halklarını bütünleştiren yegane örgütlenmemizdir. Bugün 60 derneği bünyesinde toplayarak büyük başarı gösteren bu örgütlenmemizi nicel ve nitel olarak daha da güçlendirmek ortak görevimizdir. Profesyonel kadroları artırmak ve daha nitelikli hale getirmek şarttır'
Bu maddenin içeriğine ve doğruluğuna katılmadığım gibi 'hegemonik ve kurumsal narsisizm' izlenimi veren bir ifadenin sözkonusu kurumun kendi çalışanları tarafından dile getirilmesini ne uygun ne de zarif (en hafif ifadeyle) buluyorum. Ayrıca, bir asırdan fazla bir süre Türkiye diasporasında onlarca kurum ve grup siyaset yaptı ve hala da yapıyor. 'KAFFED'in tüm Kuzey Kafkas halklarını birleştiren yegane örgütlenme olduğu' şeklindeki bir önerme, realiteye uymadığı gibi bu satırların yazarında KAFFED'e dair bir 'kurumsal fetişizm' algısı yaratıyor. Bu tip bir ifade Birleşik Kafkasya Dernekleri ve Kafkas Vakfı gibi formel ya da Kafkasya Forumu gibi enformel yapılara da haksızlıktır, şık da değildir. KAFFED üyesi dernekler de dahil olmak üzere bu ismi geçen kurumların hiçbirisine üye olmayan, aktivist de olmayan ama bu kurumları ve siyasetlerini izleyerek anlamaya çalışan bir araştırmacı olarak benim böyle bir ifadeye katılmam mümkün değil. Bu görüşlerimin de kayda geçirilmesini istiyorum.
'Abhazya'nın bağımsızlığı, yüzyıllardır elde ettiğimiz en büyük kazanımdır. Gurur ve sevinç kaynağımızdır. Bağımsızlığın korunması, güçlendirilerek ileri taşınması tarihi sorumluluğumuzdur. Gürcistan'ın Abhazya'ya (ve G. Osetya'ya) yönelik ilhak hevesleri devam etmektedir. Sadece yöntem ve söylem değişiklikleri sözkonusudur. Gürcistan'ın, Abhazya'yı ve G. Osetya'yı Kuzey Kafkasya'dan soyutlayarak yalnızlaştırmaya yönelik çabaları dikkatle izlenmektedir. Bu çabaya bilerek-bilmeyerek angaje olanları tarih yargılayacaktır. Kuzey Kafkas halklarının, birlikteliği ve dayanışmayı daha da yükseltmeleri varlığımızı sürdürebilmenin olmazsa olmaz şartıdır. Aynı şekilde, Abhazya halkının ve yönetiminin de hem anavatanda hem diasporada birlik ruhuna halel getirecek hertürlü söylemden ve eylemden imtina etmesi ve bu yöndeki münferit adımlara müsamaha göstermemesi, beklentimizdir.'
Bu maddenin ilk ve son kısmına katılmakla birlikte Abhazya'nın bağımsızlığının korunmasının KAFFED'in ya da başka herhangi bir diaspora STK'sının tarihi sorumluluğu olduğu şeklindeki görüşü paylaşmıyorum. Bana göre Abhazya'nın bağımsızlığı, Gürcistan'la konfedere yapıda olması, Rusya Federasyonu'na ya da Avrupa Birliğine katılması veya şu anda kurgulayamadığım başka bir gelecek tahayyülüne yönelik çalışması öncelikle o devletin vatandaşları, kurumları ve de o devletle tarihsel bağ kuran Abaza diasporasının görevidir. Üyeleri arasında çok sayıda Abaza bulunan bir organizasyon olarak KAFFED'in de kendine böyle bir misyon belirlemesi kurumsal olarak anlaşılabilir bir şey. Saygı duyuyorum fakat benim katılmadığım bir fikrin 'ortak' olduğu ifade edilen bir metinde yer almasından dolayı kişisel şerhimi koymak istiyorum.
'Küresel süper güç Amerika'nın Kuzey Kafkasya'yı, Rusya'ya karşı 'oyun alanı' olarak kullanmak istediği bellidir. Bu oyunun 'merkez üssü' Tiflis'tir. ABD amacına ulaşmak için büyük paralarla, silahlarla, askeri ve sivil personelle Tiflis'i bölgesel karargah haline getirmiştir. Ve Gürcistan'ın ihtiraslı liderleri-politikacıları bu tehlikeli oyunun taşeronluğunu yaparak kendi halklarına büyük acılar yaşattılar, yaşatıyorlar. Şimdi, diğer Kafkas halklarını da kendi kör kuyularına çekmek için canla-başla çalıştıkları açıktır. K. Kafkas halkları bu oyunun parçası olmayacaktır ve olmamalıdır. Kafkas halkları tarih boyunca 'ateşe uzanan maşa' olmanın yakıcı deneylerini yaşamıştır. Artık 'uğrunda ölünecek' değil 'uğrunda yaşanacak' değerleri kutsallaştırmalı, başkalarının oyunlarında kahraman olmak yerine, kendi geleceğimizin mütevazı ama kararlı yolcuları olacak politikaları üretmeliyiz'
Bir akademisyen olarak bu maddenin diline de içeriğine de katılmıyorum. Kafkasya'nın sorunlarını komplo teorilerinde kullanılan yüzeysel ve propagandist bir dille ve sadece Amerikan dış politikasına ya da başka uluslararası aktörlere gönderme yaparak açıklamaya çalışmayı da sağlıklı bir siyasi analiz metodu olarak görmüyorum. KAFFED'in böyle bir açıklamayı başka bir kontekste yapmasına birşey diyemem ama 'Ortak Akıl Toplantısı' katılımcısı olarak bu konunun, üzerinde konuşulup fikir birliği sağlanmış bir konu olmadığını belirtmek istiyorum. Eğer benim katılımım dışında bir oylama yapıldıysa (hava muhalefeti nedeniyle toplantıya 3 saat kadar geç katıldım) o zaman ben kişisel şerhimi koymak istiyorum.
Bununla birlikte bu maddede, tam olarak belirtilmese de bir önceki maddeyle birlikte ele alındığında, konunun Abhazya bağlamından hareketle, bazı Adığe aktivistlerinin ve kurumlarının, zaman zaman Amerika ve Gürcistan'ın da konu olduğu 'Çerkes Sorunu'na yönelik global ölçekteki siyasi aktivitelerine göndermelerin olduğunu gözlemliyorum. Çerkes halkının geleceği ile ilgili her siyasi tavrın ve aktivitenin 'Abhazya'nın bekası' üzerinden kurgulanmasını sağlıklı bir strateji olarak görmüyorum. Bu nedenle de toplantı sırasında da belirttiğim gibi son yirmi yılda Abhazya ile Adığe halkının ilişkilerini belirleyen paradigmada yaşandığını düşündüğüm değişiklikten kısaca bahsetmek istiyorum.
Abhazya bağımsız bir devlet ve en önemli komşusu Rusya ile olan ilişkilerini 'diplomasi ve uluslarası ilişkiler (en azından formel olarak)' düzleminde sürdürüyor. Çerkesler ise, Rusya Federasyonu içerisinde yaşayan azınlık bir etnik grup ve bu nedenle Çerkeslerin Rusya yönetimi ile olan ilişkileri 'hak arayan azınlık grubun merkezi otorite ile olan ilişkisi' düzleminde sürüyor. Çerkeslerin coğrafi, idari ve etnik kimlil anlamında resmi açıdan bölünmüşlüğü ve siyasi marjinalizasyon gibi sorunları var ve bu sorunların çözümü daha demokratik bir Rusya'dan geçiyor gibi görünüyor. Öte yandan Rusya'nın başında otoriter bir yönetimin olması Abhazya açısından daha güvenli zira daha demokratik ve liberal bir yönetim Gürcistan ve Batı dünyasıyla anlaşma yoluna gidebilir.
Çerkeslerin hak arama mücadelesinin Rusya tarafından makul bir şekilde yönetilmesi hepimizin temennisi ancak bunun sıkıntılı bir süreç olabileceğini de gözönünde bulundurmak gerekir. Bu potensiyel sıkıntıların pratik anlamda ilk emareleri olduğunu gözlemlediğim, siyaset zemininde 2010 yılında Abhazya devleti ile farklı Adığe aktivist grupları arasında yaşanan sorunların, tabana da inerek iki halk arasındaki hukuku bozmasının önlenmesinin yolunun ise muğlak 'birlik ve bütünlük söylemleri' ile konuyu ötelemekten ya da 'yokmuş gibi davranmaktan' değil, konunun muhatapları arasında açık ve doğrudan iletişimi arttırmaktan geçtiğini düşünüyorum. Bu yazının sınırları içerisinde ancak bu kadar basit ve kısa bir şekilde özetleyebileceğim bu 'paradigma değişimini' ve bunun sonuçlarını dikkate almadan politikalar üretmenin sakıncalarının gözönünde bulundurulması naçizane önerimdir.
Son olarak toplantı sırasında zaman darlığından bahsedemediğim ama bu yazının uygun platform olacağını düşünerek 'KAFFED'in artık kültürel bir kurum olmaktan çıkarak siyaset de yapan bir kurum olması' şeklinde üst düzey KAFFED yöneticilerinin de yoğun olarak ifade ettiği temenni ve politika değişimi arzusuna değinmek istiyorum.
Ben bu durum tespitinin, yani 'KAFFED'in siyasal bir kurum olmadığı (anlaşılabilir siyasal ve hukuki nedenlerle)' önkabülünün 'siyaset yapma kavramı' ile ilgili bir algı yanılsaması olduğunu düşünüyorum zira bence KAFFED uzun bir süredir diasporik siyaset yapıyor. Hem iç siyasete dahil oluyor hem de uluslararası siyasete bir aktör olarak katılıyor. Toplantı sırasında da belirtildiği gibi, seçimler sırasında belirli adayların desteklenmesi sıkça yapılan bir uygulama. Ayrıca KAFFED genel kurullarına bütün siyasi partilerin üst düzey yöneticileri katılıyor ve onlar kültürel değil siyasi mesajlar veriyorlar. Siyasi partilerin üst düzey yöneticileri İzmit, Sakarya, Düzce ve Bursa gibi kentlerdeki KAFFED üyesi derneklerde ağırlanarak bu aktiviteler sayesinde kurulan ilişkilerle örneğin Abhazya'ya ulaşım konusunda veya Kefken'de Sürgün anıtı hakkında TBMM'de soru önergeleri verilmesi sağlanıyor.
Aynı şekilde uluslararası ilişkiler bağlamında, KAFFED Abhazya konusunda Ankara'da görev yapan diplomatik misyonlarla ilişki kurarak Abhazya'nın pozisyonunu savunuyor, verilmesine aracı olduğu soru önergeleriyle ve başka metodlarla Türkiye'nin Abhazya politikasını kendi kurumsal amaçları doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor. Bunları yaparken, sorunun tarafları nezdinde kendi kurumsal profilini de yükseltiyor.
Bunlar hem teorik hem de pratik anlamda 'diasporik siyaset' alanına giren aktiviteler ve aslında KAFFED'in diasporik bir kurum olarak bir siyasi aktör olduğunu gösteriyor. Kurumun içinden bakınca böyle algılanmıyorsa ya da yeterli bulunmuyorsa bile bu eylemlerin siyasi olmadığını söylemek çok zor. Ancak eğer bahsedilen şey bu aktivitelerden beklenilen sonuçlar alınmaması ise o zaman bu alanın, yanı diasporik siyaset alanının dünyada varolan uygulamaları ile karşılaştırmalı bir analizinin KAFFED tarafından yapılması doğru olabilir.
Bu bağlamda bence esas üzerinde durulması gereken, ya da benim üzerinde durmak istediğim konu, KAFFED'in siyaset üretiminin Türkiye içerisinde bir partiye (CHP), Kafkasya'da ise bir tek bölge (Abhazya) özerinde yoğunlaşmış olduğu şeklindeki görüntü. KAFFED'in merkez yönetiminin insan malzemesi ve tarihsel altyapısının, diaspora olarak içinde bulunulan ülkenin bugünkü iktidar partisiyle(AKP) arasında bir kan uyuşmazlığı yarattığını görmek çok zor değil. Ancak 8 yıldır iktidarda olan ve uzun bir sure daha iktidarda kalması muhtemel, Türkiye halkının (muhtemelen Kuzey Kafkasyalıların da) büyük bir kısmının demokratik tercihiyle iktidara gelmiş bir partiyle sağlıklı ilişkiler kurmadan ve Türkiye siyasetinin genel (ve değişen) parametrelerini gözden kaçırarak diasporik siyaset yapmak oldukça zor. Bu anlamda KAFFED, Kuzey Kafkasya diasporasının kurumlarından biri olarak daha güçlü bir siyasi aktor olmak istiyorsa, siyaset üretmek istediği ülkenin iktidarıyla ve farklı siyasi gelenekleriyle yeni bir zeminde ilişki kurabilmenin yollarını aramalı.
Kafkasya bağlamında ise KAFFED sadece Abhazya ile ilgili görünür ve aktif siyaset yapıyor. Abhazya üzerine siyaset üretmek ve diplomatik süreçlere katılmak, tabanının önemli bir kısmını Abazaların oluşturduğu bir kurum açısından son derece doğru. Ancak tüm Kuzey Kafkasya diasporasını temsil etme idiasındaki bir kurumun Kafkasya'nın diğer bölgeleri, yani Dağıstan, İnguşetya veya Karaçay-Balkarlarla ilgili görünür hemen hiçbir siyasi faaliyetinin olmaması, KAFFED'in kendi kimlik tarifiyle yine kendi görev tanımlaması arasında önemli bir çelişkinin olduğunu gösteriyor gibi. Aynı şekilde tabanın büyük çoğunluğunu oluşturan Adığelerin anavatandaki kısmıyla ilgili aktif siyaset üretemememesi de bir başka sıkıntı (kültürel bağlamda çok başarılı işler gerçekleşiyor). Örneğin 2009 ve 2010 yılı içerisinde tarihi Çerkesya topraklarında Adığelerle diğer halklar arasında toprak sorunları, yoğun katılımlı mitingler, iki önemli Çerkes kişiliğin suikastlere kurban gitmesi gibi sorunlar yaşanırken KAFFED bu konularda etkin bir siyaset yürütemedi, tavır dahi alamadı. Doğu Kafkasya'da yaşananlara ise hiç değinmiyorum bile.
Tabi şunu da görmek lazım, aslında KAFFED bu konularda da siyaset üretiyor. Fakat katılımcı ya da aktif denebilecek siyasi tavırlar yerine, siyaset biliminde 'high politics (yüksek siyaset)' diye adlandırılan bir yöntemle yani Rusya devletinin temsilcileriyle (büyükelçiler vs) görüşerek ve kaygılarını özel görüşmelerde dile getirerek siyaset yapıyor. Neticede bu da bir siyasi/diplomatik bir faliyet. Ancak eğer ortada bir sıkıntı olduğu kabul ediliyorsa ve KAFFED bir kurumsal analiz sürecinden geçiyorsa, belki bu yöntemin verimliliği ve Adığe (ve tabiki temsil edildiği söylenilen diğer K Kafkasya halklarının diasporalarının da) aktivist tabanında yarattığı atalet/Adığe siyasi dertleriyle ilgilenilmediği şeklinde oluşan izlenimi de irdeleme şansı doğabilir.
Sonuç olarak Ortak Akıl Toplantısı'na katılan biri olarak 'Sonuç Bildirisi' etrafında oluşan bu sorunların ve benim kişisel şerhlerimin kayda geçirilmesini organizatörlerden bekliyorum, devamı geleceği açıklanan 'Ortak Akıl' toplantılarının, KAFFED'e aradığını söylediği siyasal dinamizmi getirecek düşünsel katkıları sağlamasını temenni ediyorum.
Saygılarımla,
Zeynel Abidin Besleney
Kaynak: Marje mail grubu
Ortak Akıl Toplantısı - Değerlendirme: Murat Papşu
KAFFED öncülüğünde düzenlenen Ortak Akıl Toplantısı 10-12 Aralık 2010 tarihleri arasında Bolu - Koru Otel'de yapıldı. Sonuç bildirisi de geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Katılımcılardan biri olarak, biraz gecikmeli de olsa genel bir değerlendirme yapmak ve bazı konularda eleştirilerimi dile getirmek istiyorum.
KAFFED öncülüğünde düzenlenen Ortak Akıl Toplantısı 10-12 Aralık 2010 tarihleri arasında Bolu - Koru Otel'de yapıldı. Sonuç bildirisi de geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Katılımcılardan biri olarak, biraz gecikmeli de olsa genel bir değerlendirme yapmak ve bazı konularda eleştirilerimi dile getirmek istiyorum.
Değerlendirmelerin çoğuna katılıyorum, genel itibarıyla düzeyli ve verimli bir toplantı oldu. Söylenebilecek olumlu birçok şeyin yanında eleştirelecek yönleri de var kuşkusuz. Sanırım bunlar olumlu havaya gölge düşürmez.
İki günde farklı başlıklar altında beş oturum yapıldı. Elli katılımcının hepsinin her oturuma katılıp her konuda konuşması verimliliği düşüren bir faktör oldu. Herkesin ilgi-bilgi alanı farklı olduğuna göre, her oturuma farklı ve daha az sayıda kişinin katıldığı bir toplantı formatı konuşmacılara daha fazla zaman sağlayacağı gibi gereksiz konuşmaların ve tekrarların da önünü almış olurdu. Görüldü ki her konuşmacıya 3 dakikalık süre çok yetersiz kaldı, oturumların gündemleri karıştı, bazıları her konuda fikir beyan ederken bazıları hiç konuşmadı.
Toplantının "farklı mecralarda toplumsal mücadeleye katkı veren aydınları ve kanaat önderlerini" bir araya getirmeyi amaçladığı söyleniyorsa da katılımcıların profili pek öyle söylemiyordu. Bu "aydın ve kanaat önderlerinden" bazılarının adını ilk defa orada duydum (benim bilgisizliğim de olabilir). Yıllardır tanıdığımız ve (bence) bu iki kategoriye de girmeyen kişiler oradayken toplumsal mücadeleye farklı kulvarlarda katılan ama "aykırı" görülen isimlerin orada olmaması bir eksiklikti.
Sonuç bildirisinin yazılış ve ilan yöntemi de bence sorunlu. Bu tür bir toplantının sonuç bildirisi ya katılımcılarının konuşma özetleri şeklinde olur ya da ortak bir metin olacaksa katılımcıların önceden onayı alınır; metnin geneline katılmayan onaylamaz ya da katılmadığı maddelere şerh düşer. "Katılımcıların düşünce ve ifade nüansları saklı olmak kaydıyla" ibaresi ilan edilen bildirinin bütün katılımcıların ortak aklının ürünü olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Dolayısıyla benim adıma da ilan edilen bu sonuç bildirisinin bazı maddelerine şerh düşmeyi, "saklı kalan düşünce ve ifade nüanslarımı" açıklamayı gerekli görüyorum.
"KAFFED, diasporada onyıllardır sürdürülen toplumsal-ulusal mücadeleyi temsil eden, bu mücadelenin omurgasını oluşturan, Türkiye'de yaşayan Adığe, Abaza, Ubıh ve ortak aidiyet hissi içindeki tüm diğer Kafkas halklarını bütünleştiren yegane örgütlenmemizdir." Katılımcılar arasında federasyon veya üye dernekler dışından, hatta KAFFED çizgisine yakın olmayan kişiler vardı. Sadece dernek üyelerinin toplantısı olsaydı bile sonuç bildirisinde böyle iddialara ve narsizme gerek yoktu.
Türkiye'nin ve dünyanın bugünkü siyasi ortamında kimliğin siyasallaşmasını ve kimlik siyasetini çok önemsiyorum ve Çerkes tanımını da bunun ayrılmaz bir parçası olarak görüyorum. "Diasporada Adığe, Abaza, Ubıh ve diğer Kuzey Kafkas halklarını bütünleştiren, onlara siyasi hüviyet kazandıran 'Çerkes'in ortak ad ve ortak siyasi tanım olarak kalması doğru olacaktır" diyen KAFFED ortak aklının tam tersini düşünüyorum. Evet, Türkiye'deki kullanımıyla Çerkes etnik değil kültürel bir kimliğin adıdır. Ancak bu şekildeki kullanımıyla 'Kafkaslı'dan farkı yoktur ve siyasi bir kimlik olamaz. 'Çerkes'in bir halkın adı olarak değil, sosyo-kültürel, folklorik bir topluluğun adı olarak kullanılması kimliği siyasallaştırmak değil, tam tersine siyasallaşmasının önünü tıkamaktır. Bunu tartışmayı, tanımı diğerlerini dışlayıcı bir anlayışla yapmadığımı belirterek daha sonraya bırakıyorum. Ancak KAFFED'in muğlak kalan şu konulara açıklık getiren bir söylem geliştirmesini beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum: 1) Çerkes "Adığe, Abaza, Ubıh ve diğer Kuzey Kafkas halkları"nın ortak adı mıdır yoksa sadece Adığe, Abaza ve Ubıhların mı ? Çünkü KAFFED, bildiride aksi söylense de son yıllarda pratikte "Adığe, Abaza, Ubıh" formülünü tercih ediyor.
1) Bu formülde yer alan Ubıhlar bugün Adığe ve Abazalardan ayrı bir halk mıdır? Benim bildiğim, çoğu sürgünden sonra Adığe ve Abazalara karıştı; ayrı köyler halinde kalan Ubıhlar da Adığece konuşuyor ve kendini Adığe sayıyor. 150 yıl önceye bakıp bugüne yönelik tanım yapılması doğru mu
2) "Diğer Kuzey Kafkas halkları"ndan hangileri Çerkes ortak adına dahildir? Çeçenler, Osetler, Dağıstanlılar...? Peki Karaçaylar ve Balkarlar neden bu listeye hiç dahil edilmiyor? Anadolu'da yaşadıkları yerlerde onlara da Çerkes deniyor ve aynı kültürel kimliği paylaşıyorlar. Farklılarsa diğerleri de farklı.
3) Kendilerini Çerkes ortak adı altında görmeyen "diğer Kuzey Kafkas halklarına" ve hatta Batı Anadolu'daki Abazalara (Apsuvalara) bu adın nasıl benimsetilmesi düşünülüyor?
4) Türkiye'ye özgü bu Çerkes tanımı ne Kafkasya'da, ne yazılı literatürde, ne de diğer dillerde var. Artık iletişimin, bilgiye ulaşmanın çok kolaylaştığı günümüzde iyice belirginleşen bu çelişki nasıl giderilecek?
5) Çerkes halkı, Çerkes tarihi, Çerkes kültürü, Çerkes müziği vb. başında Çerkes sıfatının olduğu her kullanımda buna "Adığe, Abaza, Ubıh ve diğer Kuzey Kafkas halklarının" dahil olması gerekmez mi Bu, birçok durumda Çerkes adının kullanılmasını imkansız kılar. "Ortak adımız" tezini savunanların bile 'Çerkes' olarak çoğunlukla Adığeleri esas aldığını görmek için basit bir söylem analizi yapmak yeterli.
Sonuç olarak, Ortak Akıl Toplantısı'nın düzenlenmesi artık değişim ve dönüşüm ihtiyacı hissedildiğini göstermesine rağmen, sonuç bildirisi KAFFED'in bugüne kadar benimsediği çizgide esaslı bir değişim ve dönüşüm olmayacağı, farklı düşünen akıllara da çok ihtiyacı olmadığı izlenimi veriyor.
Murat Papşu
Kaynak: Marje mail grubu
KAFFED Ortak Akıl Toplantısı Yorumu - Yaşar Güven
Kafkas-Rus Savaşlarında, Çerkes soykırımının söz konusu olduğu ve sonucunda sürgün uygulandığı, 1997 yılında, Uluslar arası Çerkes Birliği'nin (UÇB) girişimi ile UNPO (Temsil Edilmeyen Halklar Örgütü) tarafından karar altına alınmıştı.
1.Oturum:
TANIMLAR-TERCİHLER
SÜRGÜN konusunda;
-Kafkas-Rus Savaşlarında, Çerkes soykırımının söz konusu olduğu ve sonucunda sürgün uygulandığı, 1997 yılında, Uluslar arası Çerkes Birliği'nin (UÇB) girişimi ile UNPO (Temsil Edilmeyen Halklar Örgütü) tarafından karar altına alınmıştı. Kararın devamında da Çerkesler'in sürüldükleri topraklara dönebilme hakları, RF ve yaşadıkları diaspora ülkelerinde çifte vatandaşlık haklarının olduğu da tescil edilmişti.
-Çerkes tarihçi ve araştırmacıların yazdıkları bir yana, bizzat Rus biliminsanları bize dair sürgün ve soykırım gerçeğini belgelerle yazarken, bizzat Çarlık Rusyası askeri külliyatı bu durumu belgelerken bizim duraksıyor görüntüsü vermemiz soru işareti yaratır.
-Birleşmiş Milletler'in 1948'de kabul ettiği, 1951'de de yürürlüğe koyduğu "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi", "Soykırım Oluşturan Eylemler"i sıralamıştır.
Sözleşme; sadece katliamları değil, 'soykırım'a teşebbüsü de cezalandırılması gereken bir suç olarak tanımlıyor. Belli bir etnisiteye ait bir halkın ya da bölgenin homojenleştirilmesi, zorla yer değiştirilme, sürgün edilmesi, uzaklaştırılmasına ise 'Etnik temizlik' deniyor. Soykırımın bir türü olan "etnik temizlik", soykırım sözleşmesinde belirtilen şartları içerirse soykırım suçuna giriyor. Ve soykırım suçunun zaman aşımı yoktur. Belli bir tarihte kabul edildiği için öncesini kapsamaz yorumları var. Önce tanımlanan suç kapsamında olup-olmadığına bir bakmalı. Sonrasında kim nasıl istiyorsa yorumlayabilir.
**
-Çerkesya - Gönül Yaram kitabında Tamara Polovinkina; "Rusya Çarlık yönetiminin 19. yy da Kafkasya'da üstlendiği çirkin rolü ve Adığeler'e karşı soykırım uygulamaları düşünülürse, tarihin acı olaylarını yeniden karıştırmamak ilkesi belki de başlıca argüman olacaktır. Ne var ki biz bu görüşe katılmıyoruz ve söz konusu savaş konusunda şu ilkeyi tercih ediyoruz: 'Tatlı yalandan, acı gerçek iyidir.'"
"Ahlak açısından ele alırsak, gerçeği saklamak her iki tarafı da aşağılar, özellikle de gerçekten korkanı küçük düşürür, öte yandan bu şekilde gerçeği gizlemek gücün değil, güçsüzlüğün göstergesidir." diyor.
**
ÇERKES ismine dair:
1864'te Kafkasya'dan Osmanlıya sürgün edilen atalarımız, hangi kimliğe ait olduklarını herhalde doğru olarak tanımlıyorlardı, taze sürgün olarak hafızaları herhalde bugünkünden daha canlı idi. Bir nedenden ortak hareket etme ve Çerkes ismini kullanma kaygısı taşıdılar. Adığesi, Abazası, Oseti ve Çeçeni ile birlikte 1908'de Çerkes Cemiyeti'ni kurdular. 'Günün koşulları' genel çerçevesi içinde irdelemeler yapılabilecek olsa da bu gerçek bir kenara not edilmelidir. Bugünkünden daha güçsüz ya da bilinçsiz oldukları için böyle davrandıkları ise sanırım söylenemez.
Çerkes : Adığe diyenlerimiz var. Onun dışındaki kabul ise; kapsamına Adığe ve Abaza ya da ek olarak Vubıh ya da başka etnikler dahil edilse de üst kimlik olarak kullanıldığıdır. Ve önemlisi siyasi bir kimliktir. Türkiye'de ve dünyanın birçok köşesinde bilinen ve anılan bir isimdir. Çerkes Teavun sonrası, Cumhuriyet döneminde yasal kısıt ve baskı olmasa idi muhtemelen Çerkes adı ile örgütlenmeler devam edecekti ve iyi de olacaktı. Kimliğe dair siyasi tavırda demokraside uzlaşılabileceğini düşündüğümden, "Çerkes ismini tescilleme" gibi bir girişim olmayacaksa, içini Adığe, Abaza vd. ile doldurma çabasından çok kullanılması önem taşımaktadır derim.
2. Oturum
DİASPORADA DURUM, BEKLENTİLER VE HEDEFLER
Kimlik sorunu, demokrasi sorunudur ve kültürel-demokratik haklar söz konusudur. Yaşadığımız her ülkenin demokratikleşmesi, kimliğimizin gerçek anlamda ifadesi ve geleceğe taşınması açısından önemlidir. 'Demokrasi daha fazla demokrasi' talebi ve tespitiyle demokratikleşmeye katkı sağlanmalı; bunun teorisi ve buna uygun örgütlülükler oluşturulmalı, yerel ve uluslararası platformlarla dayanışma ve güç birliği sağlanmalı.
Çerkesler; Osmanlı ve sonrası Cumhuriyet döneminde asker ve bürokrasi içinde yer aldığı, statükoya yakın durduğu için olsa gerek; kimliğe dair talebi olmayan, sisteme entegre olmuş bir kimlik olarak algılanıyor. Hem devlet hem de demokrasi için mücadele eden kesimler tarafından böyle algılanıyor. Ezberi bozmalıyız. Kimliğimize dair yüksek sesle talepte bulunarak kamuoyu ile paylaşmalı, demokrasi güçleri ile yan-yana durmalı, bütün demokratik yöntemleri kullanarak demokrasi mücadelesinin öznelerinden biri olmalıyız.
Kültürel-demokratik talepler alt-alta sıralandığında görülecektir ki farklı kişiler benzer maddeleri sıralar. Ne ki taleplerin sıralanması yetmiyor; seslendirilmesi, takip edilmesi, her ortamda savunulması, kamuoyu ile paylaşılması, benzer talepleri olanlarla güç birliği yapılması, hak arama yol ve yöntemlerinin kullanılması vb. şeyler söz konusu. Bütün bunlar için doğru strateji, doğru örgütlülük belirleyici önemdedir. Demokratik-kültürel haklar için, öncelikle halkına yani öz gücüne güvenen, en geniş tabana oturan siyasi bir yapı.
Yaşanan savaşlar, sürgünler, Cumhuriyet dönemi hain Çerkes yaklaşımı ve yine sürgün, baskılar vb. hepimizin bildiği onca olayın toplumsal hafızamızdaki etkisi; sürgünden 146 yıl sonra kimlik ve tarih bilinci konusunun çok ciddi irdelenmesini gerektiriyor. Kısaca, 'duyarsızlık'la tanımlanamayacak bir kimlik sorunumuz olduğu da gündemimizde olmalı ki olası belirlenecek stratejimizde bu da dikkate alınabilsin.
Seçimler ve Partilere / Adaylara yaklaşım konusunda ortaklaşmak önemlidir.
Siyasilerle her tür görüşmede; "memleketin birlik ve bütünlüğü" klişeleşmiş yaklaşımı yerine "özgür irade ile gönüllülük temelinde, eşit ve bir arada yaşanan bir ülke" yani "demokratik ülke" isteği öne çıkarılmalı.
Kurucusu olabileceğimiz ya da merkez karar alma kurullarında, yönetiminde söz sahibi olabileceğimiz, sadece kimlik değil yaşamın her alanını kapsayan demokrasiden yana güçlerle birlikte temsil edilebileceğimiz bir parti hedefi olmalı. Diğer yandan mevcut durumla seçime gidilirse ne yapmalı? Seçimlerde oy verilecek partiyi/partileri/adayları net olarak işaret edemiyorsak, oy verilemeyecekleri işaret etmek net bir şekilde yapılmalı. 'Herhangi bir partiden aday olan Çerkeslerin tümüne destek' gibi bir tutum sergilenmemeli. Kimliğimizi açıktan reddeden Türk milliyetçisi partilerden ve farklı kimliklere dair seçim bildirgesinde net ve olumlu açıklamaları olmayan partilerden aday olanlara oy vermeyeceğimiz açıklanmalı. Demokrasi ve bir parçası olan kimlik özelinde, parti tüzükleri ve seçim bildirgeleri didiklenmeli. Oy isteyenlere; "Biz Çerkesler artık varlığımızı ve haklarımızı tanımayan, dilimizi, kültürümüzü koruyup geliştirmek için gerekli şartları sağlamayan, bizi bu ülkenin eşit haklara sahip ama farklılıkları olan yurttaşları olarak görmek istemeyen partilere oy vermeyeceğiz" diyebilmeliyiz.
Çerkes adaylar için ön koşul, 'kimliği ile siyasetin içinde olmak ve özelde kimliklere dair yaklaşımını yazılı deklare etmek' olmalı.
2011 genel seçimlerinde partilerden umut yoksa bağımsız adayımız olsun, Çerkes kimliği ile.
**
Seçim dönemlerinde siyasilerin kurumlarımıza ziyaretlerinde 'geleneksel misafirperverlik' adı altında gereksiz abartılardan kaçınılmalı, misafirperverliğimizin kullanılmasına engel olunmalı.
Anayasa yine gündemimizde olacak. Çerkesler olarak taleplerimiz, katkımız ne olacak, bunun çalışmasına bugünden başlamalıyız. Demokratik Açılım gündemindeki yetersizliğimiz değerlendirmeli ve aktif olarak gündemde yer almalıyız.
Ülkenin toplumsal yaşamını belirleyen temel belge olan Anayasa'nın, toplumun bütününün talep ve beklentilerini karşılayabilmesi ilkesini öne çıkarıp; insan hakları ve özgürlüklerini esas alan, (asker ve sivil bürokrasinin siyaset üzerindeki egemenliğine son veren, her tür vesayeti reddeden, kültürel hakları güvence altına alan, vatandaşlığı etnik kimlik - dil ve dine dayandırmadan tanımlayan, düşünce - ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engelleri kaldıran, anadillerde eğitim hakkı sağlayan) demokratik, özgürlükçü, sivil ve eşitlikçi yeni bir anayasa talebinde ısrarlı olmalıyız. Yasaksız Türkiye istemeliyiz.
Özel durumumuz nedeniyle Kafkasya'ya dair taleplerimiz de gündemde olmalıdır:
Çifte vatandaşlık, Abhazya ile doğrudan deniz ve hava yolu ulaşımının açılması, Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlığının tanınması, Gürcistan'a askeri desteğin kesilmesi, vd. gibi.
Gençler çok önemli. Artık kent ve metropol gençliği söz konusu. Onlarla diyalog gerek, yaşam biçimlerini, beklentilerini anlamaya çalışmak gerek. Çerkesler olarak iç dinamiklerle yaşamımız sürebilse idi ne olurdu pozisyonumuz bilemiyoruz ama değişecekti, gelişecekti bir şeyler. Özü değişmeden kent yaşamına uygun bir şeyler olacaktı muhtemelen. İradi müdahale gerek belki. Bu vb. toplantılarda yaş ortalamasının düşürülmesi de bir hedef olmalı.
3. Oturum:
ANAVATANDA DURUM, BEKLENTİLER VE HEDEFLER
4. oturumun kapsamında olmakla birlikte bu oturumda gündeme geldiği için dönüş konusunda söylemek istediklerim:
Anavatandan bir ses, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Adığe Xase Başkan yardımcısı (Zamir Şukhov) dönüş konusunda;
"Cumhuriyetlerimizde; diaspora ile ilişkileri düzene koymak, geri dönüş yapacaklarla ilgili çalışmak, her türlü sorunda onlara yardımcı olacak devlet organlarının olması gerekiyor. Çerkeslerin yaşadığı ülke yönetimlerinin de, Türkiye, Suriye ve Avrupa ülkeleri, benzeri organlar oluşturması gerekiyor. Çerkeslerin tarihi vatanlarına geri dönüşüne her iki taraftan öncülük yapılması gerekiyor. Sivil toplumun görevi bu meseleleri gündeme getirmek, devletin görevi bunları çözmek." diyor.
'Dönüş ve Nüfus' konusuna dair; Adığeleri baz alarak:
'Nüfus sorunumuz var' tespiti yaparken, 140 milyonluk devasa RF içindeki Adığey'e götürebileceğimiz bir ya da birkaç yüz bin kişinin belirleyici bir öneminin olabileceğini düşünüyor olmalıyız. Demokrasi olmadıkça nüfusun bir önemi yoktur. Dönüş hakkını kullanmak çok önemli ve doğru bir argümandır. Bunun için özel önlemler de gerekmektedir. Ancak sorunu çözmenin başat yöntemi olarak sunulması yanlıştır. Adığe varlığının Adığey'de yaşatılması 120 bin civarında % 20 oranında nüfusa karşın "denklik yasası" gereği, pozitif ayrımcılıkla gerçekleşmiştir. Yani demokrasi böyle bir şeydir.
Nüfusu demografik dengeleri değiştirmek ve çoğunluğu sağlamak için arttırma girişimi öne konmamalı. Dönüş hakkının kullanılması, tarihsel haksızlığın bir sonucu, adalet arayışının bir parçası, bu anlamda çok önemli ve olması gereken olarak benimsenmeli.
İlk oturumda sözünü ettiğim gibi, Uluslararası Çerkes Birliği'nin 1997 de UNPO'ya başvurusu ile aldırdığı kararlar önemlidir ve takibi gereklidir. UÇB İstanbul kongresinde kararların takibi sonuç bildirgesine de yansımıştır.
Anavatandan iki isim Adığe Cumhuriyeti'nden Kültür Bakanı Çemişo Ğazi ve Adığe Xase Başkanı Hapay Arambiy aynı şeyi söylüyor: "Cumhuriyetin adını oluşturan halkın dilinin, hangi milliyetten olursa olsun, cumhuriyetin en büyük makamındaki kişi (Cumhurbaşkanı) tarafından bilinmesi gerektiğine ilişkin önceki anayasal düzenleme yeniden getirilmelidir."
Diaspora anavatandan gelen bu sese kulak vermeli ve destek olmalıdır.
**
RF'ye bağlı cumhuriyetlerimiz ve bağımsız devletlerimiz yani anavatanımız nedeniyle, Kafkasya, Gürcistan ve RF'deki her gelişme bizi yakından ilgilendiriyor.
1917 Ekimi'nde Rusya'da; güzel bir gelecek hedeflendi. Özelde Kafkasya'da da etniklerin nüfusuna bakılmaksızın, kimlikleriyle yaşamlarını sürdürebilme olanaklarının yaratılması için bir başlangıç yapıldı. Dünyada örneği olmayan, teoride olanı uygulama çabalarıydı bunlar. Bugün bir anavatandan, anadilden vb. söz ediyorsak, o günlerin yadsınamaz önemi vardır. Eleştirel yaklaşımlarımız olsa da.
Değişen süreç sonucu Birlik 1990'larda dağıldı. Bir gecede dünyanın en zengin insanları oluştu. Paylaşım ve pazarlık amansız, iktidar ise çok önemliydi. Dağılış sonrası, ağır bir bürokrasiden çıkan geniş ve kalabalık bir RF içinde, sivilleşmenin zaten çok zor olacağı anlaşılabiliyordu. Bir de baskı olunca.. Hala sivilleşmeden söz edilemez. Muhalefetin çok zor olduğunu ve ciddi bir baskı olduğunu biliyoruz.
Özellikle Putin döneminde, Ruslar açısından yerlerde sürünen onurları için bir dizi şey yapılırken demokrasi ötelenendi. Muhalefet sindirildi. Batıya olan borçları ödeyen, ekonomik, askeri ve siyasi açıdan RF'nin sahip olduğu gücü çevresine hissettiren, tek kutuplu dünyanın RF'ye rağmen olamayacağını yeni ittifaklarla gösteren ve SSCB mirasını tek başına devralabileceği işaretlerini veren Putin, kendisine verilen desteği bilerek çok rahat hareket etti. Beslan olayı bahanesi ile belli ki hazırlığı yapılmış rafta duran idari düzenlemeler hemen gündeme getirildi ve uygulamaya konuldu. Yeni idari düzenleme, merkezden idari birim başkanı atanması vb. uygulamalar gerçekleştirilerek demokrasi ve özgürlükler ertelendi.
Yeni vatandaşlık yasası yürürlüğe girdi. Yeltsin dönemi çifte vatandaşlık uygulaması kaldırıldı. Biz bu konuda; "hızlı hareket edip herkes müracaatını yapmalı idi", "neden müracaat etmediniz, tepside fırsat sunulmuştu" diyerek tartışırken, bizim gibi halklar açısından uygulanması gereken doğal bir hakkın engellendiğini ve UNPO kararlarını benimsediğimizi söylemeyi, yani tepki vermeyi es geçtik. 'Verilenle idare etme kolaycılığı ve giderek talep etmez hale gelmek', bu bizim yöntemimiz olmamalı.
RF'de Putin ile başlayan dönemde; Yeltsin' in "istediğiniz kadar özgür olun" yaklaşımı, "istediğimiz kadar -merkezin istediği kadar- özgür olabilirsiniz" yaklaşımı ile yer değiştirmiştir. Sürekli geri adım attırma, hakları budama yaklaşımına karşın, imkansız gibi görünen taleplerin olabilmesi, geri adım atmaya tahammülün olmadığının göstergesidir, bu durumu yüksek sesle ifade etmektir.
4. Oturum:
DİASPORA-ANAVATAN İLİŞKİLERİ VE ETKİLEŞİMİ
Ana vatan ve diasporanın birlikte hareketinin gerekli olduğu, bıçakla ayırır gibi birbirinden ayrılamayacağından tespitle; bazı dileklerim var:
*Anavatandaki cumhuriyetlerin ve diasporada farklı ülkelerin, dolayısı ile oralarda yaşayan Çerkeslerin kendilerine özgü sorunları olduğunu ihmal etmeden;
*Birbirimizin gerçeklerinden şeffaf bir şekilde bilgilenmek ön koşulu ile;
*Eleştirinin ilerletici ve ön açıcı olacağını düşünerek, öneride bulunarak, yani birbirimize karışarak ama her aşamada haddimizi bilerek,
*Anavatan dahil her yerde, Çerkes kimliğini yaşatmanın ve geleceğe taşımanın önündeki tehditleri görmezden gelmeyerek ve önemsizleştirmeyerek,
kısaca hassas bir ayarla birlikte yürüyebilsek..
Türkiye'de bizler; genelde diaspora ve diaspora-anavatan hiç değilse asgari müştereklerde buluşabilsek, sabırla ilerleme sağlamayı ilke edinsek. Her ilerlemenin tabanda/halkta yaratacağı olumlu etkilerle yeni ileri adımlar atsak, yukarıdan aşağıya etkilerle kimlik bilinci yükselse ve giderek aşağıdan-yukarıya katkı ve etki güçlenebilse..
Açılış konuşmasında Mitat beyin değindiği konuya dair; ABD Kafkasya'da, Gürcistan'dan sonra Adığeler ile ilgili. Adığe kartını Gürcistan üzerinden kullanmak üzere harekete geçti. Soykırımı tanıma girişimlerini biliyoruz. İnsani açıdan ve adalet için mi, RF yi Kafkasya satrancında sıkıştırmak için mi, ya da bilemediğimiz "dengeler" nedeniyle mi Göreceğiz diyelim. Bu arada ABD Çerkeslerinin aktivitesi, genel çerçevede uluslar arası örgütlenmede umut verici olarak görülmeli. Onlarca ülkede yaşayan Çerkeslerin birbirleri hakkında eleştiri hakları tabi ki saklıdır.
8 Ağustos savaşında, Gürcistan yanlış adımını düzeltebilir, Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlığını tanıyıp uluslar arası kamuoyunu şaşırtabilir ve RF yi köşeye sıkıştırabilirdi. Şimdi görev RF'de. Bugünün RF si, dünün Çarlık Rusyasının Kafkasya'da yaptıklarını kabul etmeli ve özür dilemeli. Putin, II. Dünya savaşında yaşananlar için diz çöküp Polonyalılardan dilenmiş özrü pekiştirirken incileri dökülmedi; Willy Brandt Almanya adına Yahudilerden özür dilediğinde onun da incileri dökülmemişti. RF bu tescili Gürcistan'a ya da bir başka ABD güdümlü ülkeye bırakmamalı.
**
Genel anlamda merkezi örgütlenmeleri engelleyici yanları nedeniyle resmi ideoloji taşıyıcıları örgütlenmelerden uzak tutulmalıdır. UÇB'nin sivil ve demokratik özünü korumak amaçlı, anavatan cephesinin şeffaf biçimde sivilleştirilmesi talep edilmelidir. Demokratik talepleri dillendiren ve bunun için halkına - öz gücüne güvenerek yol alan bir UÇB güven verecektir.
Kafkasya özelinde yapılan muhalefetin yeterli olduğu, ötesinin ilişkileri gereceği, anavatanda yaşayanların zarar görebileceği ve hatta çatışma nedeni olabileceği imasıyla mesaj verildiği oluyor. Oysa mevcut muhalefetle çatışma arasında öylesine farklı muhalefet(ler) söz konusu olabilir ki. Demokratik yol ve yöntemlere de tahammül yoksa zaten ciddi sorun var demektir. Muhalefeti minimize etmeye yönelik olan "çatışma mı istiyorsunuz?" ve "önce dönüş yap yerleş sonra konuş" gibi yaklaşımlar gözden geçirilmelidir.
Diasporadan bakışta; dönüş hakkı kullanılarak yerleşilecek, yaşamın geri kalanının sürdürüleceği RF konusunda; "hangi RF" sorusunun sorulması doğaldır. Faşizm, demokrasi, sosyalizm, kapitalizm, .. ? Hangisi? Acımasız dünyada bir 'abi' gerekliliği nedeniyle her ne olursa olsun mu RF'nin iyi bir şey olmasına katkı sunmayacak mıyız? Bu konuda düşüncemiz olmasın mı ?
5. Oturum:
GELECEK BEKLENTİSİ- GELECEK PLANLAMASI
Tarihin en kötü acılarını yaşamış bir halkın fertleri olarak bizler daha fazla acı, kan, gözyaşı istemeyiz. Düşmanlıklarla işimiz olmaz. Ama gerçekleri dile getirmek, kimliğimizle yaşamak ve kimliğimizi geleceğe taşımak isteriz. Göz göre göre halkımızın yitip gitmesine kayıtsız kalamayız. Tarihe karşı sorumluyuz. Çocuklarımız ve torunlarımıza dünden daha kötüsünü bırakmamalıyız. Olması gerekeni demokratik yol ve yöntemlerle talep etmek ve bunun için dünya örneklerinden yararlanarak örgütlenmek ve pozisyonumuza uygun en geniş cephe ile işbirliği yapmak durumundayız.
Ülkeler ve uluslar arası ölçekte, temel sorunun analizinin yapıldığı, sorunun çözümü için yol haritasının oluşturulduğu, yaşanabilecek güncel sorunlara da bu temel çerçeve üzerinden çözüm oluşturabilecek, kitlesel katılımlı, demokratik, özgürlükçü, merkezi siyasi bir yapılanma gerekli. Yani; dünyayı ve özelde Kafkasya'yı tahlil ederek strateji oluşturacak bir siyasi irade gerekli. Kültürel ve diğer örgütlülükler ise tartışmasız gereklidir ve siyaseten ulaşılması hedeflenen çözüm için önemlidir.
Genel çerçevede; yaşadığımız her yerde, anavatan dahil demokratikleşmede öznelerden biri olmak için gerekeni yapmak, kimlik bilincini yükseltmek, dönüş ve çifte vatandaşlık haklarını tescillemek, planlı-programlı dönüşler için alt yapıyı hazırlamak ve gerçekleştirmek, kısaca kendi geleceğimizi yazmak hedef olmalı.
İç dinamiklerle oluşan, habzeden aldığı güçle toplumsal iradeyi bölgesel olarak örnekleyen düğün ve silah konusundaki inisiyatifi de örnek alarak, bir Çerkes manifestosu hayal ediyorum:
-Yerleşim yerleri yoğunluklarına göre iller ya da bölge bazında ülke birimleri oluşturulur.
-Yerleşim yerlerinin her birinde toplantı organize edilerek köy ve ilçe bazında temsilciler seçimi yapılır. (Her yerleşim yerinden asgari bir temsilci olmalı; yaklaşık nüfusa göre sayı düzenlemesi yapılabilir.)
-Yerleşim yerleri temsilcilerinin katılımı ile il ve/veya bölge bazında toplantılar düzenlenerek temsilciler seçilir. (Sayının belirlenmesi için yöntem oluşturulabilir.)
-İl ve/veya bölge temsilcilerinin katılımı ile ülke bazında Kongre toplanır ve ülke genelinde Koordinasyon ve Yürütme Kurulları oluşturulur. Diaspora genelinde bir uzlaşı ile belirlenmiş sayıda ülke temsilcileri seçilir.
-Her toplantıda ülke bazında ve diaspora genelinde oluşturulacak strateji için görüş alış-verişi yapılarak, tartışma ve ikna ile ortaklaşılan konuların netleşmesi sağlanır.
-Ülke bazında ortak strateji belirlenir. Uluslararası arena ve anavatana dair düşünceler, Uluslararası Diaspora Kongresi için taslak kabul edilir.
-Ülke temsilcilerinin katılımı ile Uluslararası bir Kongre gerçekleştirilir. Uluslararası Koordinasyon ve Yürütme Kurulları oluşturulur. Diaspora geneli için ortak strateji belirlenir. Dünya kamuoyuna "Çerkes Manifestosu" deklare edilir.
Diaspora, eş zamanlı organizasyonlar, etkinlikler, yerine göre protestolar yapabilecek merkeziliğe ulaşabilmeli. Kendi içinde tartışan, daha doğru şeyler için eleştiren, ama birlikte de üretebilenler bir güç odağı olabilmeli. Güçlü Çerkes diasporası anavatanın elini güçlendirecek, RF üzerinde de etkili olacaktır.
Bu oturumun içeriğinde olan medya konusunda; diyasporik toplumlarda iletişim organlarının tümü çok önemlidir. Türkiye özelindeki dağınık yerleşim pozisyonumuz için de çok önemlidir. Ülke genelinde yayın yapabilen tv ve radyo gibi devlet olanaklarının da kullanılmasını gerektiren konular yasal güvenceye kavuşturulmalı ve devlet desteği talep edilmeli, ancak özerk bir yapı olması şartı ile. Gazete ve dergi gibi yayınlara ise destek verilmelidir. En azından köstek olunmamalıdır. Türkiye'de 70 bin civarı Ermeni yaşar, gazeteleri Agos haftalıktır ve 5 bin tirajı vardır. İki ay peryotlu dergi Nart 2 bin basar, aylık gazete Jıneps 1500. Bunu bir düşünmeli.
Nereden nereye geldi dünya. Kaç devlet vardı, sayılar son yıllarda nasıl arttı? Çekoslovakya, Yugoslavya ve SSCB'yi anımsayalım hemen. Tahmin edebilir miydik bütün bu olanları? Biri tahmin yürütse idi "hayal kurma" mı derdik acaba? Uzağa gitmeden bağımsız Abhazya'ya bakalım. Düşünür müydük Abhazya'nın bir gün bağımsız olacağını? Dengeler alt üst oluyor.
Birçok konuda farklı düşünüyor olabiliriz. Ama bir gerçek var; hazır bir çözüm reçetemiz yok, ya da herkesin reçetesi kendine gibi bir durum var. Bıkmadan usanmadan tartışarak ve birbirimizi ikna ederek, bunu şeffaf bir şekilde yaparak, ortak aklı oluşturarak, yol haritamızı yapmalıyız. Dünyayı yönetenlerin senaryolarını okumaya çalışırken, onların senaryolarında figüran olmak yerine kendi senaryomuzu oluşturmak hedefimiz olmalı. Bizim Kafkasya için, Çerkesler için istediğimiz şeyler 'hayal' olarak değerlendirilebilir. Varsın hayal edelim, evet, 'gerçekçiyiz ama imkânsızı istemek' durumundayız.
Yaşar Güven, Aralık,10
Kaynak: KAFFED
Etiketler:
kaffed ortak akıl toplantısı hakkında görüşler