NART
NART

GİRİŞ
Kullanıcı Adı

Şifre





>Üye Değilim     >Şifremi Unuttum

ETİKET BULUTU

MÜZİK ÇALAR
35305319 - Adige Heku 01.MP3
35WERE~1.MP3
35305319 - Adige Nise 15.MP3
1
12

Nart Ajans Reklam

HABERLER / Cemiyet Haberleri

Notice: Undefined variable: db in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/function.php on line 6

Warning: mysqli_query() expects parameter 1 to be mysqli, null given in /home/nart/public_html/arsiv.nartajans.net/function.php on line 6
ABHAZYA SEYEHATNAMESİ

Eylül ayı sonlarında Abhazya'ya yapılan gezi katılımcılarından Akif Çergel -Atrışba-nın seyehat güncesini sunuyoruz. Abhazya Seyehatim Yaklaşık bir buçuk senedir uğraştığım, geceleri rüyalarıma giren ziyareti nihayet yapabilecektim. Yolculuğum sabahın üçünde uyanmam ile başladı. Önce Adana'dan İstanbul'a oradan da Trabzon'a uçak ile vardıktan sonra aynı ekipte olduğum arkadaşlarla bavullarımızı seyahat acentesi yetkililerine verip deniz otobüsümüzün kalkış saatini beklemeye başladık. Nihayet iki saatlik bir gecikme ile deniz otobüsümüz Trabzon'dan Rusya Federasyonu'nun Soçi limanına gitmek üzere hareket etti.
22-12-2004 - kez okundu

AKİF ÇERGEL ( ATRIŞBA)
Kocaeli'nin Gebze ilçesinde 1964 yılında dünyaya geldi. İlk,orta ve lise eğitimini burada tamamladıktan sonra 1987 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünden lisans ve 1989 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümünden yüksek lisans diplomalarını aldı. Askerlik sonrası girdiği Adana SASA-DUPONT SABANCI Polyester Sanayii A.Ş.' de halen İş Güvenliği, İşçi Sağlığı ve Çevre Bölüm Müdürü olarak görev yapmaktadır. İngilizce bilen Akif Çergel evli ve 2 çocuk babasıdır.

ABHAZYA SEYAHATİM

Yaklaşık bir buçuk senedir uğraştığım, geceleri rüyalarıma giren ziyareti nihayet yapabilecektim. Yolculuğum sabahın üçünde uyanmam ile başladı. Önce Adana'dan İstanbul'a oradan da Trabzon'a uçak ile vardıktan sonra aynı ekipte olduğum arkadaşlarla bavullarımızı seyahat acentesi yetkililerine verip deniz otobüsümüzün kalkış saatini beklemeye başladık. Nihayet iki saatlik bir gecikme ile deniz otobüsümüz Trabzon'dan Rusya Federasyonu'nun Soçi limanına gitmek üzere hareket etti.

Deniz otobüsü ikisi yolcu biri eşya bölümü olmak üzere üç bölümden oluşan biri kaptan diğer ikisi ise mürettebat olduğunu düşündüğüm üç Rus tarafından çalıştırılan bir araçtı. Zaman zaman güverteye çıkıp Karadeniz'in hırçın sularını seyrederken aklıma orta-lise çağlarında okuduğum "Kızıl Zindanlar" isimli bir kitap geliyordu. Bu romanda bir gemi ile Sovyetler Birliği'ne kaçırılan bir Türk genci'nin yaşamı anlatılıyordu. Kitapta Odesa'ya giden gemide yiyecek olarak sürekli kara ekmek ve Salyetko adlı yiyecek veriliyordu. Bizim yönümüz her ne kadar daha doğuya idiyse de zaman zaman şimdi kaptan herhalde kara ekmek ve salyetko servisine başlar diye düşünüp gülüyordum.

Ama derneğimizin sevgili yetkilileri bunları düşünmüş olacaklar ki, yolda bizleri hiç aç bırakmadılar. Yaklaşık beş buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Soçi'ye vardığımızda Rus yetkililerinin sinir bozucu bekletmeleri başladı. Önce yaklaşık yarım saat rıhtımda yetkililerle bakışarak bizleri karaya çıkartmalarını bekledik.

Daha sonra burada gümrükten geçip dışarı çıktık ve burada bizi bekleyen Abhazya'dan gelen iki otobüse binerek Abhazya sınırına doğru hareket ettik. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Abhazya sınırına geldik ve burada Rus gümrüğünden geçmek için beklemeye başladık. Burada Rus'ların inanılmaz işkencesi tekrar başladı ve sudan gerekçelerle tam altı saat sınırda beklettiler. Gündüz ve oldukça sıcak bir havada başlayan yolculuğumuzda gece olmuş ve havada oldukça soğumuştu. Burada gecenin yarısında oturacak bir tek yerin olmadığı bir alanda yaklaşık 60 kişi 6 saat bekledik. Tabii burada çekilecek çok ilginç enstanteneler vardı ama Rus görevliler asla fotoğraf çektirmiyorlardı. Bir Rus bayan görevlisinin saatlerce ayakta durup açılıp kapanan sınır kapısını araçlar geldikçe açıp kapaması, tuvaletimiz geldiğinde görevlilerin bize gösterdikleri biraz ilerde büyükçe bir yerde bulunan ışıkları yanmayan bir tuvalet ve zaman geçtikçe samimi olduğumuz çat pat İngilizce bilen genç Rus sınır görevlisi ile yapılan sohbetlerimiz bu çekilmez gecenin renkli anlarıydı. Burada bir dernek yetkilimizin - herhalde ilk defa Abhazya'ya geliyor olmamdan dolayı - bana neler hissettiğimi sorduğunda ben de gayet olumlu cevaplar vermiştim. Aslında tam anlamıyla şöyle hissediyordum : Yaşadığım hiçbir eziyet ya da işkence yaşayacağım güzellikleri örtemeyecekti.

Sonunda anlaşma sağlandı ve sınırdan geçmemize izin verdiler. Otobüsle "Abhazya Cumhuriyeti'ne Hoş Geldiniz" yazısını gördüğümüz ana vatanımızın sınırına geldiğimizde içimiz kıpır kıpır olmuştu. Burada hiçbir bekleme olmadan yolumuza devam ettik ve yaklaşık 2-3 saat süren bir otobüs yolculuğundan sonra başkent Sohum'da bulunan yeni yapılmış bir otelin önüne geldik. Burada ekibin büyük bir kısmı otele geçti biz ise yanımızda Show TV ekibi , Akşam gazetesinden gazeteci bir ağabeyimiz ile sabah 5 civarında kalacağımız eski bir daça ( eski Sovyet devlet adamlarının yazlık konukevleri ) ya geldik ve odalarımıza yerleşip sabah 10'a kadar dinlendik.

Ertesi sabahtan itibaren 8 gün süren ve kelimenin tam anlamıyla doyamadığım Abhazya seyahatim başladı. Burada yaşayıp gördüklerimi gün gün değil ama olay olay anlatmak istiyorum. Öncelikle birinci gün sabahımız kaldığımız daça ve bahçesini gezmekle başladı. 1800'lü yıllarda bir Rus tarafından yaptırılan daçanın muhteşem bir bahçesi ve bahçe içinde dünyanın çeşitli bölgelerinden getirilip diktirilmiş yaklaşık 2680 adet bitki ve ağaç bulunmaktaydı.

Abhazya muhteşem doğal güzelliklere sahip, olağanüstü bir ülke. Bir çok ikinci dünya ülkesinin hala çözememiş olduğu alt yapı sorununu halletmiş ama özellikle 1992 yılında bağımsızlığını ilan ettiğinden itibaren yaşadığı Gürcülere karşı bağımsızlık savaşı ardından 95 yılından beri yaşadığı ambargonun getirdiği sıkıntıları yaşayan bir ülke. Abhazya başkenti Sohum dışında Gagra, Gudauta, Pitsunda, Novi Afon, Oçamçira ve Tkvarçal şehirlerinden oluşmakta. Yaklaşık 300,000 nüfüsunun 120,000'ini Abhazlar, 80,000'ini Ruslar geri kalan kısmı ise Migrel denilen Lazlar, son dönemde Tkvarçal bölgesine yerleştirilen savaşta Abhazlara karşı savaşmamış olan ve kaçtıkları Gürcüstan'dan geri dönen Gürcüler, Svanlar, Oçamçira bölgesinde yaşayan Türkler ve Ermeniler oluşturuyor. Bizim gittiğimiz dönemde devlet başkanlığı seçimleri yapıldı. Bu seçimlerde mevcut devlet başkanı halk kahramanı Vladislav Ardzınba'nın desteklediği Başbakan Raul Hacimba , eski bakanlardan Sergei Bagapş, Sergei Şamba, Anri Cergenia ve Victor Lakoba adaylıklarını koymuşlardı.

Bu gezimiz sırasında 3 Ekim'de seçimler yapıldı. Biz de Sohum'da birkaç okulda seçimlerin yapılmasını izledik. Bu okulların birisinde yaşlı bir Abhaz ile yaptığımız konuşmada cebinden eskiden kalma Komünist Partisi üye kartını çıkarıp gururla bize göstermesi ilgi çekici anlarımızdan birisiydi. 4 ekim Pazartesi sabah geri dönmek için yola çıktığımızda seçim sonuçlarıyla ilgili farklı haberler geliyordu ama görünüşe göre Raul Hacimba ve Sergei Bagapş'ın başa baş olduğu ortadaydı.

Daha sonra seçimleri Bagapş'ın kazandığını ama Tkvarçal bölgesinde seçimlerde yapılan bazı usulsüzlüklerden dolayı bu bölgedeki seçimlerin iptal edilip 17 Ekim'de tekrarlanmasına karar verildiğini öğrendik.

Abhazya'da yaşadığım ve asla unutamayacağım anlardan birisi 30 Eylül'de stadyumda yapılan Bağımsızlık günü ve Zafer Bayramı kutlamalarıdır. Başlangıcında yer olmamasından dolayı içeri giremediğimden seyredemediğim ama daha sonra stadyumun arkasındaki bir bölgeden askerlerin izin vermesi ile içeri girip sahnenin hemen yanında basın mensupları ve Televizyon ekipleri ile birlikte izlediğim gösteriler muhteşem ve unutulmayacak güzellikte idi. Önce konuşmalar ve askeri törenlerle öğleden sonra başlayan kutlamalar daha sonra Abhazya'nın 3 adet halk dansları topluluklarının gösterileri ardından da Rus ve diğer Çerkes cumhuriyetlerden gelen sanatçıların müzik ziyafetleri ile gece yarısına kadar devam etti. Saat 22:30 civarında bir Rus Rock sanatçısının konseri devam ederken artık yorgunluktan dolayı stadyumu terk ederken biraz ileride dinlenmek için oturduğum kafeden yeni başlayan havai fişek gösterilerini de izleme imkanı bulmuştum.

Bu törenlerin ilgi çekici yanlarından birisi Rus lider Jirinovski'nin de törenlere katılması ve burada Show TV ekibine verdiği demeçte Türkiye lehine söylediği şeyler ve Türkiye sevgisini dile getiren sözler söylemesi idi.

Abhazya ziyaretimiz sırasında Türkiye'den anavatana dönmüş olan Devlet Konukevleri müdürü İbrahim Avidzba ve Abhazya'da özel kuvvetlerde Binbaşı Kafkas Atrışba'nın bizlere göstermiş olduğu yakın ilgi sayesinde bir çok yeri yakından görme şansımız oldu.

Bu gezilerden birisi Pitsunda'ya yaptığımız geziydi ki bu gezinin sonunda geri dönerken girdiğimiz bir Abhaz restoranında yediğimiz doyulmaz Abhaz yemeklerinin tadını asla unutamam. İçine Abaza peyniri koyarak yediğimiz mamursa ( Abhaz ekmek-pastası), fasulye ezmesi, tereyağında kızartılmış Abaza peyniri, karışık salatalık-biber turşusu. Hepsi gerçekten inanılmaz tatlar içermekteydi.

Bir başka unutulmaz gezi ise eski dışişleri bakanı ve devlet başkanı adayı Sergei Şamba'nın kardeşi Taras Şamba'nın bizlerin onuruna köyünde verdiği yemekti. Sohum'a yaklaşık yarım saat mesafede bulunan yemyeşil bir doğanın içersindeki köye ve eve vardığımızda muhteşem bir sofra bizleri bekliyordu. Burada gözlemlediğim önemli özelliklerden birisi de adetlerimizin bütün canlılığıyla burada uygulanmakta olduğu idi. Yaklaşık 5-10 dakikada bir büyüklerden birisin ayağa kalkarak kısa konuşmalar yapması ve sonunda havaya kalkan şarap ya da votka kadehleri. Tabii bu adetlerin biraz Rus'lardan da etkilendiği muhakkak ki bu da normal. Nasıl ki bizler de yıllardır içinde yaşadığımız toplumun adetlerinden etkilenmişsek orada yaşayan atalarımızın yüzyıllardır birlikte yaşadığı Rusların adetlerinden etkilenmemesi mümkün olamazdı.

Bu noktada Abhazların çok iyi içki içtiklerini söylemeden geçemeyeceğim. Özellikle evlerde ev yapımı siyah üzüm şarapları neredeyse su yerine içiliyor. Tabii ki yine votka da çok fazla içilen bir içki. Yalnız % 65 alkol içeren votkadan küçük bir bardaktan sadece bir yudum aldığınızda gözleriniz adeta çizgi filmlerdeki gibi yuvalarından fırlıyor.

Bu yemekte yine Abhaz mutfağından bir birinden güzel olağanüstü yemekleri tatma fırsatımız oldu. Yalnız yemeğin tek can sıkıcı yanı bizimle birlikte geziye katılan Akşam gazetesi yazarlarından Nazım ağabeyimizin ufak bir kaza geçirmesi sonucu sağ kolunun çıkması idi.

Bu yemeğin ertesi günü gazeteci Nazım ağabey ile Sohum hastanesine gittiğimizde Abhazya'ya uygulanan iğrenç ambargonun çirkin yüzünü görme fırsatımız oldu. Hastane gerek malzeme ve gerek ekip açısından son derece yetersizdi. Sadece çalışan personelin umutsuz çırpınışları söz konusuydu. Bu da Abhazya'nın bu ambargodan bir an önce kurtulması gerektiğini açıklıkla ortaya koymaktaydı. Bu konuda Abhazlar ellerinden geleni yapmalılar. Savaştan sonra Gürcülere olan güvensizlik son derece fazla. Bu nedenle artık hiç kimse Gürcülerle tekrar eskisi gibi birlikte yaşama fikrine asla sıcak bakmıyor. Halkın istediği tabii ki öncelikle tam bağımsız bir ülke olmak. Ama bu yeterli değil. Bağımsızlığın tanınması gerekiyor. Bu anlamda Gürcüstan'ın ABD desteğine karşı Abhazya'da zorunlu olarak Rusya desteğine yaslanmış durumda. Bununla ilgili olarak konuştuğumuz kişiler seçimlerden sonra güçlü bir hükümetin kurulmasıyla referanduma gidileceği ve bu referandum sonucunda Abhazya'nın diğer Çerkes cumhuriyetleri gibi Rusya Federasyonuna bağlı özerk bir cumhuriyet olabileceği konuşulmakta hatta Rusya'nın bağımsız Abhazya Cuımhuriyet'ini tanıyacağı bunun sonrasında da diğer Türk Cumhuriyetlerinin de sırasıyla Abhazya Cumhuriyetini tanıyabileceği ifade ediliyor. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti'nin uygulayacağı politikada son derece merak ediliyor.

Bir başka unutulamayacak gezimiz de Ritsa gölü gezisi ve sonrasında bir Türk koleji olan Başaran kolejine yaptığımız gezi.
Ritsa yaklaşık 1000 metre yükseltide bir krater gölü. Gerek Ritsa'ya giden yol üzerinde ve gerekse Ritsa gölü etrafındaki manzara inanılmaz, doyumsuz bir güzellikte. Hele Ritsa gölünün karşısında bulunan ve Stalin'in Abhazya'ya geldiği zaman kaldığı Daça'nın manzarası da tek kelimeyle muhteşem. 1940 yıllarında Abhazya'ya giderek gezen ve sonrasında "Abhazlar : Dünyanın en uzun ömürlü insanlar" kitabını yazan Amerikalı yazar Sula Bent'i insan daha iyi anlıyor oraları görünce. Çünkü böyle eşsiz bir doğa içersinde yaşayan insanın ömrü herhalde normalden daha fazla olur.

Daha sonra Ritsa gölü gezisi dönüşü Rusya Federasyonu sınırına yakın bir yerde bulunan bir Türk kolejini ziyaret ettik. Burası tamamen Türkler tarafından çalıştırılan özel bir kolej. Tüm idari kadrosu Türk. Çalışanların çoğu ise o bölgede oldukça fazla sayıda nüfusa sahip olan Ermenilerden. Öğrenciler ise tabii ki çoğunlukla Abaza ama bunun yanında az miktarda Rus, Gürcü ve Türk öğrenci de bulunuyor. Okulda öğretim dili İngilizce. Ana dilleri olan Abazaca, ülkedeki ikinci resmi dil olan Rusça yanında öğrencilere yabancı dil olarak Türkçe öğretiliyor. Eğitim son derece kaliteli. Geçen yıl mezun olan öğrencilerden 32 tanesi Türkiye'deki kaliteli üniversiteleri ( ODTÜ, Boğaziçi,İTÜ vs. ) kazanmışlar. Bir ilginç not : Rusya'da Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra tüm Lenin heykelleri yıkılmış olmasına rağmen bu okulun bahçesindeki heykel duruyor. Biraz yıpranmış ama okul yöneticileri 2005 yılı içersinde bakımını yaptıracaklarını söylediler.

Novi Afon ve Pitsunda şehirlerine yaptığımız geziler de unutulmaz anlarla doluydu. Özellikle Pitsunda sahilleri inanılmaz güzellikler içeriyor. Tabii acı olan taraf sahillerde bulunan bir çok tesisleri terkedilmiş, yıkık dökük, adeta çürümekteler. Ambargo'nun kalktığını ve Abhazya'nın uluslar arası arenada tanınan bir devlet haline geldiğini düşündüğümüzde bu tesislerin işler hale geldiği takdirde Abhazya'nın turizmden elde edeceği gelir herhalde başka hiçbir sanayisi olmasa bile bu güzel, küçük ülkeye yeter de artar bile. Tabii ki diğer tarım ürünlerinin satışı da cabası olacaktır.

Gezimiz içersinde bir yarım gün Savunma Bakanının ekibe tahsis ettiği bir helikopter ile havadan yaptığımız yaklaşık 2.5 saatlik tur ise en lezzetli anlarımızdan birisiydi. Bu gezide Abhazya'nın bir çok eşsiz güzelliklerini yukarıdan görme ve fotoğraflama imkanı bulabildik. Anavatana olan hayranlığımız bir kat daha arttı.

Bu gezide zamanımızın büyük bir kısmını geçirdiğimiz başkent Sohum'u da anlatmadan geçemeyeceğim. Sohum Abhazya'nın başkenti ve en büyük şehri. Şehirde çalışmayan bir liman ve yine çalışmayan oldukça büyük bir havaalanı bulunuyor. Ambargodan, yani 1995 yılından önce Türkiye'den ( Trabzon'dan ) direk Sohum'a feribot seferleri varmış. Ama maalesef 1995 yılında Gürcüstan'ın uluslar arası arenada başlattığı baskılar üzerine Türkiye'de bu ambargoya katılarak bu seferleri iptal etmiş. Dolayısıyla Türkiye'de yaşayan 500 bin civarında Abhaz ile iki milyondan fazla Çerkes anavatanların direk değil ancak bir Rus limanı olan Soçi üzerinden ve yazımın başında da belirttiğim bir sürü çileleri çekerek gidebiliyor.

Sohum caddeleri oldukça büyük ve geniş ve bu geniş yollara göre oldukça az bir taşıt trafiği var. Dolayısıyla trafik sorunu pek yok.
Trafik ile ilgili gözlemlediğim bir nokta Abhazya'da aracıyla trafikte herhangi bir kavşakta dönen araçların büyük bir çoğunluğu sinyal vermiyor. Hatta bunu oradaki arkadaşlara sorduğumda espri ile "tabii ki sinyal verilmez, Abaza Abazanın ne yapacağını tahmin etmek zorunda" diye cevap verdiler. Sohum caddelerinde özellikle eskiden kalma olan dükkanların çoğu eski Sovyet dönemi politikası gereği vitrinsiz. Yani sadece dört duvar bir bina, üstünde market yazıyor ancak sadece içine girince raflarda malları görebiliyorsunuz. Tabii ki son dönemde açılan binalar ise böyle değil. Bu arada Sohum'daki dükkanlarda çok fazla Türk malı malzeme satılıyor. Elektrikli ekipmanlar, inşaat malzemeleri vs. gibi.

Sohum'da da daha önce bir çok Avrupa ülkesinde gördüğüm dükkanların erken kapanması söz konusu. Yaklaşık saat 15:00 gibi cafe ve restoranların dışında her yer kapanıyor. Şehrin hemen her köşesinde, sahil kenarlarında, meydanlarda hep kafeler yer alıyor. Tabii burada Türk kahvesine benzer daha büyük fincanlarda bulunan kahve, her türlü neskafeler, Abhazların cafecream dedikleri dondurmalı kahve ve hazır çay çeşitlerinin yanında votka, şarap ve bira da mutlaka bulunuyor. Abhazya'da hemen her yerde Türk birası bulabilmek mümkün. Avrupadaki kadar olmasa da Rus birası da çok çeşitli ama ben en çok GOÇKAREV adlı birayı sevdim.

Aslında gördüklerimi, yaşadıklarımı hele hissettiklerimi kelimelere tam anlamıyla dökebilmem asla mümkün değil. Edebiyatçı da olmadığım için ancak bu kadar yazabildim. Ama asıl önemli olan görmek ve yaşamak. Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum : İster Abaza olsun ister Türk ya da diğer bir milletten herkesin bu güzel, şirin ve dost canlısı ülkeye en az bir kez olsun tatile gidip buraları görmesini tavsiye ediyorum. Tabii şu anda buraya gitmek biraz sıkıntılı. Yani yazımın başında belirttiğim gibi Rus gümrüklerinde Rus görevliler her türlü zorluğu yaşatıyorlar ama çok yakın bir zaman içersinde bu sorunların üstesinden gelinmesini ve herkesin Sohum'a direk feribot ya da hava yoluyla gidebilmesini ümit ediyorum.

Akif Çergel Adana 20.10.2004AKİF ÇERGEL ( ATRIŞBA)
(abhazderneği)

Etiketler:
abhazya seyehatnamesi

YORUMLAR
Yorum yapmak için giriş yapın...

MIZAGE DERGİ YÖNETİCİLERİ KAYSERİ'DE
KARAÇAY-BALKAR KÜLTÜR VE YARDIMLAŞMA DERNEĞİ 13. GENEL KURULU.
AYŞE & HAKAN EKER GELİN ALMA
ÇAĞDAŞ SANATLAR MÜZESİ'NDE MIZIKA DİNLETİSİ
ESKİŞEHİR KUZEY KAFKAS KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ CİHAN ERTOK İLE DEVAM DEDİ
ESKİŞEHİR KUZEY KAFKAS KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ GENEL KURULUNU YAPTI.
KAFKASYA UÇUŞLARI BAŞLADI
ARDA ARGUN'A LEON NİŞANI
ADİGE MİLLİ KIYAFET GÜNÜ KUTLANDI
KAFDAV YAYINCILIK ESKİŞEHİR KİTAP FUARINDA
/ 599>

EN ÇOK OKUNANLAR
Kayıtlı başka haber bulunmamaktadır