(Bu vatanı, bu bayrağı, bu devleti beraberce savunduğumuz Kafkas kökenli kardeşlerimizi incitmekten Allah’a sığınırım.)
29 Haziran 2011 tarihli ve “Kafkas göçmenleri (Çerkezler) ve Türkiye” başlıklı yazımıza eleştiriler olabileceğini tahmin ediyordum. Tahmin ettiğim gibi de oldu. Yazı yayınlandığında bir kardeşimiz Çerkez olarak adlandırılan kabilelerin Turani olmadıklarını eleştirisinde bulundu. Kısa açıklamalarla konu kapandı. Kasım ayı başında, birileri, internette yazımızı bazı Kafkas sitelerinde yayınlamışlar. Küfre varan eleştiriler geldi. Ancak hiç birisi açık kimliğini ve adresini vermiyorlardı. İsim ve adreslerini vermiyorlardı. En fazlası facebook ta bir isimden ibarettiler. Kendi kimliğini, adını, adresini, işini açıklamaktan çekinen kişileri ciddiye alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Bununla beraber, fikir bazındaki eleştirilere cevap vermemin uygun olacağını düşünüyorum.
Gelen eleştirileri 3 ana başlık altında toplamak mümkün gözüküyor.
Öncelikle Kafkas kabilelerinin çok büyük kısmının Türk ve/veya Turani kökenli olduğuna inancımı belirterek “kardeş” olduğumuzu vurgulamıştım.
Birileri, Turani veya Türk olmadıklarını ileri sürerek, ırkçılık suçlamasında bulundular.
Kardeşliğimizi kabul etmeyenlere söylenecek sözümüz: Yolunuz, iziniz açık olsun. Hiç kimseyi kardeş olduğumuza ikna etmek mecburiyetinde değilim. Kardeş olduğumuza inananlar, kardeşimizdir. Diğerleri istedikleri kişilerle kardeş olabilirler. Umurumuzda değil.
Bu kişiler, Turan ve Turani kavramlarını bilmeyenlerdir. Dahası ne Türk tarihini, ne de Türk göçlerini incelemişlerdir.
Bu konuda öncelikle vurgulamamız gereken, tarihin tanımlamasıdır. İlk ve ortaokul çağlarında tarih’in başlangıcı olarak yazının bulunması öğretilirdi.
Bunca yıllık birikimimizle soruyoruz: Hangi yazı? Biliyoruz ki, yazı şekillerle başlamıştır. Şekillerin kaynağı ise insanın yaşadığı çevredir. Diğer bir ifade ile duvar-kaya resimleri ile başlayan süreç, resimlerin şekiller haline dönüşmesiyle bu günkü harflere ve yazıya dönüşmüştür.
Yazının başlangıç sınırı nezamandır? MÖ 3200’lere dayanan, Mısır ve Sümer yazıtları mı? MÖ 2500-3000 yıllarına varan Çin kayıtları mı? Yoksa Azerbaycan’da bulunan MÖ 8.000’e dayanan Gobustan yazıtları mı? Karbon testleri ile 32.000-35.000 yılllık geçmişleri belirlenen Tamgalı Say mı? İspanya’da, Fransa’da, Finlandiya, Anadolu ve Mezopotamya’da bulunan 5.000-15.000 yıllık geçmişleri saptanan kaya resim-yazıtları mı?
Çerkez sitelerinde ısrarla vurgulanan Meot’ların veya Sind’lerin soyundan geldikleri tezi, kadük bir görüştür. Tarihi kaynaklara göre Meot’ların ve Sind’lerin tarihi MÖ 8.-5. yüzyıla kadar gitmektedir. Sormak gerekmez mi, söz konusu tarihten önceki dönemde ne ve nerede idiler? Yoksa gökten zenbille mi indiler?
Bunlar, yine de önemli değil. Önemli olan, kişinin kendini ne hissettiği ve nasıl davrandığıdır. Çarpıcı bir örnek olarak, Kafkasya’da yaşayan bir kişinin Facebookta yazıştığı Muhammet isimli kişiye verdiği cevaba bakmak yeterli olacaktır. (Muhtemelen Muhammet isimli kardeşimiz, ana-baba taraflarından Türk ve Çerkezdir.) “Muhammet birde turklugun var. o turklugunu terkedersen yine facebook arkadasim olmandan mutlu olurum.”
Bu kafa yapısındaki insanların ve onların yardakçılarının, bize ırkçılık suçlamaları yapmaları karşısında söyleyebileceğim sözler basın ahlak yasasına aykırı düşer.
Çerkezci geçinen bu kişilerin yazdıkları-çizdiklerinde, Osmanlı, Türk ve Atatürk düşmanlığı en belirgin özellikleri. Alın, internet ortamında, isimlerini gizleyerek bizi birbirimize düşürmek isteyenlere bir örnek: “Peki, bizi önce kullanıp sonra kazık atanlar, zorunlu asimilasyon politikalarını uygulayanlar ve kökümüzü kazıyanlar ya da kazımaya çalışanlar Kürtler midir? Dilimizi ve Çerkesçe okul eğitimini yasaklayanlar, çocuklarımızı dilsiz bırakanlar, soyadlarımızı ve köylerimizin adlarını Türkleştirenler kimler? Kürtler mi, yoksa Kemalist Türkçüler mi? Kürtleri ezenler, Dersim’de binlerce çoluk çocuğu katledenler kimler? Kürtler mi, Kemalistler mi? Güney Marmara yöresi Çerkeslerini sürgüne gönderenler, Çerkesler için darağaçları kuranlar kimler, Kürtler mi, Kemalist Türkçüler mi?..”
Neymiş; Osmanlı, Kafkas göçmenlerini asimile etmiş. Türkiye’de Çerkezlere baskı varmış. Atatürk, Çerkezler’e, Kürtler’e ve Ermeniler’e baskı uygulamış. Güney Marmara Çerkesleri sürgüne göndermiş.
Öncelikle birkaç tespiti vurgulayalım. O eleştirdikleri Osmanlı, Kafkas göçmenlerine kucak açmasaydı, bu gün Osmanlı’yı o konuda eleştirecek kimseleri olmazdı. Ha…. Göç sırasında kayıplar olmamış mıdır? Tabii ki, olmuştur ve bizim için üzüntü vericidir. Ama biraz vicdan ve biraz iz’an sahibi olmak lazım… Acı kayıpların sorumlusu Osmanlı mıdır? Osmanlı, olmasaydı nereye sığınabilecektiniz? Osmanlı, sıkıntılı günlerinde Kafkas göçmenlerine kucak açmakla hata mı etmiştir?
Kafkasları 30 yıl savunan Şeyh Şamil hakkındaki şu ifadeniz, sizin hangi noktada olduğunuzu göstermektedir: “Şeyh Şamil hakkında birçok Çerkes (Adıge) bir yanılgıya düşmektedir; Şeyh Şamil bir kahraman ve önderdir, fakat Şeyh Şamil Bir Çerkes (Adıge) atası/önderi değildir. Şeyh Şamil Avar kökenli olup Dağıstan ve Çeçenya’nın 3. imamıdır. Hatta öyleki Şeyh Şamil yaşamı boyunca Kabardey bölgesine yaptığı saldırılar dışında Çerkesya Topraklarına adım bile atmadığı söylenmektedir.”
Beyler! Şeyh Şamil 30 yılı aşan süre zarfında Kafkasları Rus emperyalizmine karşı korumuştur. O’nun mücadelesi olmasaydı, ne olurdu? Düşünmek bile istemiyorum. Yukardaki ifadeler, O’nun hatırasına yapılan saygısızlık vefasızlıktır. Kadirbilmezliktir. Bu ifadeler O’nun kapısında at uşağı bile olamayacak kişilerin adiliğidir.
………….
İstiklal Savaşı sırasında gerçekleşen 1. ve 2. Çerkez kongresi ve sonuçları ile bilgiler tarih kitaplarında bulunmaktadır. Arzu edenler istedikleri bilgileri oralardan bulabilirler. 150’likler içerisinde bulunan Çerkezler, Çerkez oldukları için değil; düşmanla işbirliği içerisinde ihanet ettikleri için sürülmüşlerdir. Fransa’da Cumhurbaşkanı Mareşal Petain’in hapiste ölmesi de benzer dir.
Gerek Osmanlı döneminde, gerek İstiklal Savaşı’nda ve gerekse Cumhuriyet döneminde Kafklas göçmenleri ile hiç bir sürtüşmemiz olmamıştır. Dahası, devlet ve sosyal hayatımızda her makama gelmiş ve iç bir ayırım uygulanmamıştır. Söz gelimi, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Yusuf İzzet Paşa, Deli Halit Paşa, Kazım Özalp, Halide Edip Adıvar, Recep Peker, Yaşar Doğu, Gazanfer Bilge, Mustafa Dağıstanlı Kafkas kökenlidirler. Keza yakın tarihimizden, Fahri Korutürk, Necdet Sezer, Recep Peker, İhsan Sabri Çağlayangil, Deniz Baykal, Doğan Güreş Kafkas kökenlidirler. Cumhurbaşkanı, Ana Muhalefet Partisi Başkanı veya Genelkurmay Başkanı olmalarına engel olmamıştır. Hiç kimse, bu kişileri Çerkez diye eleştirmemiştir.
…………….
Eleştirilerin bir diğer konusu, Ethem Bey ve Kuşçubaşı Eşref’tir.
Ethem’in milli mücadeleden ayrıldıktan sonraki hayatı ve yaptıkları çok az dilegetirilmektedir. Burada hemen belirtelim ki, milli mücadelenin başında ciddî hizmetlerinin olduğu bir gerçektir. Ancak Yunanlılarla işbirliğine geçtikten sonraki çalışmaları göz ardı edilmektedir. Öte yandan kendi ifadesinde bulunan “Türk askerine kurşun sıkmadığı” ifadesini çürüten bir bilgi de yoktur. Kuşçubaşı Eşref ise, daha karanlık bir geçmişe sahiptir. Yunanlılarla beraber Türkiye’den kaçan bu iklinin Lozan’da Türk heyetine suikast tertip etmek istedikleri bilgisi mevcut olmakla birlikte, böyle bir eylem olmamıştır.
Lozan sonrasında Ethem, önce Mısır’a gitmiş; daha sonra Ürdün’e geçmiş ve orada ölmüştür.
Soru şudur? Çerkez Ethem’in başlangıçtaki hizmetlerine bakarak kahraman olarak mı; yoksa düşmanla işbirliği nedeniyle hain mi kabul edilmelidir?
Kesin olan, Ethem’in Yunanlılarla işbirliğine girdiği ve psikolojik savaşta yer aldığıdır.“Anılarım” adlı kitabında bu konuyu şöyle anlatmaktadır: “Bildiriler masamın üzerinde imzalanmak için duruyordu ve cinayetvari bir kararla bunlardan 80-100 kadarını imzaladım, ve getiren adam aldı, gitti.”.[1]
Söz konusu bildirinin içeriği şudur: “Ey Türk Ordusu subay efendileri! Yunanlılar, ellerine düşen ve kendilerine teslim olan Türk esirlerine çok iyi bakıyorlar. Vatan için niyetleri temiz olmadığı aşikar olan Ankara meşru hükumetinin şer aleti olmamak vatan vazifesi ve insanlık şiarıdır.”[2]. Hüseyin Akyol, “Çerkez Ethem-Gerçek Yaşam Öyküsü” adlıkitabında aynı olayı anlatmakta, ancak bildirilerin muhtemelen uçaklardan atılmadığını (dağıtılmadığını) belirtmektedir.[3]
Çerkes Ethem’in yeğeni olan Emrah Celasun’un, kitabındaki bazı belgelere göz atalım[4]:
20 Ekim 1922 tarihli Yunan Belgesi’nde: “Başlangıçta Ethem ve Reşit Beyler, Salihli cephesinin başında Yunan ordularına karşı savaştılar. Ordunun daha ileri gitmesi emri gelince, bu ikili Salihlki bölgesinde bir nevi muhtariyet ilan ettiler ve ülke içine doğru yayıldılar. Bütün çetelerin başında Ethem bulunuyordu. Reşit Ankara’da vekil oldu. Bir sene içinde bu ikili 600 Rum ve Türk öldürdüler. 3 milyondan fazla paund elde ettiler Başkır sakinleri Kemal’e karşı ayaklanınca, Ethem Ankara’yı zor duruma soktu. Ayaklanmayı bastırdı ve 25.000 Türk’ü öldürdü. Şayet Ethem Bandırma’daki Çerkez köylerini tamamen yakıp yıkmasaydı Anzavur Paşa muvaffak olurdu. Ethem ve Reşit’in daha sonra Kemal’e karşı gelmelerinin nedeni, bunların hiçbir zaman başkalarının emrine itaat etmemeleriydi…..
İzmir’deki Çerkez silahlı güçleri Yunan hükumetinden milyonlarca drahmi almalarına rağmen hiçbir şey yapmadılar….
Bütün bu detaylardan anlaşılmaktadır ki, Çerkez komitesinin kesin ve somut hedefleri yoktur Hedefleri tamamıyle çıkarlarını takipten ibarettir.” (Sh 184-186).
Yunan Harp Bakanlığından Dışişleri Bakanlığına yazılan 23 Nisan 1923 tarihli yazıda: “Hakikaten Yunan, Çerkez ve Ermeni gönüllülerden oluşan birlikler (çeteler değil) vardır ve bunlar, düzenli ordunun bir parçasıdır.” denmektedir. (Sh 189).
Kuşçubaşı Eşref konusu çok daha nettir. İstiklal Savaşı ve Lozan’dan sonra Ege Adalarına yerleşen Kuşçubaşı Eşref ve Sami Beyler Milis kuvvetler oluşturarak, Ege Bölgemizdeki ilçe ve şehirleri vurmaya başlamış; karakollarımızı basarak askerlerimizi öldürmüşlerdir. Nitekim Emrah Celasun’un naklettiği 12 Nisan 1923 tarihli İngiliz belgesi, “Kuşçubaşı Eşref’in Çerkezlerden oluşan 1400 kişilik bir grubu Yunanlıların kontrolünde eğittiğini, Balıkesir Uşak, Bursa ve Ayvacık’ta dört koldan askeri harekata başlıyacakları bildirilmiştir.” (Sh 137-138).
Yazımı “Sarki Karib Çerkezlerin Temin-i Hukuk Cemiyeti”tarafından Mart 1922’de Balıkesir’de tertiplenen kongre sonunda yayılanan bildiride, “Yüzyılın vahşî ve barbar Türkleri ile yaşamaktansa, medenî milletlerden olan Yunanlılarla yaşamayı cana minnet biliriz” sözlerini hatırlatarak bitirmek istiyorum.[5] Bu ifadeyi burada tekrarlamam nedeniyle Tüm Türk Milletinden ve O’nun Kafkas kökenli yiğit evlatlarından özür diliyorum. Kendisini Türk ve bu vatanın evladı hissetmeyenlere ise soruyorum: Bu ifadeye katılıyor musunuz?
Kafkasya’da Adıge Cumhuriyeti’nin yüzölçümü 7.600 km², 2010 yılı nüfusu 440327’dir. Adigelerin oranı % 24.2 olup nüfusun % 50’den fazlası Rus’tur. Bu, benim içimi yakmaktadır. Türklük’le, Atatürk’le, Türkçülük ile sorun yaratmaya çalışanlar, öncelikle başlarındaki Rus yönetiminden kurtulmayı hedeflemelidirler.
[1] Çerkez Ethem. Anılarım. Berfin Yayınları. İstanbul. 5. Baskı. Sh 174.
[2] Çerkez Ethem. Anılarım. Berfin Yayınları. İstanbul. 5. Baskı. Sh 173.
[3] Hüseyin Akyol. Çerkez Ethem-Gerçek Yaşam Öyküsü. 2. Baskı. Phoenix Yayınevi, Ankara. Sh 196-197.
[4] Emrah Celasun. Çerkez Ethem. Baki İlk Selam.2. Baskı Versus Yayınevi. İstanbul 2006.
[5] Necdet Sevinç. İstiklâl Harbinde Etnik İhanet. Bilgeoğuz yayınları, İstanbul 2011, Sh 349.