DİL ve KÜLTÜR:
Dilin kültür açısından da ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Şimdi biraz daha derinlemesine bakalım. Kültür, bilindiği üzere, çok geniş ve tanımlanması zor bir kavramdır. Kültürle ilgili bir çok tanım vardır. Marks: "Kültür, doğanın yarattıklarına karşılık, insanoğlunun yarattığı her şeydir. der. Bir başka kültür tanımı ise; "kültür bir toplumun ya da bütün toplumların birikimli uygarlığıdır. şeklindedir. Başka görüşlerde de kültür; bir insan ve toplum teorisidir, bir dizi sosyal sürecin bileşkesidir.
Kültür; içgüdüsel veya kalıtımsal değil, her bireyin doğduktan hemen sonra başlayan yaşantısı içinde kazandığı alışkanlıklardır. Mademki kültür; öğrenilen, eğitimle kazanılan bir olgudur, öğrenmenin kurallarına, yasalarına ve ilkelerine uygun olmak zorundadır. Kazanılan bu alışkanlıkları ve öğrenilen bilgileri-tümüyle-bir sonraki nesline aktarabilen tek varlık insandır. Bu da doğrudan insanın konuşma yetisiyle ilintilidir. Yani kültürün kendini devam ettirebilmesi, diline sahip çıkabilmesine bağlıdır. Diller kendilerini konuşan toplumların kültürüyle şekillenir ve kültür değişmelerinden elbette ki- diller de etkilenir. Fakat dilin bu tip kültür değişmelerine adaptasyonu sağlanmalıdır; yoksa bu değişime yetişemez ve o toplumun yaşayışını karşılayamaz hale gelir.
Dinamik bir süreç olarak dil değişimi ve kültürleştirme başlıca üç şekilde meydana gelir:
1. İlişki içinde bulunduğu kültürlerden yeni kelimeler alır.
Bu süreç kaçınılmazdır fakat bu durumun ilerlemiş hali de ciddi bir dil asimilasyonuna- dolayısıyla da kültürel asimilasyona- neden olabilir. Bu nedenle dile, başka dillerden gelen sözcüklerin en kısa zamanda, o dil tarafından kendine uygun biçime getirilmesi şarttır. Bir çok dilde bu tip örneklere rastlanılır fakat, yakın bir örnek olması itibariyle Türkçe'den örnek verelim. Arapça'dan Türkçe'ye geçen "Muhammed" adı-halen bu şekilde kullanımına rastlanıyor olsa da- zamanla kendiliğinden Türkçeleşerek "Mehmet" halini almıştır. Bir başka örnek; İngilizce 'deki "student" (öğrenci) sözcüğü "stüdınt" biçiminde okunurken, Rusça'da aynı şekilde "student" yazıldığı halde, "e" harfine vurgu yapılarak, yazıldığı gibi telaffuz edilir. Yani dilin kendi ahengine göre biçimlenmiştir.
2. Yeni kelimeler yapılandırır.
Dil kendini yenilemek zorundadır. Ait olduğu kültürün ve ilişki halinde bulunduğu kültür -ve dolayısıyla dillerin- değişimine, bir şekilde ayak uydurmak zorundadır. Çünkü kültürler değişime uğradıkça, yeni kavramlar, yeni bazı durumları ifade etmek için türetilmesi veyahut da dil biçimlerine göre; yapılandırılması gerekir. Eğer o dil bu gibi yenilikleri karşılayacak sözcükleri kendi üretmezse, etkileşim halinde olduğu diğer dillerden sözcük almak durumunda kalacaktır ve bunun da -az önce söz ettiğimiz üzere- uzun vadede, bir dil asimilasyonuna sorununa neden olabilir.
3. Mevcut kelimelere yeni anlamlar yükler.
Sözünü ettiğimiz kültürel değişim dahilinde, yukarıda belirtilen iki durum dışında bir üçüncü yaklaşım da budur. Varolan sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek, ilişki halinde bulunduğu dillerden sözcükler alma ve belli bir süreç sonunda- getirebileceği olumsuzluklardan uzak kalınmış olur. Sözcüğe yeni anlamlar yüklemenin bir diğer olumlu yönü ise; ikinci durumda belirtilen "yeni sözcük yapılandırma" nın zorluğundan kurtulmuş olmaktır. Çünkü bilindiği gibi- yeni türetilen ya da yapılandırılan sözcüklerin günlük hayatta kullanılır hale gelmesi uzun süreç isteyebilir. Toplumlar için geçerli olan "yeni gelen sistemi kabul etmek ve ona alışmak zordur. " İlkesi dilde de bu anlamda geçerlidir. Halk sözcüğü hayata geçirmezse, bu çaba herhangi bir sonuç vermekten aciz kalacaktır. Dolayısıyla, halkın zaten kullanmakta olduğu sözcüklere anlam yüklemek daha uygun bir hareket olacaktır.
En ilkel bir toplumun dilinin bile yeni gereksinimlere cevap verecek sınırsız bir yeteneğe sahip olması son derece ilginç bir olgudur. Fakat ilkel bir toplumun dilinden kasıt; dilin ilkel olması demek değildir. Hiç bir ilkel dil, bir diğerine göre daha ilkel değildir, hepsinin kökleri zamanın derinliğinde, konuşmanın yeni başladığı dönemlere uzanır. İngilizce gibi bazı dillerin son hallerini günümüzdeki diğer bazı dillerden (Yunanca gibi) çok daha yakın geçmişte almış olmalarına rağmen, hepsinin geçmişi son derece uzundur. Dilin ilkelliği ile varoluş süresi arasında hiç bir ilişki yoktur. Aynı şekilde; bir dili konuşan insanların ilkel oluşu, dilin de ilkel olmasını belirtmez. Avustralya yerlileri, dünyanın en ilkel materyal kültürlerinden birine sahiptir, bununla birlikte, kültürlerinin diğer yönleri oldukça karmaşıktır ve dilleri çok gelişmiş bir dildir. Fakat dilde asıl önemli olan, kendini yenileme ve değişime ayak uydurabilme yetisidir.
Sonuç olarak; öğrendiğimiz dillerle; aynı zamanda o toplumlar hakkında da bilgi sahibi oluruz. Kültür ve dilin bu doğrudan ilişkisinin zorunlu kıldığı sonuç ise; dilin yeni kuşaklara aktarılması kültüre, kültürün ise dile bağlı olduğudur.