12 yıl öncesi "anılarımızın küçük emperyalisti" Gürcistan, 1931'lerde de aynı küçüklüğü göstermişti Stalin döneminde.
14 Ağustos 1992 Abhazya'ya düşen bombalar diyasporaya, İstanbul'a, İzmir'e ve Ankara'ya da düşüyordu. Nasıl yüreğine düşmezdi ki o bombalar, av tüfekleriyle direnişlerinde halkının yanında olamamışsan. Nasıl yüreğine düşmezdi ki, birkaç ay önce selametle git diye gönderdiğin arkadaşının evinin temellerinin, emeğinin üzerine bomba yağdığını duyduğunda. Kalmıştık buralarda, bırakmamışlardı, gidememiştik.
14 Ağustosta telefonun başında uykusuzduk. Ankara Derneğinin telefonu her çalışında, Abhazya tepelerindeki mobil telefondan kesik kesik, gelen sesiyle hala ne beklendiğini soruyordu sevgili dostumuz. Boğazımız düğümlenerek isyan edişini haykırışını dinliyorduk ve susuyorduk, notlar alıyorduk sadece. Son durumu öğreniyorduk ilk günlerin, ilk saatlerin. Dünyanın bihaber olduğu bir tek bizi ve sevdiklerimizi ilgilendiren savaşın çaresizliğini yaşıyorduk. Çevirmeli yeşil telefonun 60 metrekarelik dernekteki hayatımız boyunca unutmayacağımız resmi çiziliyordu hafızalarımıza. Günlerce yanında yattığımız telefon bizi Abhazya'ya anavatanın herhangi bir tepesine bağlıyordu. İlk günlerin kargaşasına, karışık duygularla susarak tanık oluyorduk
Ankara Xase savaşın sıcaklığını erken hissetmiş olmakla birlikte, küçücük mekanların ve zor koşulların arasında bu uzun soluklu mücadelenin altından tek başına kalkamayacağını biliyordu. İlk günlerdeki hükümet yetkilileriyle görüşme girişimlerine verilen olumsuz yanıtlar, "kitleniz kadar varsınız" anlamına geliyordu aslında. Kuzey Kafkasyalı kitlenin harekete geçmesi henüz örgütlülüğünü tamamlamamış bir yapı içerisinde kolay olmayacaktı elbette. Hayati önem taşıyan ve kitlesel tepkiyi gerekli yerlere ifade edecek olan Adapazarı mitingi en önemli adımdı. Tabi mitingden önce Adapazarı Derneği yöneticilerini ikna etmek gerekli idi ve bir "ikna heyeti" Ankara'dan Adapazarı'na doğru yola çıkar, sonuç nihayet olumludur. İstanbul mitingi ise Ankara'dan zorlamalar olmasına rağmen son ana kadar üstlenecek derneğini ara, sonuç nihayet orada da olumludur. Artık ortada harekete geçmiş bir kitle vardır. 1970'lerde Federasyonlaşma sürecinin Tsey Mahmut'un acısıyla sekteye uğrayışı gibi yeni bir acıyla tekrar sekteye uğrar. Kaf-kur'un daha önce aldığı kararla birleşme kongresi olarak düzenlenecek olan Balıkesir toplantısı Abhazya'nın işgali üzerine komiteninde oluşturulması düşüncesiyle aynı gün İstanbul'a alınır. Önemli katkılarını hep sürdürecek olan Atay Ceyşakar'ın başkanlığında "Abhazya dayanışma komitesi" kurulur. Bize o yıllarda küçük bir Cumhuriyet kasabası gibi dar gelen Ankara, istemeyerek te olsa yükünü hafifletmiştir artık..
Sonraları Kaberdey'den tepeleri aşıp gidenler, Ürdün'den Abhazya'ya geçenler, Düzce'den, Adapazarı'ndan, Kayseri'den, İnegöl'den gönüllüler, komitenin kuruluşu ile biraz daha düzene giren enformasyon ve yardım organizasyonları, Abhazya'dan gelmeye başlayan başarı haberleri, moralleri yükseltiyordu.
Zafere doğru giderken, tarihin kenarına, köşesine sıkışan çok insan manzaraları da konuşulup geçiliyordu elbette.
"Hani bizim şapsığ vardı ya üçbeş kuruş denkleştirmiştik giderken, çok ceset toplamış durumu iyi değilmiş."
"Hani bizim İstanbullu vardı ya, hukukcu, yaralanmış ama ağır değilmiş."
"Filanca abi vardı ya savaşta bir Abaza bulana kadar yirmi dört saat koşmuş şimdi bana kimse Abhazya küçücük ülke demesin diyormuş."
"Hani bizim Abaza'nın giydiği fötr şapka vardı ya, dağda başına bela olmuş sürekli yağmur suyu birikiyormuş. "
"Söyledik Mersin'liye, kalın gözlüklerle nereyi göreceksin diye kalkacakları noktayı görmemiş hala sürünüyormuş"
"Şamil Basayev diye biri varmış tecrübeliymiş, bizimkiler imana gelmiş, yalnız hala havan mermisinin yakına mı, uzağa mı düşeceğini kestiremeden her seste kendilerini yere atıyorlarmış"
"Kardeşim kimsenin de aklına gelmedi ki uyku tulumunun beyazı gece arazide ay gibi parlar diye, bozulduk doğrusu"
"Bizim coğrafyacıya söyledik, sen sakar adamın birisin gidip de milletin başına bela olma diye dinlemedi ki, sonunda vermişler bir dürbün sen burada otur diye oda sadece dürbünle oturmuş. İnsan bir bakar etrafa"
"Lisanda sorun olmuş, Çeçen'i Abaza'sı Ürdünlüsü, Suriyelisi Türkiyelisi derken meşhur şarkıları komut yapmışlar. Lambada yat demekmiş."
"Roket atar kullanırken arkasındaki duvarı nasıl görsün, görmemiş işte."
"Yol parası tamamda, orda elimizde bir şey lazım, yani on dört dolar daha lazım"
"Sen git üç kişi otomobille, o kadar badireyi atlat cephanelikleri uçur, gel Abhazya'da direğe çarp!"
"O gitar çalan çocuk var ya moral kaynağı olmuş Türkiye'den de parçalar çalıyormuş"
14 Ağustos Abhazya'da yetim çocukları, diyasporada şehit aileleri ve bir o kadarda kırık hayatları gerisinde bıraktı. Evine gidemeyen o Ürdünlü nerdedir bilmiyorum, tedaviye ve çocuklarını görmeye çok ihtiyacı vardı. İnegöl'de televizyonun karşısında hiç konuşmadan oturan o Abaza sağlığına kavuştu mu bilmiyorum. Bizim hukukcu ne yaptı bilmiyorum dönüp bitirdi mi fakülteyi. Kadehler Sohumun kurtuluşuna kalkarken Ankara'da, Sönmez'in iki çift lafı vardı bize dair. "Bu geceye kadar hala şansımız vardı halkımızla savaşmak için, bu gece onu yitirdik." Umarım Abhazya bir daha hiç savaşmak zorunda kalmaz ama onun uğruna ölmemenin bir şansızlık olduğunu düşünen halkının varlığı da unutulmamalıdır.
14 Ağustos samimi bir yurtseverlik temelinde, sadece özgürlüğe dair bir savaştır. Kendi değerleri, kendi kaynakları ve kendi insanlarıyla sürdürdüğü, bir samimi, bir acemi, bir duygusal savaştır Abhazya. Diyasporanın sadece rüyalarında gördüğü topraklarına sarılışı, sahip çıkışıdır. Sevdaların hepsinin toplanıp, bir kenara konduğu aşktır Abhazya.
* "Anılardaki küçük emperyalist" İngiliz araştırmacı Behofer'in Denikin Rusyası" (1920) adlı kitabından alıntıdır.
Kaynak:KAFDER Mefewud Feridun
29-09-2004 - 5 kez okundu