Bu güne kadar gösterdiğiniz sabır, gösterdiğiniz ilgi, sunduğunuz sevgiden dolayı tüm kalbimizle minnettarlığımızı sunuyor, Öğretmenler gününüzü kutluyoruz. Bu öğretmenler Gününde öğretmenlik mesleğinin sembol ismi, değerli büyüğümüz Sayın Kazım Taymaz'ı rahmetle anıyoruz.
TBMM Onur Ödülü sahibi, Köy çocuklarının ‘eğitim babası’ Kazım Taymaz, Anadolu’yu karış karış gezip 2500 çocuğumeslek sahibi yaptı
55 yıl köy köy dolaşıp yoksul çocuklara eğitim imkanı sağlayan öğretmen Kazım Taymaz, geçen hafta TBMM Üstün Hizmet Ödülü’nü kazandı. Taymaz 82 yaşında ve yoluna devam ediyor
İNCİ DÖNDAŞ
1950’LERDE otomobilin gidemediği köylere kah at üstünde kah yürüyerek ulaştı... Parasızlıktan okuyamayan çocuklara parlak bir gelecek sağlamak için yaztatillerinde onları evinde ağırladı... Karısı öğrencilere yemek pişirdi, kızı dersçalıştırdı. ‘Dağdaki eşkıyayı bile eğittim’ diyen Kazım Taymaz’ın hayatını okurken bir kişinin neleri değiştirebileceğini çok daha iyi anlayacaksınız...
Geçen hafta TBMM Onur ödülleri dağıtıldığında ödül alanlar arasında ilginç bir isim vardı: Kazım Taymaz. TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın eşi Münevver Arınç’ın amcası olan 82 yaşındaki Taymaz, Köy Çocukları Eğitim Derneği’ni kurarak eğitime yaptığı katkılarından dolayı bu ödülün sahibi oldu
Taymaz, tam 55 yıl boyunca Anadolu’yu dolaşıp okumak isteyen ama maddi imkánı olmayan çocukları buldu. Bugüne kadar tam 2 bin 500 çocuğun eğitimini sağladı. ‘Ben de köy çocuğuyum. Çocuklar fakir diye eğitimsiz kalmalarına gönlüm razı olmazdı’ diyen Taymaz, ilerleyen yaşına rağmen hala eğitim için çalışıyor
TÜM Anadolu köyümdür’ sözünü rehber edindi ve düştü yollara. 1950’lerde otomobilin bile gitmediği köylere kah at üstünde kah yürüyerek ulaştı. Birkaç yıl önce başlatılan Haydi Kızlar Okula kampanyasını, o 1950’lerde hayata geçirmişti. Düzce’den Ankara’ya, Ankara’dan Afyon’a, Erzurum’a, Bingöl’e kadar adım atmadığı yer, ulaşmadığı yoksul ama yetenekli çocuk kalmadı neredeyse. Bugün 82 yaşında olan Kazım Taymaz, bütün bu yaptıklarının karşılığını okuttuğu gençler birer meslek sahibi olunca aldı. Taymaz’a olan minnettarlık ise geçen hafta TBMM Üstün Hizmet Ödülleri dağıtılırken gösterildi. TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın eşi Münevver Arınç’ın amcası olarak geldi. Münevver Arınç, amcası Kazım Taymaz’a ödülü verirken, Bülent Arınç gözyaşlarını tutamamıştı.
Bir eğitim neferi olan Kazım Taymaz’ın hikâyesi Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarında gazi olan bir babanın ve her gün mutlaka gazete okuyan bir annenin çocuğu olarak Düzce’nin Kirazlı köyünde dünyaya gelmesiyle başladı. İlkokulu köyünde bitirdi, ortaokul ve liseyi yatılı sınavları kazanarak İstanbul’daki Levent Yapı Meslek Lisesi’nde okudu. Ardından Tekniker Okulu’nu bitirdi. Dahasonra ise şimdi teknik eğitim fakültesi olan Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’ndanmezun oldu.
Yıl 1952’ydi ve Taymaz, Levent’teki Yapı Sanat Enstitüsü’nde öğretmen olarakgöreve başladı. Aynı yıl Erzurum’a tayin oldu. Kendisi gibi idealist yaklaşık 80 kişi vardı. Kimi ziraat mühendisi, kimi veterinerdi. Erzurum’da Yapı Meslek Lisesi’nde öğretmenliğe başladı. Burada başladığı görev ona pek çok gencin hayatını değiştirmesine neden olacak kapının da açılmasını sağlayacaktı.
TAHTA BAVUL YÜREĞİNİ SIZLATTI
Erzurum’da ilkokulu köyünde ilçesinde bitirenler lise eğitimi için Erzurum merkeze geliyordu. Pek çoğu ailesiyle birlikteydi ama ailesi gelemeyen de vardı. ‘Çocuklar okuma aşkıyla tüm zorluklara katlanıyordu’ diyen Taymaz, bir gün öyle bir olay yaşadı ki, artık kararını vermişti:
‘Okulda nöbetçiydim. Akşam atölyelerin kapılarının kilitli olup olmadığını kontrolediyordum. Atölyelerden birinde bir hareket gördüm. Girdim içeri, baktım bir öğrenci marangozhanede tezgáhın altındaki talaşı eliyle topluyor. Talaşı ne yapacağını sordum, ‘Soba tutuşturacağım’ dedi. Ertesi gün öğlen yanıma gelmesini istedim. Geldi ve birlikte kaldığı yere gittik. Bir hana götürdü beni, ambar olarak kullanılan bir yerdi. İçeri girdiğimde gördüğüm manzara beni çok üzdü. Köşede bir sandık üzerinde uyduruk bir yatak vardı. Ama orada dört kişi kalıyordu. Diğer üç kişinin nerede yattığı belli değil. Yerde döşeme yok, zemintopraktı. İçerisi inanılmaz kokuyordu. Çünkü ne cam var ne de kapı. Çocuklar tahta bavulun üzerinde mum yakarak ders çalışıyor ve yemek yiyorlardı. Öğrenciye layık olmayan bir yaşantıları vardı. Bu gördüklerim beni harekete geçirdi.’
ASKER DESTEĞİNİ ESİRGEMEDİ
Kazım Taymaz, Erzurum’da hemen öğrenciler için uygun bir yer aramaya koyuldu.Büyük bir ahır buldu. Ahır son beş yıldır kullanılmıyordu. Orayı kiraladı. Askerdenyardım istedi. Askerle birlikte içeriyi temizledi, her yeri kireçledi, ahırın zeminine kamıştan hasırları, üstüne de askeriyeden imhaya çıkmış battaniyeleri döşedi. Ahıra pencere, kapı açtı ve elektrik tesisatı kurdu. Dört çocuğu yaptığı bu yeniyere taşıdı. Askeriye çocukların yemeklerini verdi.
Taymaz, 1954 yılında askere gitmek için Erzurum’dan ayrıldığında ardında bıraktığı yurtta kalan çocuk sayısı 14’tü. Bu küçük öğrenci yurdunu Ticaret Lisesi’nden bir öğretmene emanet etti. Taymaz, askerliğini bitirdikten sonra ise İstanbul’da Zincirlikuyu Yapı Meslek Lisesi ve Tekniker Okulu’nda çalışmaya başladı. Ama aklı Anadolu’da maddi imkánsızlıklar nedeniyle okuyamayan çocuklarda kalmıştı.
ANADOLU KAZAN, O KEPÇE
Taymaz onun da formülünü buldu. Yaz tatillerinde Anadolu’yu gezecek, yetenekli çocukları bulup onları İstanbul’a getirecek ve şimdilik evinde barındıracaktı. Keşfe Tokat Turhal’dan başladı. 20 kız öğrenci alabilirdi ama sadece yedi kız öğrencinin ailesi kızlarını İstanbul’a göndermeyi kabul etti. Taymaz pes etmedi. Anadolu’nunkuş uçmaz, kervan geçmez köylerine at üstünde ulaşıyor, ilkokulu bitiren çocuklara bilgi testleri uyguluyordu. Testte başarılı olan çocukların aileleriyle konuşarak onları İstanbul’a getiriyordu. Anadolu’da gitmediği köy neredeyse kalmadı.
Kazım Taymaz’a onca çocuğa nasıl barınma imkánı sağladığını sorduğumuzda şunları anlatıyor: ‘Levent’te dubleks bir evimiz vardı. Kız çocuklarını evimize aldık, çatı katına yerleştirdik. Sonra kızların sayısı 20’ye ulaşınca yine Levent’te bir yer kiraladık ve kızlar orada kalmaya başladı. Başlarında kızım Zuhal ve eşim Emine Taymaz vardı. Kızlar çok mutluydu, zeytini ilk kez gördüler, elmayı ilk kez yediler. Balmumcu Kışlası’nın orada bir yer kiraladık ve oraya erkek çocukları yerleştirdik. Orada da asker bize çok yardımcı oldu. Aşçı tutacak maddi durumumuz olmadığı için eşim çocuklara yemek yapıyordu, askeriye bize yemek veriyordu.’
Taymaz’ın bu çabasını gören çevresi onun bu yaptıklarına para bağışıyla katkıda bulunmaya başladı. Öyle bir hale geldi ki, artık bir dernek kurmak şart olmuştu. Çünkü gelir ve giderlerin düzgün tutulması gerekiyordu. Taymaz, 1966 yılında Köy Çocukları Eğitim Derneği’ni kurdu. Şimdiye kadar yaklaşık 2 bin 500 çocuk okuttu, bunların bin 600’ü üniversiteyi bitirdi, diğerleri ise liseden mezun oldu.
EŞİME ÇOK ŞEY BORÇLUYUM
Son olarak İstanbul Teknik Üniversitesi’nde eğitim verirken 1990 yılında emekli olan Taymaz’ın bundan 55 yıl önce başlattığı eğitim seferberliği hala sürüyor. Bankaya yatırdığı parasının faiziyle şimdi 50 öğrenciye burs veriyor. Eşi Emine Taymaz ve şu an 56 yaşında olan emekli mimar kızı Zuhal Özcan’a çok şey borçlu: ‘Onlar olmasaydı, bu yaptıklarımın yarısını bile yapamazdım. Bana hepdestek oldular.’
‘Çocukları köylerden zor alıyordum’
Bingöl’ün Kiğı ilçesinin Karapolat köyündeydim. Yıl 1967. Cuma günü camiye gittim ve cemaate ne yaptığımı anlattım. Beni çok ciddiye almadılar. O gün köyde kaldım, ertesi gün bir kadın kapımı çaldı ve ‘Kazım Bey benim tam sekiz kızım var. En büyüğü 11 yaşında. Onu ne olur okut’ dedi. Kızı gördüm, boynu büküktü. Zekiolduğu gözlerinden okunuyordu. Bir dayısı var kızın, anneye tepki gösteriyordu kızını okutmak istediği için. Kız kardeşi, ‘Karışma, benim çocuklarım. Ayağıma gelen kısmeti nasıl teperim?’ dedi. Kadının kardeşine ‘Niye istemiyorsun?’ diye sordum, ‘Büyük şehre gidenler komünist oluyor’ diye yanıt verdi. Kadın kızını gönderdi benimle. Ona, ‘Sen de kız kardeşlerini okutacaksın’ dedim. Dediğimi yaptı, kız kardeşlerini okuttu.
‘Bir rüya gibi geldi hayatımı değiştirdi’
VAHİDE Paydur, Afyon’un Dinar ilçesinin Yapağılı köyünde doğdu. Değil kız çocukları, erkeklerin bile okula gidemediği köyde ilkokulu zar zor bitirdi. Bir sınıfta beş ayrı sınıf eğitim yapıyordu. 1966 yılında köye atarabasıyla Kazım Taymaz geldi. Köydeki çocukları teste tabi tuttu. Testi başarıyla geçenlerin arasında Paydur ve iki erkek kardeşi de vardı. O güne kadar ortaokula gitmeyi sadece hayal eden küçük kızın hayalini Taymaz gerçeğe dönüştürecekti. Ama bu daha hayallerine attığı ilk adımdı. İstanbul’da Levent Lisesi’nin ortaokul bölümünü bitiren Paydur, Amiral Bristol Hemşirelik SağlıkKoleji’nin sınavını kazandı. Okulu başarıyla bitirdi ve hemşire oldu. Bursa Devlet Hastanesi’nin ardından Amerikan Hastanesi’nde 28 yıl çalışan Paydur, emekli oldu. Bugün 52 yaşında olan Paydur, ‘Kazım Amca olmasaydı şu an okumayan, köyde yaşayan bir kadındım. Kendi ayaklarımın üzerinde duramadığım için başkalarına muhtaç yaşardım. Önce Allah’a sonra Kazım Amca’ya çok şey borçluyum. Bir rüyanın içindeymişiz gibi geldi, hayatımı değiştirdi’ diye konuşuyor.
Köyden geldi okudu Vehbi Koç’un özel hemşiresi oldu
KAZIM Taymaz, Düzce’nin Kirazlı köyünde 11 yaşında mavi gözlü bu kız çocuğunu görür görmez hemen ailesiyle konuştu. Küçük kızın adı Ayşe Pişkin’di. İlkokulu yeni bitirmişti. Ortaokul köye yürüyerek bir kilometreuzaklıktaydı. Okula kaydolmuştu ama nasıl gideceğini bilmiyordu. Çünkü ne araba vardı ne da başka bir araç. Taymaz, kızın ailesiyle konuşup onu İstanbul’a götürmek istediğini söyleyerek Ayşe’nin adeta kurtarıcısı oldu. Ayşe Pişkin de tıpkı Vahide Paydur gibi Levent Lisesi’nin ortaokul bölümünü ve Amiral Bristol Hemşire Sağlık Koleji’ni bitirdi. Tam 30 yıl Amerikan Hastanesi’nde görev yaptı. Emekli olduğunda Hemşirelik Hizmetleri Müdür Yardımcısıydı. Pişkin, bu görevinin yanı sıra merhum işadamı Vehbi Koç’un özel hemşiresiydi. Koç ameliyata da gitse, ödül almaya da, Pişkin’i hep yanında götürüyordu.
Bugün 50 yaşında olan Pişkin geriye dönüp baktığında Taymaz’a minnettar olduğunu söylüyor: ‘Kazım Amca beni görmeseydi, beni İstanbul’a getirmeseydi, belki liseyi okuyamayacaktım. Baş üstünde taşınması gereken bir kişi. Bize o kadar yardımı oldu ki, kızı Zuhal bize etüt öğretmenliği yapıyordu, eşi yemek... Kazım Amca, her ay ailelerimize okuldaki durumumuzla ilgili bilgi verirdi.’
‘Keşke Kazım Amca yeniden doğsa’
BİR gün Bingöl’ün Kığı ilçesinin Karapolat köyüne at üstünde dağları aşarak Kazım Taymaz geldi. Yıl 1967’ydi. Bu idealist öğretmen daha önce de gelmişti köye ve ilkokulu bitiren birkaç erkek öğrenciyi alarak İstanbul’a okutmaya götürmüştü. Sıra kız çocuklarındaydı. Köydeki kızları bilgi testinden geçirdi. Yedisi başarılı oldu. Onlardan biri de Şehrican Burcu Ergin’di.
Ama aileler kızlarının Taymaz tarafından İstanbul’a götürülmesine karşı çıktı. Şehrican’ın annesi hariç. Dayısı ve amcaları öyle ileri gittiler ki, annesi tek başına göğüs gerdi: ‘Ben okumadım, kızım okusun.’ Şehrican, sevinçten havalara uçuyordu. O güne kadar değil İstanbul, kasabaya bile gitmemişti, otomobil görmemişti. Taymaz, o zaman 11 yaşında olan Şehrican’ı alarak İstanbul’a getirdi. Küçük kızı Levent Lisesi’nin ortaokul bölümüne kaydettirdi. Ergin, o günlere döndüğünde, ‘İstanbul’a geldiğimde nereye baksam şaşırıyordum. Trafikışıklarını ilk kez gördüm, otomobile bindim, kola içtim. Ortaokulu bitirdikten sonra İstanbul İnşaat Teknik Lisesi’ni bitirdim. Kazım Amca, bana 20 yaşıma gelene kadar sahip çıktı. Bizi evinde barındırdı. Sonra ayrı bir yer tuttu. Ben böyle bir aile görmedim. Dünyada eşi benzeri yok’ diyor.
Ergin, köyünden ayrılırken geride yedi kız, üç erkek kardeşini geride bırakmıştı. Kendisi okuyup da inşaat teknikeri olunca, kardeşlerini okuttu. Tabii Kazım Taymaz’ın yardımıyla. Kızlar öğretmen, erkekler ise mühendis oldu.
Evli ve iki çocuk annesi 51 yaşındaki Ergin’in şu an Mersin’de eşiyle birlikte kurduğu bir inşaat ve mimarlık bürosu var. Aynı zamanda Mersin Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü birinci sınıf öğrencisi. Ergin, ‘Her şeyi Kazım Amca’ya borçluyum. Eğitimde sınır tanımayan bir kişi. Keşke yeniden doğsa. Onun gibilere o kadar ihtiyacımız var ki...’ diyor.
‘Dağda beni kaçıran eşkıyayı da eğittim’
YANLIŞ hatırlamıyorsam 1967 yılıydı. Kemah, Pülümür ve Kiğı üçgeni içinde Gelinpertek köyü vardır. O köyün içindeki vadiden geçiyordum. O vadide bir eşkıya vardı. Adı Tilki Selim’di. Bir dere kenarında tıraş oluyordum. Sonra tekrar yürümeye başladım. Önüme biri düşer gibi atladı. Baktım adam kambur, kısa boylu, koca kafalıydı. Elinde silahı vardı, ‘Yürü’ dedi. Patikadan yukarı çıkarken bir kişi daha bize katıldı. Biri önüme, diğeri arkama düştü. Yürürken bana tekme atıp, dipçikle vurdular. Kaburgam kırılmıştı. Beni Tilki Selim’in yanına götürdüler. Tilki Selim kilimin üzerinde oturuyordu. Çantamı aldı, kilimin üzerine döktü. Silahımı aldı. İçindeki yedi mermiyi patlattı. Beni sağlık ya da kadastro memuru zannediyormuş. Ne işi yaptığımı sorunca öğretmen olduğumu söyledim. Bana, ‘Ben Erzincan Ortaokulu’nda okurken biri Fransızca biri dematematik dersi veren karı-koca hocam vardı. Bunlar anlaşarak beni sınıfta bıraktılar. O zamandan beri tüm öğretmenlere düşmanım. Kim bilir, sen ne günah işledin de seni bu dağlara sürdüler?’ dedi. Ben de, ‘Günah değil, sevap işliyorum. Ben bu unutulmuş yerlere çocukların iyi bir geleceği olsun diye geldim. İşte o zaman sen de benim gibi bir adama rastlasaydın, bu dağda eşkıya olmazdın’ dedim. Ağladı... ‘17 yaşında bir oğlum var. Adı Feruz. Sen benim bu çocuğumu adam et, ölünceye kadar sana minnettar kalırım’ dedi. Beni serbest bıraktı, benim için atların taşıyabileceği bir sedye yaptı. Beni hastaneye götürdüler. Çocuğu alıp İstanbul’a getirdim. Şişli’de Yetişkinler Eğitim Merkezi’nde camcılık kursu gördü. Eğitimden sonra Elazığ Palu’da işyeri açtı.