NART
NART

GİRİŞ
Kullanıcı Adı

Şifre





>Üye Değilim     >Şifremi Unuttum

ETİKET BULUTU

MÜZİK ÇALAR
4SIMD.MP3
35WERE~1.MP3
apsuva
4-5-6-7
13

Nart Ajans Reklam

HABERLER / Cemiyet Haberleri

Notice: Undefined variable: db in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/function.php on line 6

Warning: mysqli_query() expects parameter 1 to be mysqli, null given in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/function.php on line 6
ÇERKEZ KIZI

Düzce çok güzel bir yerdir, yeşilliktir. Halkı genelde Çerkez'dir. Ben de Çerkez'im. Dedemin kocaman bir evi kocaman bir bahçesi vardı. Ve benim çocukluğum her Pazar günü, bütün kuzenlerimle birlikte dedemin evinde toplanarak geçti. Biz onbir kuzendik, hep beraber dedemin bahçesinde, ip atlayıp top oynayıp salıncağa binerdik. Her Pazar bütün aile toplanır, dedeye gidilir, mangal yapılır, güveç yapılırdı. Bahçenin içinden bir dere geçerdi ve o derenin üstünde bir çardağımız vardı. Ben çok güzel bir çocukluk geçirdim bunlar yazılmıyor tabii.
18-04-2010 - kez okundu

Yine çok keyifli ve dolu dolu bir söyleşiye imza attık. Kadın haberleri sordu, Çiğdem Batur yanıtladı.



Daha otuzunda bile değil. Öz geçmişini araştırırken onu kimi zaman kamera arkasında yönetmen asistanlığı yaparken, kimi zaman bir yapımın projesini hazırlarken, kimi zaman radyoda program sunarken, kimi zaman elinde mikrofon Mehmetçiklerle yan yana koştururken, kimi zaman sahnede seyirciyi selamlarken, kimi zaman dublaj masasında bir oyuncuya sesini verirken, kimi zaman beyaz perdede gülümserken, kimi zaman televizyon ekranında dizilerde oynarken, kimi zaman bir etkinliği sunarken buldum.

Onu siz de çok iyi tanıyorsunuz, Gümüş dizisinde Dilek, Vazgeç Gönlüm'de Goncagül ve Defne, Büşra'da Alara ve Papatyam'da Fulya olarak karşımızda "Çiğdem Batur". Ama yeni bir lakabı var artık onun: Dişi Nuri Alço











NSP- Düzce'lisiniz diye biliyorum. Diğer röportajlarınızda Düzce'nin bir köyünde doğduğunuz belirtiliyor.

Aslında iyi bir konuya değindiniz. O benim ilk röportajımdı ve doğru kişiyle yapılmamış bir röportajdı demek ki, çünkü sanki "ben bu işi kotaramadım köyüme geri döneceğim" demişim gibi yazılmış. Ben köyde doğmuş, köy hayatı yaşamış bir insan değilim, böyle bir şey yok ama hiç önemli değil. Ben Düzce'de Merkez'de doğdum. Yani köyüme dönmek gibi bir durum da söz konusu değil.

NSP- Düzce nasıl bir yer?

Düzce çok güzel bir yerdir, yeşilliktir. Halkı genelde Çerkez'dir. Ben de Çerkez'im. Dedemin kocaman bir evi kocaman bir bahçesi vardı. Ve benim çocukluğum her Pazar günü, bütün kuzenlerimle birlikte dedemin evinde toplanarak geçti. Biz onbir kuzendik, hep beraber dedemin bahçesinde, ip atlayıp top oynayıp salıncağa binerdik. Her Pazar bütün aile toplanır, dedeye gidilir, mangal yapılır, güveç yapılırdı. Bahçenin içinden bir dere geçerdi ve o derenin üstünde bir çardağımız vardı. Ben çok güzel bir çocukluk geçirdim bunlar yazılmıyor tabii.

NSP- Düzce'ye gittiğinizde sizi nasıl karşılıyorlar?

Düzce'ye gidiyorum ama biliyorsunuz jenerasyon sürekli değişiyor. Üniversiteyi kazananlar gidiyor alttan birileri geliyor, sürekli bir devinim söz konusu. Yeni gelenler beni görünce bir an duruyorlar, beni oraya konduramıyorlar. "Aaa, o değil mi " diyorlar "Yok canım, ne işiniz var burada?" diyorlar. Ama her röportajımda söylüyorum, ben Düzceliyim. Oraya bayıla bayıla gidiyorum.

NSP- Oyunculuk mesleğine sahne tozu yutarak başladınız, tiyatro hala yaşamınızda mı ? Oynadığınız ya da yönettiğiniz bir oyun var mı, olacak mı ?

Tiyatro çok kısa bir süre sonra, inşallah şu an proje halinde, yaza doğru sahnelerde olacak. İki sene oldu ben tiyatro yapmayalı. En son Bahçeşehir'de yüksek lisans yaptığım dönemde Ionesco'nun Macbeth'ini oynuyordum. Bu iş öyle bir iş ki, kaşıntım tutmaya başladı.

NSP- Değil mi, o alkışı duymak istiyorsunuz.

Evet mesela ben tiyatroya gidince üzülüyorum. "Benim de orada olmam gerek" diyorum. İnanır mısınız, hani en son selamda, alkışta benim gözüm dolar. O insanları alkışlarken tüylerim diken diken olur ve gözlerim dolar. Ciddi ciddi tiyatroyu özledim, biraz ara verdim ama yoğunluktan dolayı. Şimdiki projeden çok bahsedemiyorum ama çok güzel bir oyun, daha önce oynanmamış bir oyun.

NSP- Yerli mi

Yabancı. Gündemle de alakalı. İşte şu sıralar sponsorluk aramaktayız. Prodüksiyon arayışındayız. Onu tamamladıktan sonra, İnşallah bu yaz, en geç önümüzdeki sezon sahnedeyiz.

NSP- Tiyatro kökenli insanların televizyonda var olup, sonra tekrar sahnelere dönmesi bir açıdan da iyi oluyor belki de. Çünkü seyirciyi, aynı oyuncu, tiyatroya çekiyor diye düşünüyorum. Madem ki iletişim cağındayız. Her türlü imkanı kullanmak gerekiyor.

Kesinlikle çok önemli bu. Seyirci ekranda gördüğü oyuncuyu yakından görmeyi çok istiyor. Onunla konuşmayı, onunla göz teması kurmayı çok istiyor ve tiyatro o fırsatı tanıyor insanlara. Böyle olunca da hem tiyatro yaşıyor hem de insanlar başka türlü haz alıyor tiyatrodan.

NSP- Tiyatro bu açıdan bakınca oyuncu için hobi gibi de oluyor. Çünkü parayı televizyon ve sinemadan zaten toparlayacağı için oyuncular için tiyatro daha da gönüllüce yapılacak bir işe dönüşüyor. Yanılıyor muyum?

Tabi ki. Çünkü tiyatro çok ciddi emek isteyen bir iş. Ve ister istemez çok yoruluyorsunuz. Çoğu zaman da emeğinizin karşılığını alamıyorsunuz.

NSP- İki kalas bir heves yani.

Aynen öyle. İşte bir yandan başka bir geliriniz olduğunda tiyatro yaptığınız zaman, en azından faturanızı düşünmüyorsunuz. Bu da işinize daha çok konsantre olmanızı sağlıyor.

NSP- Her meslekte alaylı mektepli çatışması olur. Ülkemizde kolay kolay kimse kendi işinizi yapmaz ya da sistemden kaynaklı çoğu insan istediğniizi okuyamaz. Etiketi (diplomayı) alıp başka işe yönelir. On sene öncesine kadar poposunu sallayan, kaşını gözünü oynatan çıkıp başrol dizilerde oynardı ama şu an o yok. İşini doğru dürüst yapan eğitimli insanlar dizi yapıyor. Sinema tadında diziler izliyoruz. Bu değişimi neye bağlıyorsunuz?

Evet bir ara, öyle bir dönemimiz oldu. Mankenlerin veya pop şarkıcılarının sesleri olmayanların dahi başrol oynadıkları, tiyatro kökenli insanların ikinci-üçüncü rol oynadıkları dönemler oldu. Bir furyaydı geçti. Şimdi insanlar bu işin eğitimini almış profesyonel kişilerle çalışmak istiyorlar. Niye? Bir diğerinde popülarite vardı, izlenme kaygısı vardı. Ben bu adamı buraya oturtursam eğer, bu adamın fanları bunu izler rating yapar, para kazanırım diye düşünüyorlardı. Ancak bu öyle bir iş ki, gerçekten yeteneği olmayan insanı bir süre sonra egale ediyor.

NSP- Kendi kendini tüketiyor değil mi

Tabi ki kendi kendini tüketiyor. Bana göre bu iş, bir pop şarkıcısının yapacağı bir iş değil. Şu anlamda değil . Bu kişinin bu işe ayıracağı gerçekten ciddi bir vakti olması lazım. Bizim ne zaman işe başladığımız, ne zaman bitirdiğimiz belli olmuyor. Bazen oniki saatten fazla çalışabiliyoruz. Belli bir mekanımız yok. Sürekli dış mekanlarda çalışıyoruz. Dramalardan bahsediyorum, sit comlardan değil.

İster istemez pop şarkıcısının albümü oluyor, konserleri oluyor zaman olarak birbiriyle çok çatışan işler aslında. Bir de şu var. Eğer gerçekten oyuncu değilseniz gerçekten yeteneğiniz yoksa izlenmemeye başlıyorsunuz. Yapımcılar da bunu fark ettiler ve çok daha iyi oldu, herkes şu an kendi yerinde.

NSP- Özgeçmişinize bakınca kendinizi geliştirme çabanızı görüyoruz. Sizi kim veya kimler yönlendirdi?

Beni yönlendiren kimse yoktu. Üniversiteye girmeden önce de yapmak istediğim şey televizyon ile alakalıydı. Keşke beni yönlendiren biri olsaydı da, ben konservatuara gitseydim. Ama Düzce küçük bir yerdi. Yönlendirecek kimse yoktu. Ve ben iletişim okudum. Yapmak istediğim iş televizyonculuk ile alakalıydı. Bu nedenle ilk sene halkla ilişkiler okudum. İkinci sene hep seçmeli radyo-televizyon dersleri aldım.

Ben mesela birinci sınıfa girdiğimin 3. haftası omzumda kamera çekimler yapmaya başladım. Aynı sene radyoda programlar yapmaya başladım. Montaja girmeye başladım. İkinci sınıfta TRT'de kamera arkasında çalışmaya başladım ve kamera önündeki insanları gözlemleyerek "ben bunu nasıl yaparım?" diye düşünürken, diksiyon eğitimi almaya karar verdim, bu sırada hocamın yönlendirmesiyle sunuculuk eğitimi aldım.

NSP- Ses tonunuz ve rengi zaten bu işi profesyonel olarak yaptığınızı ispatlıyor. Hocalarınız kimlerdi?

Diksiyon derslerine Levent İnce, Rüştü Asyalı, Mehpare Çelik, Ertan Tan, Haluk Cömert (Kapalı Çarşı dizisinde oyunculuk yapıyor şu sıralar), daha çok var ama... Onların da yönlendirmesiyle oldu. Ve aynı dönemde oyunculuk dersi almaya başladım. Konservatuar sınavlarına girmek istiyordum çünkü. Devlet tiyatroları baş rejisörü Erhan Gökgücü'nden oyunculuk dersi aldım, ayrıca şan ve dans dersleri de aldım.

Aynı dönem Ankara'da Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'ne de devam ediyordum. Sınav tarihlerinde bir sorun olunca, konservatuar sınavlarına giremedim. Bu yönde eğitim almak istediğim için de Bahçeşehir Üniversitesi'nde ileri oyunculuk bölümünde yüksek lisans yaptım.

NSP- Öğrenmenin sonu yok diyorsunuz yani.

Evet. Kendimi geliştirmeyi sürekli yeni şeylerle doldurmayı seviyorum. Farklı karakterleri oynamak istemem bu yüzden. Bilmediğim şeyleri öğrenmek her şeyden biraz tatmak çok hoşuma gidiyor. Her renkten biraz almak gerektiğini düşünüyorum.

NSP- Evet şimdi oraya geldik zaten. "Herkesin içinde farklı renkler vardır ancak bir ikisini dışarı çıkarmak şansına sahip olur" demiştiniz. Acaba Çiğdem Batur'un içinde daha kaç renk daha var?

Çokkkk. O kadar çok ki. Evin içindeki Çiğdem Batur'la, dışarıdaki Çiğdem Batur arasında dünyalar kadar fark var. Evin içindeki renkleri de dışarı çıkarırsam olmayacak. Bir şeyler biraz da bana kalsın diyorum. Ama aslında biraz daha uğraşırsak daha çok renk var. Çıkan daha yüzde ellisi değil bana göre.

NSP- Ben sizden akademik bir kariyer bekliyorum. O kadar eğitim boşa gidemez gibi geliyor bana

Çok teşekkür ederim. Aslında doktora yapmayı da istiyorum.

NSP-Şu aralar yoğunsunuz ama, olur ya biraz durup dinlenmek isterseniz bu dinlenme saatlerini nasıl değerlendirirsiniz, kanaviçe işlediğinizi okumuştum. Başka ne gibi marifetleriniz var?

Bu aralar kanaviçe yapmıyorum. Uzun süre kanaviçe ile uğraşınca,gözüm yoruluyor. Şu sıralar bir ev maketi yapmaya başladım. Seviyorum evde bir şeylerle uğraşmayı. Küçük küçük kiremitler ve bloklarla harcını suyla karıştırıp ciddi ciddi betondan ev yapıyorum. Bir köşede yağlı boya tablolar, bir tarafta maskları boyuyorum. Kanaviçe bir yerde asılı. Etamin de biliyorum. Ama gözü çok yoruyor ara vermek gerekiyor.

NSP- Kitapla aranız nasıl?

Bazen deli gibi kitap okurum iki kitabı üç kitabı arka arkaya okuduğum olur, sonra hiç okumadığım dönem olur. Ben hiç bir şeyi rutinleştirmeyi sevmiyorum.

NSP- Ya yemek desem?

Valla güzel yemek yaparım hiç de mütevazı olamayacağım.

NSP-Fulya gibi değilsiniz yani. O ne yemek yaparım ne de çocuk diyordu ya. Ama çocuk yaptı sonunda. Buradan konuyu şuna bağlamak istiyorum. Oynadığınız karakterler içinde en çok hangisini sevdiniz, kendinize en yakın ve en uzak olan tipleme hangisiydi?

Her karakteri kendimiz canlandırdığımız için mutlaka bizden bir şeyler taşıyor. Alara'nın bir hırçınlığı benden bir şey, Fulya'nın kaşını kaldırışında benden bir şey, Vazgeç Gönlüm'de Defne'nin alttan alttan bakışı benden bir şey. Ama Alara kadar acımasız bir karakter olamazdım. O bana biraz daha uzak bir karakter. Ama en çok oynamaktan keyif aldığım karakter Fulya. Çok eğlenceli bir karakter. Ben çok keyif alıyorum onu oynarken.

NSP - Birlikte çalıştığınız kişilerin de etkisi var mı peki? Onların verdiği bir enerji vardır?

Mutlaka. Tabi ki var. Çok keyifli oynuyoruz zaten. Rol arkadaşlarımla da. Ama eğer kendi içimde sorarsanız, en çok Fulya ile eğleniyorum. Onu esnetiyorum. Genişletebiliyorum. Bir anda anne olunca mülayim bir kadın oldu. Ama yavaş yavaş eski Fulya'ya dönüşmeye başladı. Senaristimiz çok doğru bir insan. Diziyi ve bizi izliyor. Bakıyor mesela çok kullandığımız bir kelime varsa onu o karaktere monte ediyor. Bizi çok iyi tanıyor, ağzımıza ne yakışacağını çok iyi biliyor. Bizi sürekli takip ettiği için yeni bir şey bulduğumuzda onu senaryoya adapte ediyor. Yönetmeniz de bizi çok rahat bırakıyor. Moda mod tekste yazanı yapmıyoruz. Arada doğaçlama yapıyoruz.

NSP- Baharat atıyorsunuz yani.

Tabi bizi hiçbir zaman kısıtlamıyor.

NSP-Peki günlük hayatınızda Fulya gibi misiniz?

Yok o kadar değilim. Ben azından yemek yapabiliyorum, temizlik yapıyorum. İki işi bir arada yapabiliyorum en azından. Fulya uç bir karakter, Fulya gibi karakterler vardır eminim. Zaman zaman karşılaşıyorum veya duyuyorum. Evde iş yapmayan, yemek yapmayan. Fulya da çocuk yapmam deyip kistinden dolayı bir daha anne olamama korkusuyla çocuk yaptı. Ancak anne olunca da çocuğuna inanılmaz bağlanan bir kadın oldu. Bir yandan da kariyer derdi var. Çocuğu babaya bırakıp işe gitmeye başladı.

NSP-Aslında olması gereken bu değil mi, yani sonuçta dünyaya bir şey getiriliyor. Paylaşım paylaşım deniyor ama, erkekler bu konuda çok uzaklar. Sanki kadınlar tek başına yapmışlar gibi, "al sana verdim bir oyuncak, hayatın boyunca oyna" der gibi, "yediriyorum, içiriyorum derdiniz ne?" diyorlar. Halbuki o çocuğun altını da, değiştireceksin gazını da çıkaracaksın.

Bazı yapan babalar var. Arkadaşlarıma soruyorum baba yardım ediyor mu etmiyor mu kimi yok ya diyor nerede, kimi de evet ediyor diyor. Allah herkese yardım edecek koca nasip etsin çünkü çok zor bir iş, gerçekten çok zor iş. Çocuğu yaptım, kadının eline verdim olmamalı.



KADINLARLA ERKEKLER EŞİT DEĞİLDİR

NSP- Kadın erkek eşitilği hakkında neler düşünüyorsunuz?

Toplumdaki eşitlikten mi bahsediyorsunuz, yoksa günlük yaşantıdaki eşitlik mi Erkekler her şeyden öte fizyolojik olarak bizden üstün varlıklar. Yani fizyolojik üstünlüğün yanı sıra eşitlik derken; kadının üstün olduğu alanlar var, erkeğin üstün olduğu alanlar var. Şimdi ben erkeğin üstün olduğu alanlarda kadının üste çıkma çabasını çok komik ve boş bir çaba olarak görüyorum. Aynı şekilde de erkeğin kadının üstün olduğu bir alana müdahale etmesini çok komik ve boş bir çaba olarak görüyorum. Son zamanlarda kadınlar da başladı buna ama. Şimdi kadınlarda da başladı bu. Ama erkekler genellikle kendilerini her konuda üstün gördükleri için kadınlarla dalga geçme ve onları aşağılama gibi bir durumları var. Ben buna kızıyorum. Aynı açıdan bakabilseydik zaten konuya, kadın ve erkek diye bir ayrımımız olmazdı her şeyden önce.

NSP- İlkokulda derdi ya hocalarımız elma ile armut toplanmaz diye. Kadın kadındır erkek erkek. Bunu kabul etsek de şu eşitlik derdine düşmesek aslında. Aslında öyle bir şey yok tabi. Mesela ağrı eşiği. Derler ki kadınların ağrı eşiği erkeğinden çok yüksektir. Erkek doğum sancısını çekseydi dayanamazdı, ölürdü. Şimdi bakıyorsunuz ki üstün olan kadınlar. Yani neye göre üstünlük söz konusu...

Evet alanlar farklı. Buna saygı duyulması gerekiyor. Zaten alanlara çok müdahale edilince ister istemez eğreti duran bir durum çıkıyor ortaya. Eşit değil ama belki denk. Çünkü bir kere zaten çok farklıyız birbirimizden nasıl eşit olabiliriz ki...?

AYAHUASCA'NIN ÇİĞDEM BATUR'A KAZANDIRDIĞI LAKAP:

DİŞİ NURİ ALÇO



NSP-Gelelim Büşra'ya ilk sinema filminiz. Büşra'da Doğu ve Hint felsefesini özümsemiş görünen ama içte çelişkiler yaşayan bir yoga hocası olarak karşımıza çıkıyor Alara karakteri. Şunu sormak istiyorum aslında. Sevgilinizi türbanlı bir kıza kaptırsaydınız neler hissederdiniz? Karşınızdakinin türbanlı olması aldatılmak duygusunu daha da perçinler miydi, daha mı aşağılık gelirdi?

Yok ben hiç ayırmıyorum, türbanlı-türbansız fark etmez. Her şeyden önce kadın kadındır Eğer açık bir kadında ne hissediyorsam eminim kapalı bir kadında da aynı şeyi hissedeceğim. Saçının açık veya kapalı olması bir şey fark ettirmez. Çünkü onda beğendiği saçı değildir. Başka bir şey vardır. O saçına bakmıyordur. Onda başka bir şey bulmuştur eminim ve ben belki onu kıskanırım. Türbanlı olması bir şey fark ettirmez.

NSP- Kadınlarda bir teselli arayışı vardır ya, hani "bari benden güzel olsa gam yemem" diye.

Ben ona inanmıyorum. Mutlaka ki dersin bari benden güzel olsun ama, senden güzel olmasa da senden daha iyi bir şeyler vardır demek ki...

NSP- Bir de güzellik görecelidir.

Yani neye göre güzel. Filme dönersek, Alara filmin en yalnız karakteri, yanında kimse yok kendi içindeki sorunlarla da yalnız kalan bir karakter. Çok büyük bir zaafı var: Yaman. Ben Alara'nın bir sonraki halini merak ediyorum aslında.

NSP-Ama Büşra olmasa da zaten yürüyen bir ilişki değildi?

Evet ama, Alara bunu aşacaklarına inanıyordu. "Ne olursa olsun, biz bunu düzeltiriz" diyordu. Yaman'ı da kendi öğrencisi yerine koyuyordu. Onu bu şekilde yönlendirmek istiyordu. En büyük yanlışı buydu zaten. Yaman zaten uç bir karakter bunu asla kabullenmeyecek bir karakter. Alara bu tarzda yaklaştıkça, Yaman geri kaçtı. Ve bir süre sonra başkasını tanıdı, daha ilginç geldi ve ona kaydı. Ancak Alara'nın Yaman'la birlikte olma isteği tamamen aşktan ve sevgidendi.

NSP-Saplantı olabilir mi

Tutku, çok büyük bir tutku vardı. Birlikte olma sahnelerinde ise, aralarındaki aşkın bittiği de aşikar, sadece tensel bir iletişim var.

NSP- Alara'nın yerine siz olsaydınız, neler hissederdiniz?

Valla düşünüyorum böyle bir ilişkim olsa, bu kadar umursanmadığım bir ilişkide ben var olmazdım zaten. Bu noktaya gelene kadar ben çoktan gitmiştim,o ilişkiden. Alara'nın durumu hastalıklı bir durum. İstenmediğimi hissettikten sonra ve yüzüne bu kadar vurulmasından sonra gururlu insan kalmaz zaten.

NSP-Hırs olmuş olabilir mi türbanlı kız beni yenemez ben güzelim akıllıyım falan diye.

Tabi ki ister istemez. En başta Büşra'yla tanışmak istiyor. Adam bütün gece eve gelmemiş, bir gün önce bir şeyler anlatmaya çalışıyor, ilişkileri hakkında bakıyor ki Yaman oralı değil. O gecenin sabahında taktik değiştiriyor anlayışla karşılarsam yamanı elimde tutabilirim diyor. Büşra'yla tanışınca, Büşra'nın kapalılığını ve muhafazakarlığını sürekli yüzüne vuruyor bir aşağılama yoluna giriyor. Zaten Alara, Büşra'nın sodasına mutluluk otu kattığı için, bana da arkadaşlarım "dişi Nuri Alço" demeye başladılar.

NSP-Büşra'yı oynamak ister miydiniz?

Büşra gibi bir karakteri oynamak isterdim. Büşra çünkü karikatürden uyarlanmış bir tipti, tipolojik olarak çizgidekine benzemesi gerekiyordu. Büşra'yı değil ama, Büşra gibi bir karakteri oynamak isterdim. Belki başörtülü bir karakteri onun yaşadığı çelişkileri içindeki fırtınaları ve başına gelen olayları anlatan bir karakteri oynamak isterdim. Kendi açımdan da çok iyi olurdu. Beni geliştireceğine inanırım. Farklı olan her şeyi denemeyi seviyorum.


MOULIN ROUGE (KIRMIZI DEĞİRMEN) FİLMİNDE

"SATINE"İ OYMAMAK İSTERDİM.

Nicole Kidman SATINE rolünde


NSP- Peki şu şekilde sorsam, her tiyatro oyuncusunun gönlünde oynamak istediği bir rol vardır. Siz en çok hangi karakteri ya da nasıl bir karakteri oynamak isterseniz?

Ben inanılmaz Moulin Rouge "Kırmızı Değirmen" filminin hastasıyım. Nicole Kidman'ın oynadığı "Satine" karakterini çok istiyorum oynamayı. Ama hani böyle özellikle oynamak istediğim bir karakter yok. Her karakteri oynamak isterim. Her şey zamanla olacaktır ve her karakteri oynayabildiğinde oyuncusundur aslında.

NSP-Bunu aşan kim var sizce?

Bana göre Şener Şen var. Şu an aklıma gelen bir o var. Komediyi de çok iyi oynuyor, kötü adamı da çok iyi oynuyor, ezilen adamı da, ezen adamı da.

NSP-Kadınlardan kim var?

Gözümün önüne Perran Kutman geldi şimdi. Başka pek aklıma gelmiyor.

NSP-Gözlerinizle oynuyorsunuz, bu az rastlanan bir güzellik. Bilirsiniz Türkan Şoray da gözleriyle oynardı.

Çok teşekkür ederim. Çok güzel ve yapıcı bir eleştiri ve önemli bir eleştiri. Sizin gözünüz tarafından böyle gözlemlenmek...

NSP- Çalıştığınız üstad oyuncular kimlerdir?

Yıldız Kenter, Metin Akpınar, Rüştü Asyalı, Bahçeşehir Üniversitesi'nden Gürcü hocalarım vardı. Atlarsak da olmaz, kritik bir soru ama aklıma gelenleri sayabiliyorum ancak

NSP-Hollywood'a gitmek ister miydiniz?

İstemem ya, istemem. Yani şöyle düşünüyorum ben önce şurayı bir halledelim de. Önce bir Türkiye'de gerçekten oyuncu olmayı, bu işi gerçekten profesyonel olarak bu işi yapmayı, haklarımızı koruyabilmeyi, işimize gereken özeni gösterebilmeyi öğrenelim de. Biz daha hiçbir şey olmadan yurt dışına gidiyoruz. Buradaki eğitimi tam olarak almadan yurt dışında eğitim almaya gidiyoruz. Burada çok büyük bir bocalama oluyor. Oyunculuk anlamında da öyle, kişisel anlamda da öyle. Benim planlarım arasında mutlaka Hollywood'da oynamalıyım gibi bir plan yok. Ben gerçekten Türkiye'de iyi bir oyuncu olmayı başarabileyim, ondan sonra yeri geliyorsa, alnımızda yazılıyorsa gidilir elbet. Ama benim gitmek gibi bir amacım yok. Benim, Türkiye'de iyi bir oyuncu olabilmek gibi bir amacım var.

NSP-Hep öyle derler Cüneyt Arkın, Şener Şen orada olsalardı diye, ama bence onlar burada zaten bir Cüneyt Arkın, bir Şener Şen olmuşlardır.

Onlar gerçekten burada iyi birer marka oldular zaten. Bir kere oyuncu olarak bizim hakkımızı alamamak gibi, sigortalı olamamak gibi tamamlanmayan eksiklerimiz var. Ondan dolayı biz gerçekten oyuncu olarak hakkımızı olan maddi ve manevi desteği görürsek, zaten bu iş, çok farklı yapılmaya başlanacak. Bu sefer oyuncular da mutlu olacak. Yurt dışına gitme ihtiyacı hissetmeyecekler. Gerçekten insan gibi yaşabildikleri zaman emeklerinin karşılığını aldıkları zaman bu iş çok farklı boyutlara gelecek. Gerçekten çok büyük eksiklikler var.

NSP-"Önce burayı geliştirelim" mi diyorsunuz?

Önce biz kendi ülkemize kendi mesleğimize bir faydamız olsun da ondan sonra Hollywood'u yurt dışını düşünelim. Birtakım dernekler ve onla alakalı sendikalar kuruldu ve ilgili yönetmelikler meclisten geçmiş diye duydum. Bilmiyorum inşallah iyi şeyler olacak. Önceden oynadığım dizilerde tekrarlardan telif hakkımız olacak, sigortamız olacak, çalışma saatleri ve koşullarımız iyileştirilecek. Sekiz saate düşürülecek. Bununla ilgili kanunlar çıkıyor inşallah. İyi şeyler olacak.

NSP- Bunlara sahip çıkarsak belki de AB'ye girme şansımız olacak. Dediğinize geldik burayı halledelim de yurtdışı kusur kalsın.

Herkesin tvde çok beğenerek izlediği sokakta görüp de yanlarına konuşmak istediği insanlara önce bir insanca davranabil onlara yaptığı emeğinin karşılığını ver ki; ondan sonra bir şeyler bekle.

NSP-Potikadan hoşlanır mısınız?

Hayır hiç. Benim partilerle siyasi görüşlerle hiç alakam yoktur. Ben hep şunu düşünüyorum: Gerçekten iyi iş yapan, doğru iş yapan, ahlakıyla iş yapan, bu ülkeye faydalı olan kimse, benim için hiç fark etmez hangi partide olup olmadığı, faydalı oluyorsa iyi oluyorsa önemli olan bu.

NSP-Eskiden partiler arası milletvekili geçiş çok hoş karşılanmazdı ya da üye geçişi. Günümüzde artık futbolcu transferi gibi geçişler yapılıyor. Ama profesyonellik de bu değil mi, nerede hizmet etme şansınız varsa oraya geçersiniz körü körüne bir yere bağlanmamın da bir mantığı yok.

Doğru benim öyle hiç aman CHP'ydi DSP'ydi AKP'ydi gibi bir takıntım yok. Olmadığı için de çok mutluyum. Bir şeye çok ciddi bağlanıp, sevip de hayal kırıklığı yaşamaktansa ortadan bakmak güzel. Büşra filmi gibi ne oraya ne oraya ne oraya...

NSP- Vizyondaki filmleri izlediniz mi

En son "Eyvah Eyvah"ı izledim. Süper çok güldüm çok büyük keyif aldım. Ve böyle filmden çıktıktan sonra o önemli bir şeydir, ertesi gün uyandığınızda ya "ne güzel bir film izledim ya" diyebildim. Eyvah Eyvah ertesi gün aklımda kalan bir filmdi o yüzden başarılı bir filmdi bence.

NSP- Yeni nesli nasıl görüyorsunuz, gençlik hakkında görüşleriniz nelerdir?

Temeli olmayan içi boş bir gençlik yetişiyor. Ne yazık ki, işin doğrusu bu. Sokağa çıkıp da insanlara baktığınızda, belki şundan da oluyor, çocuklar gençler aileleri tarafından zorlanıyor. Bu da daha fazla bir vurdumduymazlık, boş vermişlik ve çevresine saygı duymayan bir gençliğin yetişmesine sebep oluyor.

Biz böyle değildik. Daha duyarlıydık, daha saygılıydık. Biz daha karşımızdakini düşünürdük. Büyüklerimize daha fazla saygı duyardık.

NSP-Sanki 90'lardan sonra bir zincir kopması oldu. Bir kırılma noktası olmuş gibi. Acaba interaktif hayatın buna etkisi var mı ?

Bunun bir başlangıç yeri var. Çözüm için onu bulmak gerekir. Tabi interaktif hayat da etkili. Sürekli bilgisayarla yatıp, kalkıyorlar, sanal oyunlar oynuyorlar, oynamasalar da sürekli internet ile ilgili bir şeyle meşguller. Biz oyun oynardık. Körebe oynardık saklambaç oynardık. Ama şimdiki çocuklarda böyle bir şey yok. İnsan ilişkisini bilmiyorlar, bundan dolayı da insana saygıyı bilmiyorlar. İnsan için yaşamayı bilmiyorlar.

NSP- Peki ne önerirsiniz, sanırım siz konuya ta çocukluktan bakıyorsunuz?

Herkes şunu söylüyor. "Çok okuyun, ne bulursanız okuyun, derslerinize iyi çalışın, uslu olun" falan diyor herkes. Ben de diyorum ki "hayır dışarı çıkın, parka gidin, istop oynayın, körebe oynayın. Toprağa dokunun, ebelemeç oynayın. Çimene elleyebilin. Çocuk oyunları oynayarak çocukluğun tadını çıkarın".

Eninde sonunda büyüyecekler. Büyüdük işte bir sürü sorunlarımız var. Şu an bir sürü şey yaşıyoruz. Bazen diyorum çocuk olsam yine, o bahçeye geri dönebilsem. Ama ben doya doya çocukluk yaşadığım için keşke demiyorum. İşte keşke dememek için, oyun lazım. Çocukların bu asiliğinin sebebi de çocukluklarını yaşayamıyorlar.

NSP- O zaman anne ve babalar feragat edip çocuklarını parka götürecekler gezdirecekler değil mi

Okullardan ve bilgisayardan dolayı çocuklar robotlaşıyorlar. Çocuk olduklarının farkında değiller. Hepsindeki bu başkaldırı, bu asilik, bu vurdum duymazlık aslında büyüdüklerini zannetmekten. Kafa olarak büyüdüklerini zannedip, aslında fizyoloik olarak büyümedikleri için bunun çelişkisini yaşıyorlar. Bunun bunalımını yaşıyorlar. Bunu fark etmeleri hissetmeleri ve tadını çıkarmalılar bence.

NSP- Artık bebekler anne karnında depresyona giriyorlarmış.

Çok feci bir şey bu. Evet malasef çok fena bir çağda yaşıyoruz.

NSP- Çocukları sever misiniz, bir çocuğunuz olmasını ister misiniz?

Ben çocukları seviyorum çocuklarla arkadaş gibi olmayı istiyorum. Çocuk yapmak tabi ki istiyorum, bir çocuğum olsun ilerleyen zamanlarda ama tabi üç tane çocuk da değil. Aslında şuna inanıyorum. Ben zaman zaman bir dönem Çocuk Esirgeme Kurumu'nda derslere girmiştim. Çocuklara güzel konuşma dersi vermiştim. O dönemde çocukların aslında ihtiyacı olan ilgiyi, sevgiyi gördüm, neye ihtiyaçları olduklarını gördüm. O dönemde bir çocuğum olunca bir de evlat edinme fikrini edindim. Hala da böyle düşünüyorum. Bir çocuğum olup anneliği o anlamnda yaşayıp, korumaya muhtaç, sevgiye bakıma muhtaç bir çocuğa da annelik yapmayı çok isterim. Onların çok ciddi sevgiye ihtiyaçları var.

NSP-Çocukluğunuza dair en çok neyi özlüyorsunuz.

Öyle spesifik bir şey yok ama çocuk olup daha sorumsuz yaşamayı özlüyorum. Çocuk olmayı özlüyorum yani. Çok yaramazdım. Erkekleri falan döven bir kız çocuğuydum. Erkek arkadaşlarıyla saklambaç oynayan, futbol oynayan bir kız çocuğuydum. Arada onları da dövüyordum. Derslerde de hocaları delirtirdim, ancak benden beklemezlerdi. Derslerde uğultu sesleri çıkarırdım. Hoca bunu fark ediyor ama yanımdaki kız yaptı sanıp ona kızıyordu. Bunun gibi sebeplerden çok dersten atılmışlığım vardır yani.

NSP- Anne ve babanız ne iş yaparlar.

Annem ev hanımı, babam da emekli banka müdürü.

NSP- Ev hanımı mı olmak zor, oyuncu olmak mı ? Anneniz ev hanımı olduğu için bilirsiniz neler yaşadığını.

Bana sorsanız ev hanımı derim, anneme sorsanız oyuncu der. Bu kişiye göre değişir. Ben çok sevdiğim bir işi yapıyorum. Yaparken çok mutlu olduğum bir mesleğim var. Ev hanımı ya da masa başı bir iş yapıyor olsaydım, mutsuz olurdum. Ev hanımlığı oldukça zor bir iş, belki de bir meslek. Karşılığında para almadığınız.

NSP- Sigortası da yok boğaz tokluğuna...

Evet sigortası yok oyunculuk gibi, oyunculuğun da sigortası yok. Boğaz tokluğuna çalıştığınız bir iş, aslında sevdikleriniz için yapıyorsunuz ama. Gerçekten bütün gün evin içinde olup da evin temizliğini yap, bulaşıkları yıka, çamaşırları yıka, yemek yap, camları sil, çocuğa bak falan , gerçekten çok zor işler.

Annem zaman zaman geliyor mesela bana. Hiç durmuyor.

NSP- "Nereden buluyor bu kadar işi?" diyorsunuz haliyle.

Evet, diyorum "yorulmadın mı ?", "yok yok! Benim içim rahat etmez" diyor. Hemen halıyı silmeye başlıyor, orayı siliyor, burayı siliyor, yemek yapıyor ben otururken yoruluyorum onu izlerken.


NSP- Bir de vicdan azabı çeker insan annem iş yapıyor diye.

Tabi tabi, bir de öyle bir şey var. Ama mesela ben sabah, atıyorum, 10 da kalkıyorum gece 12 de geliyorum. Ben sevdiğim işi yaptığım için çok mutlu oluyorum, ama annem diyor "aaay yavrum çok yoruldun". "Yok" diyorum "yorulmadım". Anneannem de öyle üzülüyor mesela.

NSP- Babanız başlarda oyuncu olmanızı istememiş, ancak bugün geldiğiniz noktadan bakınca o da gurur duyuyordur haliyle.

Baba ne desin artık. Gurur duyuyor tabi ama zaman zaman benim hala pes edeceğimi düşünüyor, "sıkılmadın mı, ne zaman dönüyorsun?" diye arada bir beni yokluyor ama bakıyor ki ben işi çok severek yapıyorum pek bir şey demiyor. Babayla anlaştık o konuda artık. İkna süreci uzun sürmüştü ama şimdi bir problem yok.

Daha anlatacak çok şey vardı aslında, 2010 TRT'nin düzenlediği İsmail Cem Televizyon Ödülleri'nde, en iyi yardımcı kadın oyuncu adayı olmasından, ata binmekten hoşlanmasından, hayvan severliğinden, fotoğrafçılığından, dost canlısı oluşundan, deniz tutkusundan... Şimdi ödül törenlerinin sonucunu bekliyor heyecanla. Bakalım umarız, sayfamızda güzel bir haberde yine buluşuruz Çiğdem Hanım'la.....


Neslihan Sultan PALA
www.kadinhaberleri.com

Etiketler:
çerkez kızı

YORUMLAR
Yorum yapmak için giriş yapın...

MIZAGE DERGİ YÖNETİCİLERİ KAYSERİ'DE
KARAÇAY-BALKAR KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ 13. GENEL KURULU.
AYŞE & HAKAN EKER GELİN ALMA
ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ'NDE MIZIKA DİNLETİSİ
ESKİŞEHİR KUZEY KAFKAS KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ CİHAN ERTOK İLE DEVAM DEDİ
ESKİŞEHİR KUZEY KAFKAS KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ GENEL KURULUNU YAPTI.
KAFKASYA UÇUŞLARI BAŞLADI
ARDA ARGUN'A LEON NİŞANI
ADİGE MİLLİ KIYAFET GÜNÜ KUTLANDI
KAFDAV YAYINCILIK ESKİŞEHİR KİTAP FUARINDA
/ 599>

EN ÇOK OKUNANLAR
Kayıtlı başka haber bulunmamaktadır